- 537 Okunma
- 3 Yorum
- 2 Beğeni
714 – SIR
Onur BİLGE
Neler anlatırdı annemin arkadaşları! Hal dert lafıymış. “Aramızda kalsın!” mış. Sırmış. Hem de aile sırrı… Dışarıya çıkmazmış! Yanımızda deve kesseler, bizden sır çıkmazmış!
“Biz beş kardeştik. Yaramazlık yaptığımızda annem alır hepimizi karyolanın üstüne yatırırdı. Ayaklarımızı karyolanın ayakucundaki demir parmaklıklara bağlar, sopayla tabanlarımıza vurur da vururdu! Biz üç, dört ya da beş kardeş… Kaç kişi yaramazlık yaptıysak o kadar… Avaz avaz bağırarak salya sümük ağlardık. Bir de bağırdığımız için dayak yerdik. Horsasını alıncaya kadar kafa göz demez vururdu!”
“Aman Allah’ım! Falakaya yatırıyor, öyle mi? Merhametsiz!..”
“Eh! Öyle sayılır ama ne yapsın kadın! Bir sürü çocuk. Acıkırız. Birimiz bir parça ekmek alır eline, öteki elinden kapar! O bağırır öteki ağlar!”
“Akıllanır mıydınız bari?”
“Ne gezer!.. Eski hamam, eski tas…”
“Boşa mı giderdi o kadar dayak?”
“Öyle zahir… Küçüktük. Durdan çüşten anlamazdık ki! Annem akşama kadar tarlada tapanda çalışır, akşam da yün eğirirdi. Daha kendimi bilmiyorum, beni bir adama verdiler. Çocuğum… On üç ya da on dört… Adam içkici… “İyidir. Mesleği var!” dediler, verdiler. Celeplik yapardı. Allah için… Kazanır getirirdi ama burnumdan da getirirdi!
Daha çocuk denecek yaştayım, çocuğum oldu. İçiyordu içiyordu, eve geliyordu. Bir dayak!.. Yer misin yemez misin!.. Suat’la beni sokağa atıyordu. Korkudan kapının önünde pusup kalıyordum! Bebek kucağımda…
Kilimci teyze bana perdenin aralığından bakarmış. Korkudan içeri alamazmış. Sabaha kadar ağlardım. Gözyaşımı kimseye göstermezdim.
Para yok. Adam kazandığını içkiye veriyor. Arkadaşlarıyla içiyor. Ben seklem yapıyorum. Kendir eğiriyorum. Seklem kamıştan da olur, jütten de… Hasır… Çuval… Ne yaparsan…
Bebek, tahta beşikte yatıyor. İğdeden dal kesip beşiğe koyuyorum. Üstüne çocuk düşmesin diye bez örtüyorum. Kocam uyuyor. Ben de uyuyorum. Beşik sallanıyor. Çocuk ağlıyor. Biz sallamıyoruz. Uyanıyorum.
Beşiği devirip meme vereceğim. Beyaz sakallı, beyaz giysili bir dede… “Sus!” işareti yapıyor. Elimi tutuyor. Kocam yanımda uyuyor. Gözümü açtım! Tangur tungur ediyor. Upuzun. Eşim uyuyor. Çıktı gitti. Gerçek miydi? Hayal miydi? Rüya mı görüyordum? Beşik hâlâ sallanıyordu.”
“Allah Yolunda öldürülenlere ölüler demeyin! Hayır, onlar diridirler. Fakat siz sezemezsiniz.”
“Kendir eğirdim, bana bir teneke un verdiler. Yarım şinik. Tahtadan da olur, demirden de… O undan ekmek yaptık. Yengemle beraber. Amcamın karısı... Yufka açtık, pişirdik. O da deli! Bir deli!.. Bağıra çağıra yaptı! Kat kat kabardı. Yedik yedik bitmez! Bir bereket bir bereket!.. Helal para… Elimin emeği…
Amcam geldi, bir sabah bana. Karalı bir ördek getirip verdi. Üç oluklu bir çeşme var, evimin önünde. Su geçer. Arık… Arka arkaya üç yumurta verdi o kara ördek bana her gün. Suya attı yumurtalarını. İlk iki yumurta sağlam, son yumurtaların zarı var, kabuğu yok.
