- 437 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Ağlamak!
İlk insanın ne zaman ve nerede, nasıl ve niçin aǧladıǧını bilmek isterdim. Bunu son zamanlarda o kadar merak ediyorum ki, adeta kâhin olarak bunu bilmek için aklımın bütün erebileceǧi olanakları kullanarak bulmak istiyorum. Elimden gelse ve imkanlarım elvermiş olsa dünyanın en büyük kütüphanelerinden giderek bu merakımı ve kafama takılan bu soruyu cevaplandırmak için bütün enerjimi kullanmak için zaman ayırmaktan çekinmezdim. O insanın temel ifade biçimlerinden birisidir. İnsan psikolojik bir varlık olduğu ve duyguları her şartta aklından üstün geldiǧi için aldıǧı kararların çoğunluğunu duygularının gücüyle alarak günümüze kadar gelmiştir.
Bu denemeyi önce ağlamanın batı dillerinde ki karşılıǧıyla yazarak başlayacağım. Aǧlamanın Latince karşılıǧı; lacrimare ve flere, İnglizcesi; craying ve weep, Fransızcası; chialer ve pleurer, İtalyancası; Latince asıllı kökten gelen; lacrimare ve piangere olarak dünyanın yerleşik dillerine girmiştir. Her millette aǧlamayı farklı yorumladıǧı için, ağlamanın formları da her konuda olduǧu gibi milletten millet farklılık göstermektedir. Sahi niye ağlarız? Bazen canımız yandığında, bazen başkalarının canı yandığında ama en çok içimiz yandığında aǧlarız. Dil becerimiz yetmediğinde, konuşmayı beceremediğimizde akar yaşlar ve dile gelir, acı söyler, mutsuzluk söyler, huzursuzluk söyler, korku söyler ama illa ki çaresizlik söyler. Ne zaman ki, güç yetmez, ne zaman ki sabır yetmez, ne zaman ki dil bilgisi yetmez, ağlarız. Yine tarihsel bir bakış açısından yola çıkarsak aǧ lamayı da bir mitolojiyle dayandırarak izah edeceǧim. Rivayete göre Frigya Kralı olarak da anılan, ve şimdiki İzmir İlimizle – Manisa arasındaki Spil ve Yaman Daǧ ları çevresinde, bu daǧ ile aynı adı taşıyan ve ancak günümüzde herhangi bir izine rastlanılmamış olan Sipylus kenti olarak, tahminen M.Ö. 12. Yüzyılda hüküm süren ve bir yerel bir bey olan Tantalus’un ve eşi Dione’nin kızı olan Niobe, Thebes kralı Amphion ile evlenmiş bir kadındır. Thebes özbeöz Anadolu’ludur. Niobe‘sin trajik yazgısı (kaderi) hakkında efsaneler bize saǧlam bilgi vermemekle beraber onun Pelops’un kızkardeşi olduǧunu da iddia ederler. Peloponnese aynı zamanda Mora Yarımadasın’ın Batı dillerindeki ismidir de.
„Yurdu kendisinden birkaç yüzyıl sonra Lidya uygarlığının doğacağı bölge olduğundan, bazı kaynaklar Tantalus, Pelops ve Niobe‘yi de Lidyalı veya "ön Lidyalı“ sayarlar. Yunan mitolojisine göre Niobe’nin yedi kızı ve yedi oğlu olmuş, çocuklarının sayısından dolayı tanrılara böbürlendiği için oğulları Apollo, kızları Artemis tarafından öldürülmüştür. Evlat acısı ile yurduna dönen Niobe Spil Dağı’nda taş kesilmiş ve günümüzde „Ağlayan Kaya“ olarak bilinen, literatürde bazen, aynı dağdaki Hitit Kybele heykeli ile yakın geçmişe kadar karıştırıldığından, „Taş Suret“ olarak da anılan oluşuma dönüşmüştür. Niobe’nin kayası Manisa‘nın önemli ziyaret yerlerinden biridir. Spil Dağ‘’na komşu Yamanlar Dağı‘nda Niobe’nin babası Tantalus’un mezarı ve kardeşi Pelops’un tahtı bulunmaktadır. Alıntı {Ekrem Akurgal: Anadolu Uygarlıkları (Türk Dilinde, Net Yayıncılık, 1998}. Eskiler, içinden ağlamak geldiği halde gözyaşlarını tutmaya çalışan gençlere ağlamalarını tavsiye eder, „Ağlarsan açılırsın, rahatlarsın“ derlerdi. Günümüzde tıp uzmanları da ağlamanın fiziksel ve ruhsal sağlığımız açsından çok yararlı olduğunu belirtiyorlar. Ağladığımız zaman, vücudumuzdaki stres hormonları gözyaşlarıyla vücuttan uzaklaşır ve biraz sonra rahatladığımızı hissederiz. Gözyaşları, bünyenin güvenlik subaplarıdır. İçinizde sakladığınız duygular birike birike bir gün patlama noktasına gelir. İşte o zaman ağlayabilirseniz, emniyet subapları yani gözyaşları sizi ağır bunalımlardan kurtarır.
