- 514 Okunma
- 1 Yorum
- 2 Beğeni
707 - TÜRKUAZ
Onur BİLGE
“Türkuaz,
Bugün Kaptan’a telefon ettim. “Ağabey bir yerde buluşalım, konuşalım. Çok canım sıkılıyor.” dedim. Hiç reddeder mi o beni! “Melli Çarşısı’na gel!” dedi. Oradaki kahvede buluşuyoruz ya çoğu zaman. O da biraz yürümüş oluyor. Birer çay içiyoruz, sonra da gidiyoruz dileğimiz yere. Yine öyle oldu. Oradan çıktık, doğru Karaloğlu’na…
Hava inanılmaz derecede sıcaktı. Yürüyünce ter içinde kaldık. Halbuki şubatın ilk haftası bile dolmadı daha. Ceketlerimizi çıkardık. Güneşte oturulacak gibi değildi. Ala gölge bir banka oturduk. Etraf insan doluydu. Kış günü böyle hava bulmuşlar, eve mi kapanacaklar!
Hafif bir rüzgâr vardı. Terli terli oturunca biraz belli etti kendini. Gösterdi marifetini. Ceketlerimizi omuzlarımıza koyduk. Daha sonra gölge koyulaştı. Güneşe çıktık. Kış güneşi kapkara yakar insanı. Sanki sobanın başındaydık. Hani üşüdüğümüzde sırtımızı ısıtırız ya… Aynen öyle…
Antalyalılar şöyle derler: “Sobayı iyice kızdırdım. Yargınımı verdim ateşe! İliğim kemiğim ısındı!”
Denizde önce sis vardı. Açık gri olmuştu. Buharlaşma mı fazlaydı, esinti mi yoktu, nedense… Silinip gitmişti. Ufuk çizgisi kaybolmuştu. Gökyüzüyle aynı renkteydi. Sonra yavaş yavaş mavileşti, masmavi oldu. Güneşin dik vurduğu yere, yani açıklardan sahile geniş bir yol halinde kar yağmış gibiydi. İki tarafı kıpır kıpır türkuaz, ortası karyağdılı, prıl pırıl gümüşi simli… Ne kadar da canlıydı türkuaz, cam gibi parlıyordu.
Epey konuştuk. Ona, son günlerde içinde bulunduğum ruh halinden bahsettim. “İpler çoktan koptu. Tekrar bağlantı kurulsa bile hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. İçimde aşkla nefret mücadele halinde… Bir türlü kozlarını paylaşamıyorlar. Bir taraftan rahatladığımı hissediyorum. Omuzlarımdan büyük bir yük kalkmış gibi… Bir taraftan da ummaktan ve beklemekten yorulduğumu duyuyorum. Boğuluyorum! Bu sıcak soğuk çatışması beni mahvediyor!” dedim.
“Kimseden bir şey beklemeyeceksin! Kendine yetmeye çalışacaksın! Beklentiler yorar insanı, canından bezdirir. Hayatının kıymetini bileceksin! Her anını değerlendirerek yaşayacaksın! Ne kadar sıkıntı, dert, keder varsa ayıkla, çıkar at ruhundan! O, en kıyamadığın olsa bile…
Hayatına çok fazla insan almayacaksın! Kendine yaşamak için saha açacaksın! Yanına çok sayıda genç geliyor. Onlara elinden geldiği kadar yardımcı olmaya çalışıyorsun. Tecrübelerinden faydalanmak isteyenler için hiçbir şey demiyorum. Azami istifade etsinler. Baktın ki nasihat almak istemiyorlar, konuşmayacaksın! Anlamıyorlarsa uğraşmayacaksın! Zorla yola sokmak için kendini paralamayacaksın!
Başkalarını affedebilirsin belki ama kendini asla mazur göstermeye kalkmayacaksın! Kin ve nefretin yerine anlayış ve hoşgörüyü koyacaksın! Sana ait olmayana el uzatmadığın gibi sana ait olmayan gönlün kapısını zorlamayacaksın! Yavaşça oradan uzaklaşacaksın!
“Vazgeçemiyorum!” diye bir bahane kabul edilemez! Vazgeçemeyeceğimizi sandığımız nelerden vazgeçtik bu zamana kadar! Arkanı dönüp gidecek, bir daha kafanı çevirip geriye bakmayacaksın! “Olmadı! Olmuyor!..” diye yılmayacaksın! Olduruncaya kadar gayret edeceksin! Başarmadan bırakmayacaksın! Bu savaşı ancak bu şekilde kazanabilirsin!” dedi.
