- 349 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
TRAFİK İŞKENCESİ
M. Sabri Haberveren
Size “15 kilometrelik bir yere, otobandan ne kadar zamanda gidilir?” diye bir soru sorsam ne cevap verirdiniz bilemiyorum. Ama İstanbul’da bu kadar bir mesafeyi ancak 80–90 dakikada gidebiliyoruz. Normal şartlarda bu kadar mesafe 12–15 dakikada gidilebilir. Bizler he sabah işe gideceğimiz zaman kara, kara düşünmeye başlıyoruz. Trafiğin yoğunluğu, yolların darlığı, çapraz geçişler, birden karşınıza çıkan ok gibi bariyerler, bariyerlerle labirente, dolambaca, bilmeceye dönüştürülmüş otoyollar, bütün enerjinizi almaya yetiyor. İşe yetiştiğinizde trafikte yaşamış olduğunuz işkence sonucu agresifleşmiş bir kişilik olarak işe başlıyorsunuz. İşinizi yapamayacak kadar yorgun oluyorsunuz. Çünkü sizi arabanız taşımamış, siz arabayı taşımışsınızdır sırtınızda.
Bu sıkışıklığa birde belediyelerin yol yapım çalışmaları, kaldırım yapma çalışmaları ve bunların gürültüsü, tozu, toprağı eklenince sinirleriniz yay gibi gerilmiş oluyor. Bu arada İstanbul’u betonla boğma, ağaçları, yeşillikleri kökünden sökme çalışmalarından, inşaatlara beton taşıyan araçlardan, inşaatlardan hafriyat taşıyan cellat benzeri kamyonlardan hiç söz etmiyorum. Meydanların kel ve ruhsuz, ağaçsız yeşilliksiz ve çiçeksiz görünümlerinde ise hiç bahsetmiyorum. Sabahleyin evinizde uykudan kaldırım yapanların, kompresörlerinin gürültüleri ile uyanıyorsunuz. Kırıcı Delici Matkapların taş kesme makinelerinin sesleri, evinizin bütün bölümlerinde sizlere eşlik ediyor. Kafanıza, kafanıza vurmayı sürdürüyor. Kulaklarınızda cayırtılarla sizi sinirden hoplatacak bir halde yeni bir gün sizi karşılıyor.
Sökülen kaldırımlara bakıyorum, 2 yıl önce yeni yapılmıştı. Hatta kaldırım kenarlarına caddeye su olukları eklenmişti. Şimdi bunlar sökülüyor, büyük ihtimalle ithal edilmiş granit görünümlü taşlar döşeniyor.
Bu arada bu işlerin yapılmasının yanında kaldırımlar, karşılıklı olarak bir buçuk metre genişletiliyor, yollar caddeler daraltılıyor. Trafik sıkışıklığı yaşayan bir kentte, kaldırımlarım karşılıklı olarak bir, bir buçuk metre genişletilmesinin sebebini düşünüyor insan. Tam bende bunları düşünüyorken trafik tıkandı. Yanımdaki kaldırım yapan ekipteki birine: ”Neden kaldırımları genişletip yolları daraltıyorsunuz? Milletin canına tak etti.” deyince adam bana “Aldığımız talimat böyle, Müteahhitler kaldırımların inşaatını metre kare hesabı yapıyor.” dedi. Pes doğrusu… Müteahhit fazla para kazansın diye kaldırımların metrekareleri arttırılıyor, yolların metrekareleri düşürülüyor. Bu arada trafik tıkanmış, vatandaş eziyet çekmiş kime ne?
Bu arada o zaman ki belediye başkanı Kadir Topbaş bir açıklama yapmış; ”Vatandaşlar trafik kurallarına uymuyor. Yazlıklarından dönen vatandaşlarımız erken alışverişe çıkıyor.” Demiş. Sayın başkan haklı. Saatlerce trafikte kalan, 10 dakikada ulaşacağı yere saatler boyu ulaşamayanlar, sinirden, trafik kurallarını ihlal ediyorlar. Hâlbuki sinirlenmemeleri lazım. Yolu daraltana, yolu kesene, toz toprak yutturana kızmaması, sinirlenmemesi ve hatta dua etmesi lazım. Sonuçta bir ticaret meselesi bu. Kaldırımın metrekaresi büyüdükçe adamların alacağı, kazanacağı para da büyüyor. Sonra evinden erken çıkıp, alışverişe gitmekte neyin nesi? “Evinizden ne zaman çıkmalısınız? Ne zaman alışverişe gitmelisiniz?” diye neden ilanlar, bildiriler dağıtmıyorlar? Her önüne gelen evinden çıkarsa, işte trafik böylece tıkanır. Evden çıkmadan belediye başkanınıza telefon açacaksınız. “Evimden dışarı çıkacağım. Çıkabilir miyim?” diye soracaksınız. Oruçlu olanlar evinden dışarıya çıkarlarsa, akşama iftara yetişemeyebilirler.
İşte her gün, trafik böyle kördüğüm İstanbul’da. Pazartesi günü bu kalabalığa, açılacak okullara öğrenci taşıyan servis araçları da eklenecek. Bu işin sorumlularının İstanbul’da ne olup bittiğinden haberi bile yok. Hiç kimse “hayatınızdan, trafikten memnun musunuz?” diye sormaz İstanbulluya. Sadece çok zengin bir millet olduğumuz için ve birileri para kazansın, ceplerini doldursun diye kaldırımları, yolları söküp, söküp yaparlar.