Avşarlar ve Zazalar arasındaki ortak halk inanışları
Avşarlar, Sakaların devamı olarak ortaya çıkan Oğuzların Bozok/Yıldız Han kolundandır. MÖ 625 (624?) yılında Alp Er Tonga’nın Persler tarafında hile ile zehirlenip öldürülmesi sonrasında Anadolu’daki Türk hâkimiyeti yavaş yavaş sona erer. Bu süreçte ilk kez Artvin’de bir kent ve ırmak adı olarak Avşar adı kayıtlara geçer. Sonrası Azerbaycan ve Dağıstan üzerinden Özbekistan’a göçerler. Özbekistan’a yerleşerek Seyhun Irmağı ve Altay Dağları arasında yaylak-kışlak bir ömür sürerler. Tomris Hatun’a ve sonrasında Hun, Göktürk, Hazar gibi hanedanlıklara destek verirler. Oğuz Yabgu ve devamında Selçuklu hanedanlıklarının kuruluşunda görev alırlar. Bulgar, Karluk, Oğuz gibi adlarla anılan Türk boyları arasında İslâm’ın yayılması ile 10. yüzyılda Müslüman olan Avşarlar, 11. yüzyılda güneye hareketlenerek Horasan’a inerler ve sonrasında Acem ve Anadolu coğrafyasına yayılırlar. Hatta Osmanlı döneminde Balkanlar ve Kuzey Afrika’ya da… Avşarlar beylik, atabeylik, devlet, imparatorluk olarak tanımlanan birçok siyasî oluşuma imza atmışlardır. Ve tabi hayatın her alanında birçok tarihî kişilik çıkarmışlardır.
Zazaların kökenin -Sakaların (İskit) ünlü hakanı- Alp Er Tonga’nın küçük oğlu Za’ya dayandığı söylenir. Babasının ölümünden sonra Anadolu’da kalan Za’nın horantasına zamanla Hun, Sabar (Sabir/Sibir), Hazar, Kıpçak gibi boylardan ve son olarak da Alevî, Kızılbaş gibi dinî tanımlamalarla anılan kimi Türkmen (Oğuz) oymaklarının/obalarının katılımı sonucunda günümüz Zazaları ortaya çıkmıştır. Bir diğer görüş ise Zazaların Akhun horantasından olduğu ve o dönemde Anadolu’ya geldikleri yönündedir. Her iki durumda da Zazalar Turan/Türk soylu bir topluluktur. Zazalar kendi içinde Dersimli, Dımıli, Goran (Gorlar) gibi birkaç kola ayrılır. Dımıli’nin sözcük anlamı “göçer” demektir. Sosyo-ekonomik bir tanımlama olan Yörüklük/göçerlik Avşarların da en karakteristik özelliklerindendir. Gor/Gur(Gür) sözcüğü Türkçe olup; Turan coğrafyasının birçok yerinde bu adla anılan topluluklar görülür. Anadolu’ya Güneybatı İran’dan (Zagros Dağları) gelen Gurmançlarla (Kürt) karıştırılmaları da bu yüzden olsa gerek diye düşünüyoruz. Gerçi Türkmen/Türkman (Oğuz/Ogur/Uğur), Gurmanç tanımlamaları da Türkçedir. Zazalardaki halk inanışlarının Türk dünyasında özellikle de yerleşik kültüre en son geçmiş dolayısı ile Türk kültürünün en özgün hali olan inanç değerleri ile tıpatıp aynı olması da cabası.. Buradan hareketle Zazaların Türkistan’dan çıkıp; Güney Türkistan (Kuzey Afganistan)-Horasan-İran üzerinden Anadolu’ya geldikleri tezi ortaya atılmaktadır. İlginçtir, Dersim ayaklanmasının elebaşlarından olan Seyit Rıza’nın bile aynı görüşte olduğu söylenmektedir. Akhunların bir kolu oldukları söylenen Zazalarda farklı kollar ve zaman dilimleri söz konusu olduğu için her iki görüş de doğru olabilir. Diyarbakır, Elazığ, Erzincan, Tunceli gibi