BABAM ADINA UTANMAK
Her çocuk gibi babasına düşkün bir kız çocuğuydum. Babam anlayışlı, esprili, yumuşak, sakin huylu bir adamdı. Bize yani anneme, abime ve bana çok düşkün bir aile babasıydı. Belki de bu yüzden babamı çok seviyordum. Aklımda onunla ilgili hiç kötü bir anım yok. Ama bir anım var ki onu ömrümce hiç unutamıyorum. Dokuz yaşında küçük bir kız çocuğuydum, bir gece uykumdan acılar içinde uyandım. Ateşim çok yükselmişti, boğazım, kulaklarım, burnumun içi yanıyor, canım acıyordu. Ağlayarak annemle, babamın odasına koştum. Annem bütün gün evde, babam ise dışarıda çalışarak yoruluyordu. Derin uykuda olan insanları gözyaşlarıyla uyandırdım. Annemle, babam beni karşılarında ağlayarak görünce telaşla yataklarından fırladılar. Anneme hasta olduğumu, canımın yandığını söyledim. Bunun üzerine annem eliyle başıma dokundu, şaşırarak geri çekti elini. ‘’Bu çocuğum çok ateşi var!’’ dedi babama. Abimi bırakacak kimsemiz olmadığı için annem evde kaldı, beni hastaneye babam götürdü. Evimize en yakın olan hastanenin aciline gittik. Acil gecenin o saatinde bile tıklım tıklımdı. İçeride bir sürü hasta ve hasta yakını vardı. Bir, iki doktor ve hemşireler hastalara koşuşturuyordu. Babam telaşlı şekilde beni kucağından yatağa bırakıp etrafına bakındı. Bu sırada erkek bir doktor yanımıza geldi ve neyimin olduğunu sordu. Babam doktora ateşimin çıktığını, boğazımın, kulaklarımın ağrıdığını söyledi. Acilde o sırada durumu ağır olan hastalar vardı, onlardan biride on altı yaşında intihar eden bir genç kızdı. Ailesi kapının önünde ağlayarak kalabalık yaratıyordu içeride. Çocuk aklıyla gördüklerimi şimdi düşününce o geceyi daha iyi anlıyorum. ‘’Benimle ilgilenmiyorlar!’’ diye kızdığım doktorlar meğer o an başka bir canı kurtarmaya çalışıyorlarmış. Ben bu durumu o gece fark edememiştim. Babam daha fazla dayanamayarak, heyecanına ve öfkesine yenilerek doktorlara karşı yüksek sesle bağırmaya başladı. Doktorlar babamı sessiz ve sakin olması için uyardılar. Bunun üzerine babam daha çok öfkelenerek doktorun üzerine yürüdü. Doktor babama ‘’Biraz ötede çocuk hastanesi var çocuğu oraya götür. Çocuk doktorunun görmesi lazım!’’ dedi. Bu cümleden sonra babam çılgına döndü ve kendisine hiç yakışmayacak o hatayı yaptı. Babam doktora ‘’Çocuğum ölüyor burada bir şey yapsana, senin işin ne lan!’’ diyerek hakaretlerine devam etti. Düzgün konuşması için uyaran doktora çok sert bir yumruk attı. Kırklı yaşlardaki adam yere yığılmıştı, arkadaşlarının bazıları can çekişen genç kızı yaşatmak için uğraşırken iki hemşire koşup doktoru yerden kaldırmak için yardım etti. Adamcağızın burnundan kanlar geliyordu. Sinirden çıldıran babamı durdurmak için hastane polisi kollarından tuttu. O sırada sedyenin üzerindeki genç kız ölmüştü, ailesi feryat ederek kendilerini yerden yere atıyordu. Ben küçük bir çocuktum ve hastaydım, o gece yaşadığım hüzün, korku, heyecan beni fazlasıyla etkilemişti. Benden altı, yedi yaş büyük bir kızın burnumun dibinde ölmesi ayrı bir etki, babamın gözümün önünde bir doktoru dövmesi apayrı bir etki bırakmıştı zihnimde ve ruhumda. Doktor babamdan, babamda doktordan şikayetçi olunca bizleri karakola götürdüler. Asıl olan bana olmuştu acılar içinde çocuk hastanesine gitmeyi beklemiştim saatlerce. Karakolda işlemler bitince hastaneye gidip muayene olmuştum. O kötü gece geçip gitmişti, bende iyileşmiştim artık. Babamın doktorla olan davası başlamıştı, duruşmaya katıldık. Babam beni de o gece için çok doldurmuştu, çocuk aklıyla ‘’Doktor bana bakmadı!’’ diyerek içten içe kin duymaya başlamıştım. Babamın yaptığı yanlış davranışı beni korumak için yaptığı doğru bir hareketmiş gibi algılıyordum. Çocuktum, bilmiyordum. Bir sonraki duruşmada babama para cezası verildi, olay kapanmıştı hepimiz için. Ve on beş yıl geçmişti, ben yirmi dört yaşında bir genç kızdım. Büyümüştüm. Biz büyüdükçe annem ve babam yaşlanmaya başlamıştı. Babam çok sigara içen, kilosuna dikkat etmeyen bir insandı, kendisine hiç bakmıyordu. Yine öksürük krizleri başlamıştı, ne kendisi uyuyor nede bizi uyutuyordu öksürük sesleri. Ona sigarayı bırakması için ısrar ettiğimizde bize kırılıyordu. Bizde ona bu konu hakkında baskı yapmaktan vazgeçmiştik. Babam bir gece uyurken gördüğü rüyayı birkaç gün daha görmeye başlamıştı. Aynı rüyayı birkaç kez görmenin merakı ve etkisiyle benimle dertleşme gereği hissetmişti. Rüyasında deniz kenarındaymış beyaz bir atın üzerinde beyazlar içinde bir adam gördüğünü söyledi. Adamın kıyafetleri, başındaki örtü beyazmış kafası, ağzı, yüzü kapalıymış sadece gözleri açıkmış. Adam atıyla hızlı şekilde babamın üzerine doğru koşuyormuş, babam korkudan kenara çekilirken heyecanla uyanıyormuş. Bunun ne demek olduğunu sorup durdu bana. Babama ‘’Güzel şeyler olacak, güzel haberler alacaksın hayırlara çıksın.’’ diyerek moral verdim. Ama içten içe asıl düşüncem rüyaların bir anlamı olduğuna inanmamaktı. Hiçbir rüyayı ciddiye almıyorum, benim için bir anlam içermiyorlar. Babama gerçek düşüncelerimi söylemeyerek onu rahatlatmaya çalıştım. Bu sırada öksürük krizleri daha da artmış, boğazı ağrımaya başlamıştı. Öksürüğünü sigaraya yorarak ciddiye almıyorduk fakat babam gün geçtikçe kötüleşiyordu, bir akşam babam fenalaşmaya nefes alamamaya başladı. Annem, abim ve ben heyecanla babamı arabaya bindirerek hastaneye götürdük. Hastaneye vardığımızda hemen acile girdik oradaki doktorlardan biri bizimle ilgilendi. Babamın durumunu anlatınca onu yukarıya, üst kata yatırdılar. Orada görevli olan genç bir erkek doktor bizi karşıladı. Üzerinde kat kat giyilmiş önlükler, ellerinde eldiven, yüzünde maske vardı. Genç doktorun sadece gözlerini görebiliyordum orada da acı bir yorgunluk vardı. O genç doktor babamla çok ilgileniyordu, o kadar kibar, sevecen, umut verici bir hali vardı ki. ‘’Kendi yorgunluğunu nasıl yenebiliyordu? Fedakarlık bu olsa gerekti.’’ diye düşünmeden edemiyordum. Babamın test sonucu gelmişti, sonuç pozitifti. Kaç gündür öksüren, hasta yatan babamı normal bir hastalığa yakalanmış, sigara bağımlısı biri zannederken meğer o malum virüse yakalanmıştı. Adını bile anmak istemiyorum! Babamın testi pozitif çıktığı için bize de test yaptılar ve ne yazık ki bizde o hastalığa yakalanmışız da haberimiz yokmuş. Uyarıları hiç dikkate almamıştık, maske takmamıştık şimdi kabul ediyorum bizler bencil, dikkatsiz, düşüncesiz, rahat ve an acısı cahil kimselerdik. Bu cehalet okuma, yazma bilmekle, başarıdan başarıya koşmakla ilgili değildi. Bu cehalet söylenenleri dinlemeyerek, hiçbir şekilde gerçekleri kabul etmeyerek, kendi düşünce ve tespitlerine körü körüne inanarak yaşamaktı. Oysa bizi uyarmışlardı! Hem de güvenmemiz gereken, bilimin ışığında yürüyen insanlar tarafından uyarılmıştık. Bizler ise kendi bildiğimize inanarak hareket ettik. Ne biliyorduk peki? Koca bir yanlış! Koca bir hiç! Hiçbir şey bilmiyorduk. Saygı, anlayış, empati, hoş görü, utanç. Bunları da bilmiyorduk, bilmiyordum. Ta ki o güne kadar. Abimle, ben iyileşmiş eve gönderilmiştik ama annemle, babam hala tedavi görüyordu, özellikle babamın durumu daha kötüydü. Annemle, babamı ziyarete gittiğimde uzaktan bir an görme fırsatı bulabildim. Onları öyle görünce canım yandı, özellikle babam hiç iyi değildi. Doktorlar, hemşireler onların ve diğer hastaların başında koşup duruyorlardı. Fazla duramadan çıktım dışarı ağlayarak dua ederken babamla ilgilenen o genç doktora gözüm takılmıştı. Yanına gelen yaşlı bir adamla konuşuyordu, birlikte birkaç adım attıktan sonra yaşlı adam elindeki beyaz önlüğü giydi. Onun doktor olduğunu o an anlamıştım. Yüzünde maske vardı fakat yine de bana tanıdık gelmişti, nedense bu yaşlı adam dikkatimi çekmişti. Neden böyle olmuştum? Bu adamı nereden tanıyordum? Bunları düşünürken genç doktora babamla ilgili sormam gereken bir, iki şey için yanına gittim. İşte o sırada yaşlı doktorla göz göze geldim. O gözler tanıdık gelmişti, içlerine derin derin bakınca o geceyi, o incinmişliği, o kırılmışlığı, o utancı gördüm! Bunun üzerine genç doktorun yaşlı adama ‘’Baba’’ demesi beni olduğum yere çivilemişti. Donup kalmıştım, yüzümdeki maske bir nebze olsun utancımı örtüyordu. Yaşlı adam beni tanımasın diye içimden dua ediyordum, gözlerimi adamın gözlerinden kaçırıyordum. O gözlere bakmaya cesaret edemiyordum, her baktığımda o gece olanları an an görüyordum. En acısı çocuk aklıyla, dolduruşa gelerek nefret ettiğim doktorun annem ve babam için oğluyla birlikte seferber olmasıydı. Baba, oğul el ele verip annemle, babamı iyileştirmek, hayatta tutabilmek için saatlerce emek veriyordu. Gün içinde insanlar tanıdıkları veya tanımadıkları insanlarla kavga ederler. Hiç biri bir daha birbirini görmez, birbirine muhtaç olmaz. Fakat kavga ettiğiniz insan bir doktorsa her zaman ona muhtaçsınız demektir. Bu olay bana bunu anlattı. Acaba o yaşlı doktor beni tanımış mıydı? Tanısa bir şey söylemez miydi? Ne söylerdi? Neden söylemedi? Beni ve babamı tanımadı mı? Peki ben ne söylemeliyim ona? Özür, teşekkür, minnetten başka? Babam! Babam gözlerini açıp o doktoru görse ne derdi? Hatırlar mıydı yaptıklarını? Tanır mıydı o doktoru? Hiç utanır mıydı geçmişte yaptıklarından? Ben utandım! Hem de başkası adına! Babam adına utandım! Ve başkası adına da özür diliyorum, tüm kalbimle hepsinden. Babam adına özür diliyorum!
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.