ÇITAYI GEÇMEYE KOŞAR GİBİ
ÇITAYI GEÇMEYE KOŞAR GİBİ
Yıl 1967!...
Temmuz başları!....
Lise bitti. Üniversite kapısını aralamakta sıra.
Önümde boyumu aşan çıta...
Geçmem gerek.
Erzurum’dur çıta aşım durağı..
Bu seçimle; yeni kentler ve kasabalarla tanış olmak var.
Belki kopacağım ilimden.
Belki de babamın yaptığı işler gibi, kendine özgü nitelikleri olmayan uğraşlar peşinde koşarak, sağlamaya yöneleceğim ekmeğimi. Kasabama dönerek
Yol ayrımındayım.
Üç yıllık lise öğrenciliğim bitiminde Süzer Otobüsü ile Erzurum’a yola koyuldum. Kimler vardı sağımda, solumda, önümde, arkamda anımsayamıyorum.
Ama Artvin Liseli (bizden sonra "Kazım Karabekir Lisesi" adını aldı) arkadaşlarımın varlığını anımsıyorum. Bir çoğu ile de Erzurum’da bir araya gelmek için sözleşmiştik. Okuldaşlarımın çoğu, benim gibi il dışına ilk kez çıkıyordu kuşkusuz.
Yusufeli vadilerinden Çoruh’un tersine akıp gidiyoruz. Çevreyi seyreyleye seyreyleye....
Çoruh değin delice olmasa da...
Yusufelililer için; "kaya tereklerine toprak taşıyıp, ekenek yaratığı" duyumumuzu görünürlü kıla kıla uzaklaşıyoruz Artvin’ den...
İniyoruz, tırmanıyoruz, Deli Çoruh’a paralel. Çıtayı geçmeye koşuyor gibiyiz.
Tortum Şelalesi’nin ardındaki göl kıyısına tırmanıyoruz.
Unutmuşum, Aşpişen, göl girişinde miydi bitiminde mi?
Bitiminde gibi geliyor.
Yapay göl kıyısında yol alışımız, korkutuyordu. Sağa bakıyorum su, sola bakıyorum otobüs kayaya sürttü sürtecek...
"İnşallah karşıdan taşıt gelmez" yakarısı (dua) anımda;. göl tarafındakilerden;
" A!... tekerin biri boşta gidiyor," sesli şaşkınlığı yanındakini ürkütür her seferde.
Kaptan, bu seslere sağır..
"Aha!.. da karşıdan kamyon çıktı, geliyor. Nasıl geçecekler birbirini, bu daracık yolda?" sorusu usumda dolaşımdayken, otobüs durdu.
Kamyon bir görünüyor, ardından kayboluyor. Kıvrımlı gelişler arasında karşıdan;
"Düüüt!... Düüüüt" korna sesi duyuluşu ile otobüs yola koyuldu.
Sürücümüz iletiyi aldı. "Ben daha uygun yerdeyim, gel" diye...
Korkulu anlar yaşatan bu mu?
Bu ilk coşkulu yol alışta. Dar açılı virajlarda şoför yardımcısı (muavin) elinde takozla arka kapıyı açıp, yola atladı. Takozu arka tekerin ardına koyarak firene yardıma. İleri geri kısa devinimlerle virajı döndü otobüs.
Korka, ürke, vadi arkaya itildi.
Derin derin hep birlikte Ooooh!.... çektik...
Dinlenme, yemek molası duyumuyla indik otobüsten.
Dönere çağrı..İştahları yerinden hoplatan seslenişe...
Tabak tabak döner indirdik midelere pişik, çiğ....
Deneğimi olanların "dedi kodudur diye umursamadığımız" anlatılarının geçerliliği Erzurum’a inince onayladık.
Karnını tutup, kıvrana kıvrana, WC ye koşarken.
Nerden bilelim. Keçi eti iyi pişmez ise rahatsızlık vereceğini. " Aşpişen’ de bir daha kebap yemem" sözünü veren verene. Biri de bendim. Hâlâ yolum düşmedi ki sözümü tutup tutamadığımı test edeyim.