yoğun Zaza nüfusu barındıran bir diğer ilimiz olan Bingöl’de varlığını sürdüren Az oymağının (aşiret) Asya’ya da adını veren As Türklerinin bir kolu olabileceği de göz ardı edilmemelidir. Yine bölgedeki -Alevî iklimde yaşayan- Lolan oymağının Doğu Türkistan’daki Lolan yöresi ile ilintili olabileceği de… 3800 yıllık bir Türk hatununa ait olan ve “Lolan Güzeli” olarak adlandırılan mumya ile oymağa bağlı kişilerin DNA’larının karşılaştırması Türk tarihi ile ilgili bir gizemi daha ortadan kaldırabilir. Benzer bir çalışma, Zazalarla dil benzerliği olduğu söylenen Kuzey Azerbaycan’daki Talış Türkleri ile de yapılabilir. Bölgenin önemli aydınlardan biri olan Muş/Vartolu ve dahi Zaza Alevîsi M. Şerif Fırat da Zazalar konusuna Türkistan-Horasan-İran çizgisi (hat) üzerinden açıklama getirmektedir. Zazaların tarihinde İran kökenli Zerdüştlük inancının hiç görülmediğinin ve yine Fatih’in hocalarından olan Molla Güranî’nin Gurlar (Guran) oymağından olduğunun da altını çizelim. Hatta Doğu Türkistan’ın başkenti Urumçi, -günümüzde “Avşar kenti” olarak da anılan- Güney Azerbaycan’ın Urmu (Urmiye) kenti ve Pelasglardan (Dokumacı Sakalar) hareketle Rumların Türkistanlı olduklarını ve Greklerle karışarak zamanla eridiklerini (asimilation) söyleyen tarihçiler de vardır. Anadolu’daki Abdallar (Ebdalit) da Akhun tayfasındandır bu arada.
Avşarlar ve Zazalar arasında ortak halk inanışları oldukça fazladır. İki boy da İslâm dinine bağlıdır. Avşarlar, istisnalar da olmakla birlikte batı bölgelerinde (Anadolu, Balkanlar vb.) Hanefî ve doğu bölgelerinde (Azerbaycan, Irak, İran vd.) Caferî/Alevî ağırlıklı olarak yaşarken; Hanefî, Caferî ve Şafiî iklimde yaşayan Zazaların inanç haritası ise kuzeydoğu-güneybatı yönünde Doğu Anadolu’da Alevîlik, Güneydoğu Anadolu’da Şafiîlik, İç Anadolu’da Hanefîlik olarak yaygınlık gösterir. Şafiîliğin, Gurmanların (Kürt) etkisi ile taban bulduğu söylenebilir. Bir kısım Zazaların Gurmançlaşma (Kürtleşme) sürecine girdikleri de söylenmektedir. İster Hanefî olsun ister Alevî ve/veya Caferî her iki toplulukta da ehlibeyt sevgisi, saygısı göze çarpar. Her ailede bir Ali, bir Fatma mutlaka bulunur. Yaşlı kadınların “olmazsa olmaz”ı olan dahası Akkoyunluların da bayrağı olan beyaz başörtüleri de haliyle..
Ocak kültürü her iki toplulukta da önem verilen bir olgudur. Buna bağlı olarak özellikle her iki toplumun Alevî-Bektaşî iklimde yaşayanları arasında Ahmet Yesevî’ye kadar giden bir gönül bağı vardır. Yesevî ocağının Anadolu’daki ana damarı olan Hacı Bektaşî Veli ise her iki toplumun Alevî iklimde yaşayanları arasında pîr olarak kabul ve saygı görür. Her türlü dindışılığa (secularity/sekülerleşme) rağmen bu gönül bağı kopmamıştır. Dedelik geleneği de özellikle Orta ve Doğu Anadolu’da hâlâ sürmektedir. Anadolu’nun en ünlü dedesi ise Dede Korkut’tur bildiğiniz üzere. Evlerde, ocaklık denen bölümdeki ateşin suyla söndürülmemesi de bir başka ortak noktadır.
