- 432 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
İlahiyatın (t)adı yok
Allah selamet versin. Bence Cübbeli Ahmed Hoca bu konuda en isabetli tesbiti yapmıştı. Demişti ki: Bizim Mustafa Öztürk’ün ’fikir özgürlüğü’ ile bir işimiz yok. Ya? İşgal ettiği makamın kaldıramayacağı şeyleri konuşmasından rahatsızlığımız var. Yoksa gidip ateist üniversitesinde istediğini anlatabilir. Orada kimse de ona karışmaz. Öyle ya: Bu dinin kâfirleri, vahy-i mübareğin insanlığa ilk teşrif ettiği günlerden beri, ’insan sözü’ olduğunu yönünde yalan beyan ediyorlar. Müslümanlar da onlara gerekli cevapları veriyorlar. Hatta Kur’an-ı Hakîm bizzat kendisi cevap veriyor. "İddianızda samimiyseniz benzerimi getirin!" diyor. Yani, bu açıdan bakılacak olursa, biz Kur’an hakkındaki bu tarz iftiralara/iddialara yabancı değiliz. Bunları göğüsleyemeyecek de değiliz. Fakat Öztürk vakasında yeni birşey var. Nedir? Kurdun gövdeye girmesidir. Esas endişemiz budur.
Bediüzzaman Hazretleri Mektubat’ta diyor ki: "Nev-i insanın yüzde sekseni ehl-i tahkik değildir ki hakikate nüfuz etsin ve hakikati hakikat tanıyıp kabul etsin. Belki, surete, hüsn-ü zanna binaen, makbul ve mutemed insanlardan işittikleri mesâili takliden kabul ederler. Hatta kuvvetli bir hakikati zaif bir adamın elinde zaif görür ve kıymetsiz bir meseleyi kıymettar bir adamın elinde görse kıymettar telâkki eder." Herhalde derdimizi üzerinden anlatabileceğimiz en veciz metinlerden birisi de budur arkadaşlar. Nasıl? Açalım: Yani biz bu hususta Öztürk’ün dillendirdiği herzelerden korkmuyoruz. Ya? Öztürk’ün bu martavalları işgal ettiği makamdan okumasından korkuyoruz. Çünkü, yarı aydınların sanrılarının aksine, bu ülkenin mü’min halkının ilahiyat fakültelerine ’atari salonu’ gözüyle bakmadığını biliyoruz. Ne gözle bakıyorlar peki? Dinin öğrenileceği yer olarak bakıyorlar. Çoluğuna-çocuğuna 14 asırlık pâk mirasın aktarılacağı medrese olarak bakıyorlar. Öyle baktıkları için de temkin göstermiyorlar. Aldıklarını mihenge vurmuyorlar.
Üstelik oraya gelen öğrencilerin durumu da bundan ileri değil. Bu gençlerin kaçında acaba dinin içerisi-dışarısı tam hatlarıyla belirgin? Nasıl olabilir? Belirgin olsa zaten oraya ne ihtiyaçları var? Bu çocuklar ilahiyat fakültelerine alelekser ehl-i sünnet ve’l-cemaat mirasını ders almak için geliyorlar. Çünkü sünni oğlu sünni oğlu sünni bir hanedanda yetişmişler. Elhamdülillah. Türkiye’de yaşayıp da mutezilî, haricî, mürcî vs. bid’a ekolleri ders almak için ilahiyat okumaya gelen var mı? Varsa da ekserin ne kadarıdır? Kaçta kaçına düşer? Belki yüzbinde bir de değildir. Çoğunluğun amacıysa istikametli ehl-i sünnet akidesini, fıkhını, ilmini vs. ders almaktır. Onlar oraya bu niyetle gitmişken karşılarına Öztürk ve benzerleri çıkarılırsa ne olur? Bu çocuklara altın diye bakır satılmış olunmaz mı? Değil mi? Çünkü daha sarraf olmamışlar. Bakırı altından ayırmayı anlamamışlar.
Öztürk ve benzerlerine bu nedenle ilahiyat içinde yer verilmemelidir. Orası sabah erken kalkanın dinde darbeye hazırlandığı kışlaya dönmemelidir. Veriliyorsa da sonra "İmam ateist çıktı!" gibi mizahlara(!) şaşırılmamalıdır. Zira bunların tezgâhlarından geçeceklerin, samimi bir itikad-ilim sahibi olmak yerine, yığınla hevayla-şüpheyle mezun olacakları kesindir. Önerimiz: Artık bu fakültelerin itikadî misyonlarını belirginleştirmeleridir. Eğer ehl-i sünnet umdelerini altüst etme gibi bir misyon edinmiş fakülte varsa açıkça ilan etmesi yerinde olur. Hatta öyleleri Cübbeli Hoca’nın da işaret ettiği gibi adını ’ateist, deist, müşrik, modernist... ilahiyat fakültesi’ şeklinde koyabilir. Hiç değil, belki, bazı uyanık talebeler-veliler kendilerini sakınırlar. Diyanet de onlardan atama yapmamada dikkatli davranabilir. Yoksa Allah’ın ismiyle oturduğu sofrada domuz kaşıklayan hacı amcaya döneceklerdir. Bal yerine zehir alacaklardır. Sonra talebelerini de zehirleyeceklerdir. Evet. Bizim için bid’a’nın anlamı zehirdir. Onu yayanın da ismi ’ulema-i su’dur. Şu şudur. Bu da budur. Mezhebi genişlere duyrulur.