Erzurum’da üç dört gün kaldık.
Çoruh Palas otelinde yattık.
Atatürk Üniversitesinde sınavlara girdik.
Sınav, şimdiki gibi test (çoktan seçmeli) değildi. Anlatım ve çözümlemeliydi. İki gün sürdü. Artan zamanlarda da gezdik, tanıdık Erzurum’u.
Erzurum’a gidilir de Taş Mağazalar’ dan tespih alınmaz mı? Faytona binilmez mi? Bir de S.Selek’in Anadolu İhtilali’ ni aldığımı unutmuyorum.
Sınavlar biter bitmez ayrıldık Erzurum’dan.
Cebimize konan harçlık Çoruh’ tan delice idi.
Bir gurup; Kars, Ardahan üzerinden dönmeye karar verdik. Arkadaşları Metin dışında tam olarak adlandıramam.
Yineleme olmayınca belleğim saklayamamış.
Amacımız; tren yolculuğu edinimi edinim. Bilbilan üzerinden köyde Rahim’in düğününe ulaşmaktı benim için birde...
Metin’le köy ve yayla anılarımız ortaktı çocukluğumuza ilişkin. Anlaştık. Bilbilan Yaylalığımızda ki nineleri ziyaret etmeği de amaçlarımıza ekledik.
Yol bir iş birkaç oldu. İkimiz için de.
Hele de Boncuklu’ nun dişleri sızlatan suyundan son kez içmek. Ömürlük iz bırakacaktı dağarcıklarımızda nasıl anlaşamayız ki?
Bilbilan yayla özlemimi yok sayamam. Altı yıldır ayağım kesik.. Uzak kalmışım o yeşil mi yeşil doğal halıda yürümekten. Ardanuç ilçe merkezine göçtük göçeli...
Yanılmadığını geçen yıllara bakınca anlıyor insan. Çünkü o çocukluk izlerin de kalan coğrafyayı ve ekmeğini tükettiğim, yaramazlıkla öfkelendirdiğim, oyunumu bırakıp verdiği işi yapmadığım nineleri görme olanağı hiç olamadı. Metin’ de de olamadığını düşünüyorum.
Bindik doğu ekspresine Erzurum Garın’ dan uzun bekleyiş sonunda.
İstanbul’ dan Kars’a gidiyor.
Cuuuf. Cuuuuf.Cuuuf.
Kompartımanlar dolu ve kapılar kapalı... Ayakta gidiyoruz, sıkışık sıkışık, birbirimize yapışık yapışık. Şafak sökün ettikçe çevre seyreyleme başladı.
İlk tünelde az kalsın boğuluyorduk. Uyanık yolcuların uyarısı ile tren tünele başını uzatır uzatmaz camları kapar olduk. Yol tükendikçe rahatladı sıkışıklık. Öğrendik ki; kompartımanlarda uyuyanlar kalktıkça, istasyonlarda inenler oldukça rahatlanılıyor.
Uykuya sıkışan, seyir etmekten ya da ayakta durmaktan yorulanımız oturaklara geçti. Oturduğu yerde kestiren kestirene. Çevre meraklıları seyir ede ede aktık Kars’a doğru. Menderesler çize çize...
Yılanı taklit ede ede...
Öğle ikindi arası Kars garındayız. Kars’ı ilk kez görüyoruz.. Gezdik Kars’ı. Uykulu uykulu. Yorgun argın.
Kars, ilgimi çekmişti.
Geniş caddeleri. Caddelerin her iki tarafında iki katlı bahçeli evleriyle ve temiz sokaklarıyla. Geçtiğimiz her sokak diğerine benziyordu.
"Az önce geçtik ya buradan" dedirtircesine....
Planlı.
Artvin ve Erzurum’dan oldukça farklı görünmüştü gözüme.
Kimimiz Kars’ da kaldı o gece. Bazılarımız da Ardahan’a geçtik.. Belki yaşam süresince karşılaşamayacağımızı öngörerek ayrıldık.
İyilik, güzellik, sağlık istemleriyle....
Düğüne ulaşım yolunu kısaltmak için Metin ile ben de Ardahan’ a geçen guruptaydık.