Her iki topluluk arasındaki benzerliklerden biri cuma günü ile ilgili inanışlardır. Avşarların cuma günleri ağaç kesmemesine, ölmüşlerin hayrına (iyiliğine) pişi, lokum vb. şeyler dağıtmasına Zazalar da eşlik ederler. Her iki boyda da ölünün ardından üç gün, yedi gün, kırk gün gibi aralıklarda yemek verilmesi; Kuran ve/veya mevlit okutulması günümüzde de yaygındır. Türkistan’dan Anadolu’ya Selçuklularla, Akkoyunlularla, beyliklerle taşınan mezar taşlarını süsleme; koç başı, lale, bağlama gibi resimler yapma geleneği Avşar, Zaza gibi Türk topluluklarında günümüze kadar sürmüştür. Ölü yemeğinde helva “olmazsa olmaz”lardandır. Sadakaların cuma günü verilmesi de… Özellikle de Alevî Zazalarda bu tür uygulamalar sık görülür. Cuma günleri mezar ziyareti yapan Avşarlardan farklı olarak, Zazaların yatır mezarlarını ziyaret edip dua ettikten sonra çevreden aldıkları ağaç dalı, taç parçası gibi şeyleri çadıra/eve getirerek, yapının güney cephesine tılsım olarak astıkları söylenir. Kök Tengri (Gök Tanrı) yahut “Atalar kültü” etkisindeki Türkistan’ın kimi yerlerinde (Hakasya, Tuva vb.) de bu geleneğin hâlâ sürdüğünü biliyoruz. Yine ölünün göğsüne demirden yapılmış bıçak, çakı gibi eşyalar konması gibi uygulamalar günümüz Avşar ve Zazalarında canlı olarak sürmektedir. Cuma inanışına benzer bir diğer ortak inanış ise düşte (rüya) görülen bir ölmüşün hayrına yine benzer şeyler dağıtılmasıdır. Ki bu geleneklerin Türkistan’daki saçı geleneğinin bir devamı olduğu da ortadadır. Saçı geleneği de Tanrı’ya teşekkür etmek, güzel bir haber veya muştu (müjde) alınması vb. durumlarla ilintilidir bildiğiniz gibi. Böylelikle hem Avşarlar hem de Zazalar askerden gelme, işyeri açma, ev-bark sahibi olma diye giden her bir güzel olayda adak kesme geleneğini yani saçı geleneğini Anadolu’da da sürdürmüş olmaktadırlar. Söz yatırdan açılmışken; her iki toplulukta da köy ve kasabaların yakınlarında mutlaka bir yatır tepesine rastlanır.
Gurmançlardan (Kürt) farklı olarak Zazalarda özellikle de Alevî iklimdekilerde erkeklerin birden fazla kadınla evlenmesi hoş karşılanmaz. Bu tür kişiler cem törenlerine alınmaz. Benzer bir tavır alış Avşarlarda da görülür. Hatta böyleleri özellikle de kendinden çok küçük yaşta biriyle ikinci evliliğini yapanlar için küfür ve/veya hakaret içeren sözler havalarda uçuşur. Gurmançlardaki birden fazla kadınla evlenme takıntısının aynı yöreleri paylaştıkları Arap aşiretleri ile etkileşime girmeleri sonucu başladığını da söyleyelim. Zazalarda da tıpkı Avşarlarda olduğu gibi ağalık düzeni görülmez. Ağalık daha çok Gurmançlarda görülen ve Osmanlı tımar düzeninin bozulması daha doğrusu suistimal edilmesi ile ortaya çıkan bir kangrendir. Kangrenin baş sorumlusu da Anadolu-Azerbaycan hattındaki -birçoğu Alevî/ Kızılbaş olan- Türkmenlere karşı Gurmançları kullanan, bunun için de -kendileri açısından- her türlü pozitif ayrımcılığı yapan Osmanlı devlet erkânıdır kuşkusuz. Gurmanç (Kürt) oymaklarının (aşiret) gözetimine bırakılan daha doğrusu zimmetlenen Türkmen (Oğuz) oymak ve obalarının -dil ve kültür olarak- zamanla eriyip Gurmançlaştıklarının da altını çizelim.