Saǧlıklı yaşamak için biz insanların her şeyden önce degeli bir ruh saǧlıǧına ihtiyacı vardır. Ve her şeyden önce ruh saǧlıǧımızın dengeleri koruması lazımdır. Eǧer duygularımızı bastırıp onları görmezden gelirsek ileride büyük psikolojik sorunlarla karşılaşabiliriz. Bu nedenle ileride doǧacak kişisel sorunlara maruz kalmamak için kontrollü ve düzenli olarak duygularımızında coşmasına kesinlikle müsade etmeliyiz. Bu insanı ihtiyaçların dengeli bir biçimde karşılanması sartıyla sorunsuz bir geleceǧin de garantisidir aynı zamanda. Bu nedenle insan bir çok konuda içinden geldiǧi mecburiyetinide mutlaka bilmelidir. Bu denemede konu olarak „aǧlamaǧa“ ayrıldıǧı için büyüteç altına alacaǧ ım konu etraflı bir inceleme ve araştırmanın ürünü olacaktır.
Ağlamak sinir sistemimizin emniyet sibobumu acaba ağlamak bazı acılarda yetmez, bazı ölümlere. Örtüsüdür bazı acıların, örter, örtülmez, savunur bir süre. Ağlayanlar sevinmeli, sevin ağlayabiliyorsan, acılar art arda dinmeli. Duru bir nöbetçe gibi, durur bir bekçi gibi, zaman gülmeli – gülmeli. Sevin ağlayabiliyorsan, unutmanın kardeşidir ağlamak, uyur uyanır yatağında duyguların, düşüncenin kucağında hep çocuktur ağlamak.
Ama aǧlamak üzerine yine de çok az bilgimiz var. Bilgilerimiz sadece psikolojik bir sürecin sonucu salgı bezleri kanallarının beyinden aldıǧı emirle harekete geçerek bu süreci başlattıǧı bilim adamlarınca zaten ısbatlanmış olan bir durumdur.Yani hormonların harekete geçmesi sözkonusudur aǧlamak için. Fizyolglar yaptıkları bilimsel incelemelerden elde ettikleri sonuçlara göre; duygusal bazda aǧlamak insanın psikolojik olarak içini temizlemesinde en iyi terapidir. Aynı zamanda gözde biriken mikropları kendi kimyasal maddesinde bulunan maddeler aracılıǧıyla temizleyerek mikroplardan ve tehlikelerden korur. Bildiğimiz gibi kadınlar erkeklerden daha fazla aǧladıǧı tezini dünyanın her tarafından yapılan araştırmalar göstermistir. Bunların ikisinden daha fazla ise çocuklar ve bebeklerin aǧladıǧı herkes tarafından bilinmektedir. Bunun dışında elimizde herhangi bir kanıt olmadıǧı için herhangi bir iddia da bulunmamızda söz konusu deǧildir. Psikolojik ve sosyolojik teoriler ilginç oldukları kadar tezat sonuçlarıda sergilemektedirler aynı zamanda. Felsefecilerin aǧlamak üzerine kurdukları teoriler diğer bilim dalları tarafından spekülatif denemeler olarak kabul edilmektedirler. Her bilimdalı; tarih, antropoloji, fizyoloji ve nöroloji kendi sorularını sorarak, aǧlama konusunda bir neticeye varmak isterler. İlk olarak 1760 yılında şair Edgar Young okuyucularına “Aǧlamanın Felsefesi”yle ilgilenmelerini nasihat ediyor. Ve burada bilimsel bir eylemliliǧ in sözkonusu olduğunu vurgulayarak bu konu üzerinde o yıllarda yeterince araştırma yapılmadıǧ ından yakınıyor. Daha sonraki dönemlerde, endüstrileşmenin Avrupa’da yayılarak genişlemesinden sonra, Lakrimaloji yinede aǧlamayı inceleyen bir bilim dalı olarak kabul edilmiyor, ama bunun