Kaptan’ı hiç öyle görmemiştim. O sakin, anlayışlı, hoşgörülü adam gitmiş, yerine kaya gibi sert bir şahsiyet gelmişti! Yapmam gerekenleri takır takır saydı ve sustu. Öyle Hazreti Nuh’un oğulcuğuna nasihati gibi yumuşacık değildi dili. Bir komutanın askerine hitabı gibiydi. Öylesine belirgin ve kesin! Çivi çakar gibi!
O konuşurken her zamanki gibi yüzüne uzun uzun bakamadım bu defa. Suratı asık, kaşları çatık, ses tonu hiç duymadığım gibiydi. “Sonunda onu kızdırmayı başardın kahrolasıca!..” diye kızdım kendime.
O bana kızmamıştı aslında. O, zafiyetime kızmıştı. Kısa sürede kendimi tamamen toparlamamı, çakı gibi olmamı istiyordu. Doping yapmıştı kendince. Soğuk suya atmıştı sarhoşu, ayılsın diye. Şoka girene tokat atmıştı, şifa niyetine. Baktı ki ricayla olmayacak, emre mecbur kalmıştı. İyi bir şamar oldu bana! Osmanlı tokadı!..
“Buralardan gitmek istiyorum Kaptan. Ondan ayrıldım, senden kopamıyorum!” dedim, o öfkesinin üstüne.
“Ne demek benden kopamamak! Gitmek istiyorsan derhal!..” dedi. “Ne yapmak istiyorsan hemen yapacaksın! Yarın gelmeyebilir. Düşün taşın! Kendine güvendiğin, pişman olup da tekrar buraya gelip de yerleşmek istemeyeceğinden emin olduğun anda hemen paketlemeye başla eşyanı, biletini aldığın gibi git!”
“Benden bıkmış gibisin. Yoksa sen de benden mi kurtulmak istiyorsun ağabey?”
“Asla! Onca samimiyetten sonra böyle bir şeyi nasıl aklına getirebiliyorsun? Seni ne kadar sevdiğimi biliyorsun.”
“Yani “Hemen git!” dedin de…”
“Git! Gidebileceğini hissettiğin anda hemen kalk git! Başka türlü olmaz zaten. “Gitsem mi gitmesem mi? Yok, dayanamam, gelirim…” Böyle bir düşünce “Kendime güvenemiyorum.” demektir. Kimse önemli değil! O da ben de… Kimse önemli değil! Sen önemlisin! Yalnız sen!..”
“Gidersem, sırf seni görmek için geleceğim Kaptan. Bu konuyu düşüneceğim. Kısa süre sonra sana kararımı bildireceğim. Çok fazla duygusalım. Epeyce de romantiğim ama tükendim artık.”
“Farkındayım. Yalnız senin iyiliğin için istiyorum gitmeni. Şu sıkıntın bir geçsin… İstersen tekrar dönersin ama sağlıklı bir şekilde… Yine beraber oluruz kısmetse… Ölmez sağ kalırsak…”
“Ağzından yel alsın! Deme bana öyle şeyler! Bak, gidemem sonra!” dedim. Gözlerim doldu. Omzuma okkalı bir tokat attı!
“Sakın ha!..” dedi. “Seni artık son derece güçlü görmek istiyorum!”
“Beni öyle bulacaksın! Merak etme! İçkiyi nasıl bıraktıysam… Bu şehri de öyle terk edeceğim! Fakat seni asla! Asla bırakmayacağım! Uzaklardan da olsa hep beraber olacağız. Telefon diye bir şey var! Mektup var! Param olursa atlarım otobüse, gelir görür giderim! Beni misafir etmez misin bir iki günlüğüne?”
“Etmez olur muyum abem!” dedi, Antalyalı Antalyalı… A harfini kalınlaştırarak ve uzatarak. İkimiz de güldük.
İşte böyle Türkuaz! Bugün de böyle geçti.
Mütereddit”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ – 707
YORUMLAR
Denizde oluşan turkuaz tarifi ancak bu kadar yapılabilir...
insanlara özellikle gençlere yaklaşım nasıl olmalı...
Başkasını affet, kendini asla...
Vazgeçmenin kaybetmek olduğunu...
Ertelemenin zarar vereceğini... hemen yapılması gerektiğini..
Bilgilendirici ve düşündürücü bir yazıydı... Saygılar...