Yayladan köye normal yol alışla dört beş saatte gidilebileceğini biliyorum.
Erzurum-Kars yolunda uyumamıştım. Ardahan’ da otelde dinlendik. Sabah erkenden Artvin servisiyle yola devam.
Derehanlar’ da indik emekliliği gelik Austin otobüsten. Kurtulduk öksürüşlerinden.
Çocukluğumda gelmek için can atıp da gelemediğim Hanlar’da eğleşmeden yürüdük yaylalara doğru. Doğal halı üzerinde. Yaylalıkta; yayladan yaylaya uğrayıp, ninelerin elini öpmeye zamanı yetirmek... Boncuklu’ nun suyundan son kez içip ayrılmak köye doğru...
Metin’de ben de bir daha gelemeyeceğimizi biliyorduk.Yanılmadım da… Bir daha gitme olanağım olamadı. Ancak özlemini duydum anımsadıkça. Metin’i bilemem ama gittiğini sanmıyorum.
Nineleri görmeye Hisarlı (Petoban) yaylasında Mihriban Yengemle –dayımın eşi-başladık. Nahır, kuşluk sağımından otlağa Ziyaret yokuşunda giderken.. Kuymak yedirmeden bırakmadı yengem. Tatlı dili, güleç yüzü, sevinci doyurmuştu bizi.
Metin Özerler’in yaylada Heva nineye geçtik. Nerdeyse bitişiktir iki yaylalık arası. Heva nine yiyecek hazırlığında iken. Sultan ile Tutiya yengelerimin ellerini öptüm.. Görmeyeli biraz daha belleri bükülmüş, eller titrer olmuş, yüz çizgileri çoğalıktı. Ben ise boyca, kiloca değişiğim. Tanıtmam kolay olmadı.
Ninem aracılığı ile tanıtarak anımsattım kendimi. Doğaldır ki onlar için dana, kuzu otlatan, yayla aralıklarında oyunlar oynayan çocuktum.
Heva nenenin gevreğinden ve yoğurdundan yedikten sonra, Boncuklunun suyundan içip, Malisukan çobanlık rehberlerim Sona Nine ile Asiye Yenge’lere uğradık. Taze yayık ayranlarını içtik. Kiminin de yayla önünde elini öptük. İkindiye doğru yaylalıktan koptuk.
Ziyaret, Dikmeler ve Karagöller Tepesinden sonra yokuşumuz yoktu. Şansımıza hava da çok iyi...
Yem yeşil Isparta halısı üzerinde tırmandık Karagöllere doğru. Havanın güneşliliğine rağmen her an bozabilir korkusu eşliğinde. Ne de olmasa Bilbilandayız..
Hiç belli olmaz!... Aniden değişebilir, hava..
Duman basabilir. Yağmur, dolu yağabilir. Dumanlı hava da yolumuzu kaybetme çekincemiz vardı. Karagölleri tutturamayabilme korkusuyla.
Metin’den kuşkumu saklayarak yürüyordum. Arkama bakmadan. Fazla konuşup, enerji tüketmemekti ereğim. Çünkü o’ nun, yayla yolculuğu deneğimi yoktu bildiğimce. Ben çocukluğumda yürüyerek, amcalarla, ağabeylerle gelip, gidişim olmuştu. Köyden ayrılmadan.
Korktuğumuz olmadı. Karagöl Boğazına çegilin yanından indik. Soğuk sudan içip, Karagöllerde balık hareketlerini seyretmeyi es geçip, Kemerli’ye doğru iniyoruz. Rahatız. Ne de olmasa Karagöl Boğazını geçmekteyiz.
Bir yayla çıkışında; bu boğazda kaşla göz arasında hava birden bozdu. Fırtına koptu. Sırım sıklam ıslanmanın ötesinde öğle gök gürültüsü içinde kalmıştık ki tepemizde kayalar yuvarlanır gibi oluyordu. Gece karanlığı çöktü boğaza. Şimşekler yıldırımlar bir biri ardına.. Aydınlatıyordu yolumuzu.
