- 772 Okunma
- 6 Yorum
- 6 Beğeni
Feleğin Gözü Kör Olsun
.
Bazılarınız belki gitmemiştir ama ben Suriye’ye çok gittim. En az 150 defa.
Yoksulluk diz boyu.
Zugara’da yolun kenarında durdum. Antep fıstığı tarlası. Ağaçlar Türkiye’dekilerden biraz cılız. Fıstıkların tam kızarma zamanı. Öyle güzel bir renk almış ki.. Birkaç resim çekmek istiyorum. Çektim.
Yola, arabaya doğru yürümeye başladım ki oralı yaşlı biri, el kol işareti yapıp, Türkçe “Dur, dur” diyerek bana doğru koşar adım geliyor. Bekledim. Geldi. Türkçe konuşuyor. Antep’in bir köylüsü gibi. Giyimi Anadolu insanı, yüzü sakalsız, tıraşı uzamamış. “Gözüne kurban olayım, geldiğin yerlere kurban olayım. O geldiğin yerdeki topraklara kurban olayım. O geldiğin yerdeki Türklere kurban olayım. Hoş gelmişsin sefalar getirmişsin.”
Şaşırdım mahcup oldum. Ben aşağı kalır mıyım “Ben de senin o konuştuğun güzel diline kurban olayım. Seni veren Allah’a kurban olayım” dedim. Sanki öz amcam gibi yakın geldi, kanım ılıdı. Kırk yıllık hasretle sarıldık öpüştük.
“Arabayı görünce dedim bu kesin Türk, Türkiye’den gelmiş..” Plaka 06 zaten.
Elindeki poşette yeni toplanmış taze çam fıstıklarını bana uzattı “Bunları alelacele sana topladım. Al bunu” dedi. Çok teşekkür ederek aldım.
“Ben,” dedi az ilerideki köyü göstererek “Zugara’lıyım. Biz Türkmeniz. Barak Türküyüz. Zugara tamamen Türk. Şuradaki Boz Hüyük Köyü, onun hemen yanındaki Ezo Gelinin köyü olan Kozbaş Köyü (okumadınızsa Ezo Gelin ile ilgili şu yazımı okumanızı öneririm: www.edebiyatdefteri.com/189278-ezo-gelin/ ), biraz ilerideki Göllü hepsi hepsi Türk. Şu mıntıkada 94 pare Türk köyü var.” 200 metre ötedeki sınırı gösterdi. “Şu duvar bizi ayırmış. Ha n’olurdu sınır 200 metre daha bu yandan geçseydi..?” "1950’den önce sınır da , duvar da yokmuş!"
“İşte, dedim, Atatürk’ün Misak-ı Milli ’si de oymuş.”
Atatürk deyince gözleri parladı “Vay ona da kurban olayım. Ahh Atatürk ahh, mekanı cennet olsun. Nerde öyle adam. Bir daha gelmez ki.. Birkaç yıl daha yaşasaydı kesin buraları da alırdı.”
İkimizde biliyorduk, alırdı. Kesin alırdı.
Köyde evinin yerini tarif etti. “Mutlaka gel bi çayımı iç. Bekliyorum” dedi.
“Gel seni köye bırakayım” dedim. Biraz daha oralarda olması gerekiyormuş.
Sarıldık, öpüştük, ayrıldık.
Bir gün uğradım yanına.
Nasıl mutlu oldu, nasıl mutlu oldu anlatamam. Baştan söyledim "Sakın yemek falan hazırlatma. Karnım tok. Bir çayını içip gideceğim, işim var” dedim. “Yemek olmadan olmaz” diye çok ısrar etti. Kabul etmedim.
Oradaki yaşantılarını falan konuştuk. O karşılaştığımız fıstık tarlası onunmuş. Başka da varmış. “Buralar sahipli, boş değil” demek adına günde birkaç defa tarlaları dolaşıp kendini gösteriyormuş. Değilse birileri gelip ürünleri toplayıp gidiyormuş. O yüzden ürünleri genellikle erken hasat ediyorlarmış.
Türkiye özlemi her şeyin üstündeydi.. Yozgat taraflarında akrabaları varmış ama gidip gelemedikten sonra ne fayda.
1950 yılına kadar rahatlıkla geçilebiliyormuş. O zamana kadar Türkiye’den ayrı oldukları pek hissedilmemiş. “Benim pek aklım yetmiyor da, babam rahmetli anlatırdı, ‘1950 yılında tel örgüler çekildi, sınır boyu mayınlar döşendi. İşte o zaman ayrılık koydu bize’ derdi.” O mayınlar sınıra değil de yüreklerine döşenmiş aslında.
Derin bir ahh çekti.. İçerden ciğerlerinin koptuğuna eminim.
“Feleğin gözü kör olsun” dedi..
-
Suat Zobu
-
YORUMLAR
"Propaganda filmi" bu gerçekliği anlatmak için çekilmişti.
Ancak, ülkemizde Yalancı Tarih, Dayatma Coğrafya, Uydurma Sosyal bilimler vs... dersleriyle verilen sözde eğitim (şimdi daha beter ya...) sonucu oluşturulan sanal toplum yapısı bu gerçeklerin hepsinden uzak olduğu için, çoğu kimse hiç bir şey alamadı bu filmde verilmek istenen mesajlardan.
Ellili yıllarda Marshall yardımı adı altında ülkemiz bağımsızlığının katli ile, ortadoğu'nun ırzına geçilmesinin yolları açılmıştı. (şimdilerde yüceltilmek için uğraşılan o dönem!!!) Şu anda da yeni aktörleriyle son rötuşları yapılan o projenin seyrindeyiz hep birlikte.
Neyse! Dilim bozulmaya başlayacak gibi. Bu tertemiz sayfaya gölge düşürmemek için susmak gerek. Kendi adıma...
Gördün mü abim!.. Yaşadığın ve paylaştığın minicik bir anı beni koparmaya yetiyor.
Eşsiz paylaşımın adına tebrikler.
Selam ve saygılar kardeşinden...
Bu bir anı mı? EVET.
Bu siyasi bir yazı mı? EVET
Ama fikir empoze etmeden, düşündüren siyasi bir yazı.
Fikri, keşke yi okuyucuya bırakan bir siyasi yazı.
Sağ olsunlar bizde ki siyasiler siyaseti öyle bir hale getirdiler ki,
-kavga etmek, hakaret etmek- olarak algılamaya başladık artık.
Ben payıma düşeni aldım.
"Ahh... Keşke" dedim. Düşündüm kaldım.
Kıymetli kardeşim.
Köylerimizi, köylümüzü de yazdın.
Bazılarımız o günlere gitti. Duygulandı.
Bazılarımız da "Ne yapalım yani o zaman öyleymiş şimdi de böyle."
deyip yazıya ilgi göstermedi.
O da yazılacak, bu da.
Ama ustaca yazılıp, okuyan düşünüp kalacaksa tabii.
Bilmek gibisi var mı hiç?
Kalemin yüreğin var olsun.
Selam, Saygı ve Hasretle öperim gözlerinden.