Avşarlar ve Zazaların eşik ile ilgili inanışları birbirinin aynısıdır. Her iki toplulukta da eşiğe basılmaz, eşiğe oturulmaz. Eşiğin önü temiz tutulur. Hatta eşikte uyuyan kişileri cinlerin çarpacağına inanılır. Türbe, yatır gibi yerlere sağ ayakla girilmesi; buralarda adak adanarak Tanrı’dan dilekte bulunulması hatta bunun için buralara yazma gibi eşyalar bırakılması da ortak uygulamalardandır. Doğada rast gelinen uğur böceğinin sağ ele bırakılarak uçmasının sağlanması; uçması halinde dileğin kabul olacağı da yine her iki boyda da ortaktır. Bir dileğin olması için adak adanması da sık karşılaşılan bir durumdur. Cami ve türbelere halı, kilim vb. eşyalar bırakılması da benzer amaçlar için yapılır. Misal ölmüşlerin ruhunun huzura ermesi için…
Avşarlar ve Zazalarda evlilik ile ilgili uygulamalar da tıpatıp aynıdır. Görücü gitme, söz kesme, nişanlı kızın evine şeker (ramazan) bayramında bir tepsi baklava ve yine kurban bayramında koç/teke gönderilmesi, çeyiz sandığı, düğün evine bayrak asılması, gelinlerin çeyiz sergisi, kına gecesi, gelinin al (kırmızı) kuşağının babası (hayatta değilse en büyük abisi) tarafından bağlanması, gelinin başına alkarasına karşı özellikle annesi tarafından al örtülmesi, saçı geleneği, geline indirmelik verilmesi, gelinin ayakları altında testi kırılması, gelinin kucağına erkek bebek verilmesi, yüz görümlüğü, gerdek sonrası damadın havaya ateş etmesi, gelin-güveyin birlikte el öpme ziyaretleri, gelinin kırk gün al yazma örtünmesi, gebe (yüklü) kadının başına bir şeyler koymak suretiyle bebeğin cinsiyetinin öğrenilebileceğine inanma, doğum sırasında bebek kaldırma (bebeğin, kendisini ilk kim eline alırsa ondan huy kapacağına inanılması), bebeğin göbek bağının çocuğun geleceğine (ikbal) dönük beklentiler (temenni) için bir yerlere atılması, doğum yapan kadının kırk gün dışarı çıkmaması ve yine bebeklerin kırkının karışması, kırkı çıkmamış bebeklerin aynı ortamda bulunması halinde istisnasız her birinin göğsündeki tılsımların değiştirilmesi, bebeğe dedenin/ebenin (babaanne) adının verilmesi, bebeğin üç gün geçince tuzlanması, kundaktaki bebeğin kollarının bağlanması, al karasından korumak için kundağın üzerine al örtülmesi (Bu uygulama gelinler ve loğusa kadınlar için de uygulanır.) diye giden uygulamalar kökü Türkistan’a kadar giden uygulamalardır. Yine kırkıncı gün kırklama töreni yapılması, dişi çıkan bebeğe diş göllesi (dirgit) töreni yapılması ve önüne altın, kalem, tespih gibi nesneler konularak geleceğinin öngörülmeye çalışılması, belli bir süre bebeğin saçının kesilmemesi, ilk dişi çıktığında diş toyu ve yine ilk saç kesiminde saç toyu düzenlenmesi, babanın aile büyüklerinin yanında çocuğunu kucaklamaması, sünnette kirvelik uygulaması diye giden birçok uygulama ortaktır. Hem Avşarlarda hem de Zazalarda kurt dişi bebekler için ve hatta yüklü yani gebe (hamile) kadınlar için de nazarlık/tılsım görevi görür. Nazara ve uğursuzluğa karşı kurşun döktürme, tuz okutma ise yine ortak geleneklerdendir. Mavi gözlülerin nazarının daha çok değdiği ile ilgili inanç ve buna bağlı olarak çocuklara mavi boncuk takılması da yaygındır. Divan ağacı tılsımı, koç veya geyik boynuzu, nal, nazar boncuğu, gibi inanış şekilleri de ortaktır. Günümüzde tuz yerine herhangi bir gıda maddesinin okutulduğu da görülmektedir. Çıkış noktası Türkistan olan tuz-ekmek inancını günümüz Avşarları unutmaya başlasa da Doğu Anadolu’daki kimi Zazalar arasında hâlâ sürdüğü bilinmektedir.