O, boğaz adım adım geride kaldıkça iç rahatlığım, yorgunluğum silinip süpürülüyordu.
Metin’de aynı duyunçlar içinde idi mutlaka. Kuşkularımızı aktarmıyorduk bir birimize. Kuvvet alarak kimseciklerin olmadığı boğazı arkada bırakma güç birliği içinde olmak için. Kim bilir?
Buradan aşağı yolumuz köye dek kısmen düzlük, çoğunluğu tatlı eğimle, halımsı zemin üstünde kayıp gidiyoruz.
Kemerli yokuşunda halıdan koptuk düzlüğe ininceye dek. Düzlüğün ardından Cancah Sırtı tepesini devrilince Mokta’nın yaylaları sağımızda. Solumuzda Karavat platosu..Platonun Düz dağa doğru yamacında köyün öküzü otlakta. Daha ilerdeki yamaçlarda komşu köylerin davar sürüleri küme küme. yaylımda. Çevredeki canlılık, seslilik korkularımızı aldı götürdü. Köy, karşımızda.... Bize doğru geliyor.
Soğuk Pınarın burgullayarak çıkan suyundan içmeden geçilmez. Darılabilir.
Su içmek için; iki diz üstüne çöktüm, ellerim dizlerimin yanlarında yere tabanları basılı, kollarımı dirseklerden yanlara doğru yay gibi açtım. Eğildim göllete. Dudaklarım suya dokununcaya dek. Suyu içime " hüüüf" diye çektim.
Kavurma yemedik ama ağızdaki donduruculuğu görevini yaptı.
Ye kavurmayı iç soğuk suyu donarsa donsun.
Ye tatlıyı içme soğuk suyu, yanarsa yansın.
Tekerlemesi anımsattı kendini. Büyüklerden sık sık duyduğumuz sağlık öğretisi.
Sanki diğer sular sıcakmış da bunun adı Soğukpınar konmuş. Hiç anlamazdım.
Yalınız çocukluğumdan aklımda saklanık; bu pınarın amcamın ölümüne sebep olduğu. "Amcam bu sudan içtikten sonra sancılanmış, ölmüş" duyumumu anlattım yoldaşıma. Minik gölletin üç dört yerinde kum kaynıyordu. Buna rağmen suyundan içmezlik edilmezdi. Bizde etmedik.
Bildik sulardan bir avuç tadımlık da olsa içip, devam ettik yolumuza.. Sanki bize darılacakmışlar duyumcu ile...
Karavatın eteklerinden Aşakkiyaylalığa uğramadan Çinkitma bataklığı, Zincarlı pınarı darılırsa darılsın.
Zedvake, benim uçak meydanı algım. Masa görünümlü oldukça uzun ve geniş plato. Öküzün otlak alanı. Mantar öbekleri yay gibi kendini gösterir uzaktan yeşillik içinde koyuluğu ile. Yanlarından geçtik. Bakmadık mantara.
Yolu bitirmeye odaklıyız.
Artık buradan aşağısı kolay. Köy iyice karşımızda. Yaylacık Köyü pantalığını geçip Demhrel çayırlıklarına indik. O güzelim halısal çimenlikler arkada kaldı ise de Demhrel Deresine inilen sırta dek yinede çimendeyiz.
Derken.. Demhrel çayırları da arkada kaldı.
Güneş, Karçal Tepesi doruğundan kızarık kızarık göze batarken. Toprağa basar oldu ayaklar sert sert.
Bu dik inişi inip, dereyi geçtik mi köy sınırındayız iyice.
Hızlı ve güzel bir yolculukla güneş battı batacakken köye ulaştık.
Makar (düğün alayı) kız evine doğru yola çıkmak üzere...
Metin’le ayrılma anı geldi çattı..
Metin, karşıda amcasına gidecek karanlığa kalmadan.
Görüşüp, ayrıldık.
Görüşememe olasılığıyla mektuplaşma sözü verdik karşılıklı.
Çocukluk ve üç yıllık lise arkadaşlığına nokta koyduk. Hüzünle...
Biliyorduk ki; yaşamımızı yönlendirme yol ayrımındayız.
2011
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.