Bir çömleğimiz var. Kenarı saplı… Yanan ocağın yanına koyarız. Ağzı küçük. Koyunun kuyruğunun alt kısmını kuruturuz. O deriyi onun ağzına kapatıp çamurla sıvarız. O zaman içindeki daha çok dayanır.
Günde üç yumurta yiyemeyiz. Artar. O çömlekte birikir. Bir gün birikenleri kaynanamla beraber yukarı mahalledeki bakkala götürdük. Yani ememle… Yumurtaları verdim, karşılığında bir kalıp beyaz sabun, küçük bir paket çay, kâğıt içinde Kayseri kesme şekeri aldım.
Başımızı kille yıkarız. Vücudumuzu sabunla yıkarız. O ekmek, çay, şeker, sabun hiç bitmedi.
O zamanlarda yeni evliyim. İlk çocuğum elimde… On beş on altı yaşındayım. “Bir ay oldu alalı bunları. Neden bitmiyor?” Benim adım Hırsız Gelin! Kaynanam diyor. Aldıklarım neden bir ay dayanmış? Bitmez miymiş? Onlara dokunmuyormuşum, başkalarınınkileri yürütüyormuşum!
“Evliya gelmiş. Şu eve girmiş de şöyle olmuş, böyle olmuş.” Duyunca, olayı anladım.
İbrik ve ibriğin altlığını bu evime koydum. İçine suyu doldurdum. Her gün kapım gıcırdar, tahta sürgü açılırdı. Sabaha karşı takur tukur olurdu. Kesildi! ibriğe, kovalara su doldurdum. Kapının arkasında postumuz asılıdır. Seccade olarak kullanırız. Havlu da orada asılıdır. Sabahları bakarım, havlu ıslak… Bunu bana Allah nasip etti.
Çok güzel bir beyefendi… Hâkim yaka, önü açık bir cübbe var sırtında. İşkence görüyordum. Her gün kavga dövüş! Çok bunalmıştım! Oturur vaziyette uyuyordum. Sağ omzuma elini koydu. “Bunu söyleyeceksin!” dedi. Karşıma geçti: “Her zaman “Allah Allah Allah” diyeceksin!” dedi. Ben bunu çok çektim.
Naneli, portakallı, limonlu üzüm şekerler olur. Bunlardan alıp arkadaşımın annesi Leman Teyze’ye götürdüm. Rüyamı anlattım. Bana saçma sapan bir şeyler söyledi:
“Bir kuyu varmış. İki kardeş varmış. Habib kuyuya atmış. Hubib çekmiş.” “Bir daha anlat! “ dedim. “ Unuttum kızım.” dedi.
Ben de ondan medet umuyordum! Bana bir şeyler öğretecek, bir çıkar yol gösterecek sanıyordum. O da çok çekmiş kocasından. Aklı gidip geliyor! Hani eşekten düşenin halinden, eşekten düşen anlarmış ya… Anlayacak hali kalmamış ki artık garibimin!
Ayrılmak bilmem! Baba evine gidemem! Annem ondan beter! İstemez! İstese: “At çocuğunu başına gel!..” der, çocuğumu atamam! Dua dua dua… Gece gündüz dua… Tam yedi yıl o dayakçı adamla oturdum. Hastalandı, öldü. Çok genç yaşta gitti. Otuz iki yaşında…
İki oğlum var. İş başa düştü. Fabrikaya gireceğim, çalışacağım, evime bakacağım. Ayağımda doğru dürüst ayakkabı yok. Yan yan basıyorum. Arkası fırt fırt çıkıyor. Koşa koşa işe gidiyorum, koşa koşa dönüyorum. Biri bir şey diyecek diye ödüm kopuyor! Dulum ya… Adım büyük!
