- 277 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
HAYAL KATİBİ
Uçağa ilk bindiğimde 16 yaşındaydım. Aslında ilk uzun seyahatim de buydu. Öyle pek gezmeyi seven bir aileden gelmediğimi anlamışsınızdır. Bu yolculuktan aklımda kalan, daha doğrusu anlam veremediğim bazı şeyler vardı. Yükselirken kulakların zorlanmasını, uçağın titremesini; insanların korku ile Tanrı dahil bulabildikleri her yere sarılmalarını anlayabiliyordum. Bunların hepsinin bilimsel ve denenmiş yanıtları var. Küçücük bardaklardaki sıradan portakal suyuna bu kadar rağbet edilmesini de anlayabiliyordum. Sonuçta bunun da ekonomi biliminde bir karşılığı var. Hatta, sıradan kızların üzerlerine hostes elbisesi geçirdiklerinde dünyanın en seçkin ve güzel dişileri olduklarını düşünmelerini ve böyle düşündüklerini hissetmemizi sağlayan mesafeli ve ezici bakışlarını bile anlayabiliyordum. Onlar oraya seçilerek getirilmişlerdi ve Freud 100 yıl önce dişilerin seçiciliği üzerine anlamlı şeyler yazmıştı. Ama, o pilotların yalnızca boğazlarının orta kısmındaki tel benzeri epitellerden, dil küçük dil, gırtlak kasları ve damakları vasıtasıyla, ciğerlerinden gelen havaya yön vererek yarattıkları titreşimlerden başka hiçbir araç kullanmadan, bizi bilgisiz, güvensiz ve ezik insanlar pozisyonuna nasıl düşürebildiklerini anlayamıyordum. Uzun yıllar da anlayamadım. 2020 Yılının mart ayı geldiğinde böyle boktan şeyleri düşünmek için bolca vaktim oldu.
Yüz yılda bir yaşanan pandemi vakalarından biri olduğunu ağzı sulanarak anlatan, dünün Ortadoğu uzmanı, yeni yetme pandemi uzmanı çirkin hanımefendiyi dinlerken içim geçmiş bir ara. Uyandığımda çirkin kadınlar niye bu kadar çok konuşur diye düşünürken buldum kendimi. Kadın ya 1,5 saattir konuşuyordu ya da bir kaç tur döndükten sonra yine ona gözlerimi açmıştım. Çirkin olduğu için mi konuşması dikkat çekiyordu, yoksa çirkin kadınlar gerçekten çok mu konuşuyorlardı? Genelleme yapmak için elimde yeterli veri yoktu. Ama şunu net olarak söyleyebiliyordum: Kadın gerçekten çok çirkindi.
İşte o ara 30 yıl önce düşündüğüm pilot sorunsalını çözdüğümü aniden fark ettim. Öyle müthiş bir aydınlanma yaşamadım. Ama, insanın beyninde yer ediyorsa bir düşünce en azından, sonuçlandırılmak üzere saklananlar odasında yer açılmış oldu. Müthiş çıkarımımı kendime tekrarlayıp sevindim. Sevinmenin kendini sevmek olduğunu fark etmemi sağlayan Türkçe hocam aklıma geldi şimdi de. İnsanın söz geçiremediği bir kaç organı vardır hayatta. Penisi, kalbi ve beyni. Bu üçünün de fazla çalışması da az çalışması da başınızı derde sokar. Hep mutedil olmaları gerekir ki, kendi başına buyruklukları, başınıza iş açmasın.
Fark ettiğiniz gibi; beynimi artık zabtedemiyorum. Karantinada geçen ikinci haftanın sonunda; uçuşan akıl parçacıkları, fırtınaya dönüşüp yazabileceğim hızın bir kaç katına ulaştı. Takip etmeyi bırakmak zorunda kaldım. Onun yerine, elimi ve zihnimi, sanki ayrı ekiplerin parçalarıymış gibi düşünmeye karar verdim. Elim hazır olduğunda emir veriyorum. Uçuşan beyin fırtınasının bir yerine kancayı atıp tutunmasını bekliyorum. Kanca sağlam bir nörona tutunduğunda akışına bırakıyorum. Serbest çağrışım gibi bir şey. El-dil ekibi, beyin-penis ekibinden ne yakalayabilirse kağıda döküyorum. Son durumum böyle.
18 Mart 2020 sabahı, dünyada salgının önü alınamaz noktaya geldiği duyurulduğunda; büyük çoğunluk gibi, her şeyin bir şekilde tatlıya bağlanacağını düşünen kibirli çoğunluk gibi, işimin başında, gereksiz bir şirket devir sözleşmesinin son rötuşlarını yapıyordum. Bu tam iki hafta önceydi. Birbirinden gereksiz bir kaç telefon görüşmesinden sonra, son aradığım numarayı bir başkası açtı. Mahmut Bey’le görüşecektim şeklindeki toparlama çabalarıma, sarışın 1.75 boyunda dolgun göğüslü ve uzun bacaklı bir kadına ait olduğu izlenimini edindiğim bir kadın sesi cıvıldayarak cevap verdi. Kadının son cümlesi ile şehevi hayal dünyamdan sıçrayarak uyandım. “Mahmut Bey aniden rahatsızlandı. Hastaneye kaldırmak zorunda kaldık. Ben sekreteriyim. Aradığınızı ileteceğim.”
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.