yerine tıpın bir bölümü olan dakriyoloji aǧlama sistemini büyüteç altına alarak sistemli bir şekilde incelemeǧe başlamıştır. Bazı ülkelerin üniversitelerinde bir kürsü olarak kabul edilmiştir. Tabi bu disiplin tam olarak oturup yerleşmediǧi gibi akademik düzeyde tartışmalarda süreceǧe benziyor. Henüz böyle bir okul olmamasına raǧmen gelecek bu konuda umut verici adımlara gebe kalacaǧa benziyor. Yakın zamanlarda; İsveç, Amerika (Teksas Eyaleti), Avustralya’da bu konuda sevindirici adımlar atılmıştır. Psikolog ve terapistler üzerinde yapılan araştırmaların sonuçlarına göre; bu meslek gruplarından olan bireylerin başlıca şikayetleri; ne temel eǧitim sırasında, nede ana eǧitim esnasında bu konuda hiç bir seminer ve referatın ilgili dekanlıklar tarafından sunulmadıǧ ının eksikliǧ idir.
Bizim insan olarak aǧlamamız, derinden ve ruhen malik olduǧumuz en zayıf noktamız sırf tıbbi ve psikolojik bilimlerle açıklanamadıǧı gibi, başka bilimsel disiplinlerden de faydalanılmıştır ve faydalanılmaktadır. Kinestoloji ve edebiyat kendi çaplarında bu psikolojik ve fizyolojik durumu binlerce drama ve edebi türleriyle izah etmeǧe çalışmışlardır. Yinede bu kültürel dokümanların yorumlanması yeterince doyurucu olmadıǧı için bir çok soru hala açıklıǧa kavuştrulmamıştır. Örneǧin Hristiyanlar’ın Kutsal Kitabı olan “İncil” aǧlamayı çaǧrıştıran yüzlerce hatırlatmaya rastlanılır. İncil bu konudaki yazılı kaynakların en eskilerinden biri olduǧu için Yakın Doǧu ve Grek – Helen kültürlerinin toplamından edindiǧi aǧlama konusundaki tecrübeleri kendi bünyesinde toparlayarak insanlıǧ ın hizmetine sunulan en büyük kaynaklardan biri olma özelliǧine sahiptir. Bu konuda, bu kutsal kitap bize şu izahı da yaparak berrak bir sunuşta da bulunmuştur: Her kim gözyaşlarını dökerse, o yaşamda sevinç toplayacaktır, o aǧlayarak gitti ve sevinç gözyaşlarının tohumlarını toplayarak geri geldi” diyerek aǧlamanın kutsallıǧını dini açıdan deǧerlendirmektedir. Eǧer bu bölümler mitolojik bir içerik kapsalar bile, duyguların coşkusunu belirttikleri için yaşamsal bir deǧer de taşıdıklarından da asla şüphe edilmemelidir.
Her şeyin değişik çeşitleri olduǧu gibi, aǧlamanın da deǧişik formları vardır; sahiden aǧlanıldıǧı gibi, sahte gözyaşları da vardır. Günlük dilimizde sahte gözyaşları “timsah gözyaşları” olarak tanımlanır. Bu aǧlama şekline “timsah gözyaşı” denmesinin sebebi ise; timsahın avını parçalarken güçlü ayaklarının olmayışı sebebiyle, ama güçlü gövdesi ve saǧlam çenesiyle avını dişleriyle sıkıp silkelerken çıkardıǧı yaşa uzmanlar bu adı vermişlerdir. Diǧer bir ifadeyle bu aǧlama şekli acıdan, elemden, üzüntüden ve sıkıntıdan gelmediǧi için ruhsal aǧlamanın dışında kalmaktadır. Ruhen samimi ve içten bir aǧlama ise; insanın özbenliǧ inden akan kimyasal bir sıvıdır sadece, ama önemi büyük olan bu aǧlama biçimi ruhun derinliklerine hitap eden ve yine ruhun derinliklerinden yanaǧa ve gamzeye aşaǧı akan ılık hayat suyudur.