Giyindim: “Dostun mu var?” dediler. Bizden vergi almıyorlardı. Dul diye… İki evlat baktığım için… Mesaiye kalınacak… “Beni yazın!” diyorum. Para lazım! Odun kömür, kira, elektrik su…
Giyinmesem: “Paraları çuvala mı dolduruyorsun? Yastığa mı basıyorsun?” Giyinemem!
Sabah ezanla kalkarım. Kovadaki buzu kırar abdest alırım. Sobayı yakarım. Çocuk bir değil, iki… Çocuğu çocuğa teslim ederim. Kaldırırım onları. Sererim sofra bezini. Sobanın üstünde devamlı kaynar su vardır. Çayımız orada demlenir. Ekmeğimiz onun üstünde kızarır. Bulursam yağ sürerim. Varsa zeytin… Peynir pahalı… Her zaman alamam. Çaya ekmek batırırız. Karınlarını doyururum. Üç beş lokma da ben atarım ağzıma… Üstlerine kilitlerim kapıyı! Doğru işe!”
“Çocuklar evde yalnız…”
“Yalnız! Kimsem yok ki baksın! Fuat’ı Suat’a emanet ederim. İkisini de Allah’a emanet ederim! Zaten Allah’tan bana emanet onlar! Kimin malını kime emanet ediyorum! Benimki de laf işte!
Servise geç kalsam: “Yorgan mı bastırdın?” Dulsun ya…
Dilim boş durmaz. Boyuna İhlas okurum. Başka sure bilmem. Dilim dönmez, ezberleyemem. Giderken gelirken hep İhlas…
Bir de eve gelirim, küçük altını kirletmiş. Her taraf berbat!.. Büyük bakamaz ki ona. O da küçük!.. Olsun olsun da beş beş buçuk yaşında olsun! Çocuklarımı evde sağ bulduğuma dua ederim!
Haydi, yak sobayı! Soy bakalım! Getir leğeni içeriye! Oturt içine! Bir elinde tas, bir elinde sabun… Yıka, köpürt! Üşütme! Sar sarmala! Giydir, oturt! Viyak viyak viyaklar bir yandan. Öteki de ciyaklar! Anne geldi ya… Sustur! Yemek yap! Yedir! Al eline işini otur! Dantel yetişecek!
Otobüse tirene biletsiz çok binmişimdir. Kul hakkı geçmiştir ama ne yapayım? Param yok! Bir o yana giderim bir bu yana… Aradan kayacağım ki yakalanmayayım. Yol uzun… Yaya gidilecek gelinecek gibi değil!
Bayraklı’da otururken, her gün karyolanın altında kâğıt iki buçuk lira olurdu. Kim getirirdi, kim koyardı, nerden gelirdi bilmem. Ah! Nasıl isterdim, o evimi görmeye gideyim ama param yok ki! Gidemem!..”
“Nasıl bir evdi? Ne özelliği vardı?”
“Ne bileyim? Yerden bir ev işte! Düzayak… Küçük bir avlunun içinde… Avluda odunum kömürüm… Topu topu bir oda… Bir kapı, iki küçük pencere… Biri sokağa bakar, biri avluya… Orada yer içer oturur, uyursun. Kenarda soba, yerde minderler… Gündüz işe giderim. Akşamları bir yumak boşaltırım. Elim güzeldir. İşimi beğenirler. Kız çeyizi dantel örerim.”
“Ay! Yeter artık kardeşim! Anlatma! Bana fenalık geldi! Güzel şeylerden bahsedelim, içimiz açılsın! Sen de hatırlayıp hatrlayıp üzme kendini! Olan olmuş, biten bitmiş! Geriye bakma! Bundan sonra ne yapacaksın, onu düşün! Aç mezarı yok ya! Çocuklarını da büyütmüşsün. Bu işten kârın, onlar olmuş. Allah evlat acısı vermesin! Her şeye katlanılır! Her şeyin çaresi var. Bir ölümün çaresi yok!”
Benzer hayat hikâyeleri… Birinin derdi, çoğunluğun derdi… Adı Hayriye… Annem ona “Hayruş” derdi.
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ – 714