Doğaya bakış, doğanın algılanış biçimi de ortak değerlerdendir. Söz gelimi ay ve güneş tutulmalarında göğe ateş edilmesi de ortak davranışlardandır. Ki bu uygulamanın çıkış noktası binlerce yıl öncesinde göğe ok atma şeklinde Türkistan’da başlamıştır. Güvercin, turna gibi kuşlar avlanmaz. Akarsuya tükürme, işeme, çöp dökme gibi davranışlar hoş karşılanmaz. Avşarlarda görülen suyun kırklanmasına benzer uygulama Zazalarda da görülür. Şöyle ki içine hayvan veya pislik düşen bir kuyudan kırk helke su çekilerek çevredeki bitkilerin dibine dökülür. Kırk birinci helkedeki suyun arındığına inanılır. Oldukça çevreci olan her iki toplulukta da toru yani çam fidanları kesilmez. Türkistan’da ortaya çıkan toru süsleme geleneği Hun, Avar, Kuman/Kıpçak ve son olarak da Macarlar aracılığı ile Avrupa’ya taşınmıştır. Türklerin Ayaz Ata’sını da Noel Baba adıyla -başta ABD olmak üzere- Batı’nın tüketim endüstrisine kabul ettiren de Macarlar olmuştur. Bugün Hıristiyanların kullandığı artı (haç) işareti bile Türklerin Tengri damgasıdır ve Hunlar tarafından Avrupa’ya taşınmıştır.
Avuç içi kaşınınca para geleceği, göz seyirmesinde kötü bir şey olacağı, kulak çınlamasında birinin o kişiyi andığı, köpek ulumasının ölüm olacağına yorumlanması, özellikle Avşarlarda ölünün ardından ağıt yakılması ve yine gece tırnak kesilmemesi, kırık aynanın uğursuz sayılması, gökkuşağının altından geçen kişinin dileğinin kabul olacağı, Avşarlarda unutulmaya yüz tutan Türkistan’daki Umay Ana inancının Zazalarda Huma Kuşu olarak yaşaması, Nevruz ve Hıdırellez bayramları, ağaçlara çaput bağlanması ayrıca ahretlik, kan kardeşliği, sütkardeşliği gibi uygulamalar da her iki toplulukta ortaktır. Çocukların eğlencesi olan aşık kemiği de haliyle.. Ünü yedi iklime yayılmış “Avşar inadı”na benzer “Zaza inadı”… Ve -A’dan Z’ye- derinlemesine bir araştırma yapılması halinde daha neler neler…
Görüldüğü üzere Türkiye Cumhuriyetini kuran halka Türk milleti demekte bir sakınca yoktur. Kültür olarak neredeyse bir elmanın iki yarısı olan iki topluluk arasındaki ortak kültür değerlerinden (norm) bazılarını aktarmaya çalıştık. Kaldı ki milleti oluşturan her bir topluluğun/bireyin tek tip olduğunu yahut olacağını sanmak da en hafifinden safdilliktir. Farsça ve kısmen Arapçanın etkisiyle dil birliğinde farklılıklar, sıkıntılar olsa da gönül birliği olan, olması gereken Avşar ve Zazalarla ilgili derlememizi kendisi de Karamanoğlu Avşarlarından olan büyük önder Gâzi Mustafa Kemal Atatürk’le noktalayalım. Bir keresinde “Türkiye Cumhuriyetinin temeli kültürdür.” diye söze başlayan Atatürk devamında “Kültür; okumak, anlamak, görebilmek, görebildiğinden mânâ çıkarmak, uyanık davranmak, düşünmek, zekâyı terbiye etmektir.” demiştir. Yine aynı Atatürk “Diyarbakırlı, Vanlı, Erzurumlu, Trabzonlu, İstanbullu, Trakyalı hep aynı ırkın evlatları hep aynı cevherin damarlarıdır.” demektedir. Biz de diyoruz ki Avşarlar ve Zazalar -2500 yıldır yürek yangınımız olan- Alp Er Tonga’dan bu yana kardeştirler.
Aziz Dolu Atabey
Serik-27.12.2020
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.