Batılı kültürlerde 18. Yüzyılın sonlarına kadar ve İsa’dan önceki zamanlar da dahil olmak üzere sevinç güzyaşları romantik bir sevgiye baǧlılıktan doǧ duǧunu edebiyatçılar ve teologlar iddia etmektedirler. Bunlardan Vergil belki de ilk olarak Aeneis’ında “aǧlamayı” güzelliǧ in sembolü olarak göstermeǧe çalışandır. Vergil’in geliştirmeğe çalıştığı yönteme göre; “dekorattif aǧlama” bazen amaca ulaşmak için bir araç olarak kullanılır. Buradan bizim çıkaracaǧımız sonuç ise bu aǧlama şeklinin yorumuna ve ötekinin psiko – sosyal durumuna göre deǧerlendirilmesi gereken bir konudur. Bir hüzün şairi olan Properz’e göre ise aǧlama; eǧer sevdiǧiniz yanınızda ise, ve sevgili bunu samimiyetle algılıyorsa, aǧlamayı sevmek mutluluktur”. Böyle düşünceler Avrupa Tarihi’nde vücutsal gıda, doyum ve kendi kendini aşk ile sarhoş ederek sevince ulaşmanın bir yolu olarak da algılanmıştır. Bu dönem özellikle dinin aşırı derecede hakim olduğu Ortaçağ’da canlanan bir düşünce dönemidir.
Ortaçaǧ’ın azizlerinden olan Thomas von Aquin Summa Thologica adlı eserinde; acaba aǧlama acıların dinmesinde yardımcı oluyor mu? Sorusunu sorarken, doǧ al olarak hıçkıra hıçkıra aǧlamanın üzüntüleri azaltacaktır; çünkü içimizde sıkışıp kalan zaralı yükler, içimizi kararttıkları gibi, ruhun gerginleşmesini de aşırı derecede etkilerler. İşte bu durumda içimizde biriken sıkıntıları gözyaşları aracılığıyla boşaltabildiğimiz için, içimizde biriken acı daha kaldırılır bir hale inecektir”. Başka bir açıklamayla konuyu belirtecek olursak, kendimizi iyi hissedebilmemiz için içimizdeki sıkıntılardan ve negativ duygulardan daha az etkilenmemiz için “aǧlamak” ruhumuzu kesinlikle dinlendirecek bir haldir. Eleştırmenler ise Thomas von Aquin’in bu iddialarını dikkatle büyüteç altına alarak irdeleyerek; bu tezlerin dinsel içerikli tezler olduǧ u için, hayatın her yerinde kullanılmasının mümkün olmadıǧını savunmaktadırlar. Hangi açıdan bakılırsa bakılsın Thomas von Aquin’in tezleri ise günümüzde bile bütün yönleriyle ve her bilim dalı tarafından yinede önemli bir kaynak olarak gösterildiǧi için önemi de o kadar büyüktür. Çünkü o aǧlamayı da kategorilere indirgeyerek bilimsel bir yön verme çabasına girmiş ve bunda da başarılı olmuştur. O aǧlamayı; merhametten, pişmanlıktan, sevinçten ve acıdan kaynaklanan gruplara ayırtederek sistemli bir şekle sokmuştur. Bu konu üzerinde başka bilimsel çalışma yapan herkes, temel olarak bu kategorilerden yola çıkarak bazen nüanslarla yola devam etmişlerdir. Buna karşı Auguistunus Confessiones adlı kitabında: “inleyerek ve hıçkırarak aǧlamak, yaşamın acısından meyvalar toplamak demektir” diyerek bir soru sormaktadır. Acaba yakarışlarımızı Ulu Tanrı duyar mı? Sorusu kafasını kurcalayarak “acaba aǧlamanın kendisi bir acı mı? ve biz bütün olanlarla gereksiz bir sevincin tiksintisi ve iǧrençliǧimin mi kazanıyoruz” sorusuyla aǧlamanın öteki yüzünü gün ışıǧına çıkarmaktadır.
H. Hüseyin Arslan - Nisan 2010
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.