OLAN OLMAMALI AMA
TERS PSİKOLOJİ YAZILARI
OLAN OLMAMALI AMA
Bir el değse sisteme ve insanların rolü değişse. Aşk şiirleri yazan kadınlar olsa ve erkekler evlere kapatılsa, yemek ve temizlik yapsa, çocuk baksa…
Şirketler, emeği sömüren ve tacize karışan testosteron köpeği erkek patronlardan alınsa anaçlığı bilen östrojen kokulu kadınlara verilse…
Orduların zer ve zevatlarının rütbe ve yetkileri ellerinden alınsa, terhis edilseler; malzemelerine el konulsa ve el konulanlar aktif volkanların içine atılıp eritilse…
Evet, olmasını istediğimiz tüm bu şeyler oldu. Artık sistem, ataerkil değil, anaerkil düzene geçirildi. Sonuçta bin yıllardır süren düzen, şiddet ve türevleri dışında bir şey getirmedi insan denen eşref-i mahlukata… Tam tersi, Allah katının varlığı, esfel-i sâfilîn (aaşağıların en aşağısı) seviyesine düştü. Ve gerektiği gibi ve tam da vaktinde Tanrı iradesini kullandı ve erkeklerin kudretlerini kadınlara devretti. Artık amazonia (amazonya) denen büyük megola idea, ütopya gerçekleşti, ideal düzene ve idarecilere sahip dünya kuruldu.
Emek sömürüsü biter mi? Hayır… “Ya benimsin ya…” anlayışı ortadan kaybolur mu? Hayır… Tahrik olma, taciz etme biter mi? Hayır… Bu kez estetik değerler değişmiş ve Afrodit değil de kıllı ve kaslı Kıro baştan çıkarıcı olarak görülmeye başlamıştır. Yazılan şiirler, atılan azgın bakışlar beyaz, pürüzsüz ve tüysüz kadın vücuduna değil de Herkül’ün kaslarıyla Boğaç Han’ın ayı gibi kıllı vücudunun toplamına atılmaya başlanmıştır.
Magmaların içinde eritilen demirler, geri alınarak aynı silahlar -hatta daha gelişmişleri- yapılarak daha kalabalık ordular kurulmaya başlanmıştır. Ama haklarını da yemeyelim, silahlarının bir yerine bir çiçek koymayı, kullanılmadığı zamanlarda bombaların üzerine dantela örtmeyi de düşünmüşlerdir. Erkeklerin manyakistanı ile kadınların amazonyası arasında yaşananlar bakımından hiçbir fark olmayacaktır.
Tanrı’nın yapacağı en akıllıca şey, ya insan denilen türü kadını ve erkeğiyle tamamen ortadan kaldırmak ya da cinsiyetlerini ellerinden alarak tüm insanları cinsiyetsiz bırakmak olacaktır. Hermafrodit tarzı tek bedende çift cinsiyetliliğin akıllıca olabileceğini düşünenlere de, cinsellik arzu demek, arzu hormon demek, hormon eylem demek, eylem (iyisi de var, kötüsü de var, karışığı da var) demek… daha ileri gitmeye gerek görmüyorum, zira işin sonunda şiddet var demek istiyorum.
Niye mi? İçinde bulunulan durum ne olursa insan yeni koşullara hemen uyar, bin yıllardır o durumda yaşıyormuş gibi davranır: Şiddetse şiddet, cinsellikse cinsellik, aşksa aşk… barbarlıksa barbarlık, beraberlikse beraberlik, beraberlik olmuyorsa barbarlık…
İnsanlarda adalet ilkesiyle intikam ilkesi arasında fark bulunmadığını söyler birçok araştırmacı. İstediği için ellerini tutan, sarılan, sevişen kişi bunları yaptığı müddetçe en değerli ve en çok ödüllendirilen kişidir. Ama artık bunları yapmak istemediğindeyse romantik, hoşgörülü ve cömert insanın başka taraflarıyla karşılaşır: Yalvaran tarafı; verdiklerini geri almaya çalışan tarafı; tehdit eden, saldıran, hatta öldüren tarafı… Çünkü istediklerini kaybeden ve istemediği şeyleri yaşadığını düşünen bu kişi kendini kurban olarak görmektedir. Kullanılmış, kandırılmış, harcanan bir kurban… Bu psikolojiden kurtulmanın en etkili yolu da kurban eden olmaktır. İşin içinde, hak ettiğini yaşayamamak, hak etmediğini yaşamak vardır.
Rene Girard, “Şiddet ve Kutsal” kitabında, “Kurban bunalımı ve bu bunalımın şiddet yoluyla giderilmesi daha başka izleklerde gizlenmiş de olabilir. Örneğin tek bir kurban karşılığında tanrıdan ya da şeytandan kolektif bir kurtuluş elde etme izleği; masum ya da suçlu birinin, bir canavara ya da şeytana yem olarak atılarak “intikam”ın ya da tersine “adalet” isteğinin yerine gelmesini sağlama izleği…” demektedir. Bu kez Tanrılara, volkanlara, canavarlara değil de kendimize kurban sunmaktayız. Yoksa, bunu yapmasak biz sunulan kurban olarak kalacağız. Şiddetimiz adalet için, adalet kendimiz için, kendimiz hem toplum içinde hem kendi içimizdeki kutsiliğimiz için…
Burada düşünülmesi gereken şeyi daha iyi cümleler kurma zahmetine girmeye gerek görmediğimden (!) Rene Girard’ın cümleleriyle düşünmenize sunuyorum:
“Buradan düşünülmesi gereken şey silah taşınmasında yaşı ya da cinsiyeti nedeniyle olanak bulunmayan tüm varlıkların panik içinde kaçmasıdır; en zayıflar kaçıp meydanı terörü topluluğa yayan güçlülere bırakmaktadır. Taraf tutma denen özellik kutsal farklılıkla aynı şey: Herkes bunu diğerinden söküp almak istiyor; birbirinin rakibi olan "zihin berraklığı ve farkındalık" durumları karşı karşıya geldikçe, salınım hızlanıyor. lster Kral Oidipus söz konusu olsun ister günümüzdeki psikanaliz ve diğer yöntembilimler, yorum denen şeyi tanımlayan da bu özellik, belki. Uzlaşmazlığın konusu hiçbir zaman bunalımdaki kültürden başka bir şey olmuyor ve herkes tek kaygısının bu olmasıyla övünüyor. Herkes kötülüğü önce tanılama, sonra giderme çabasında. Ne var ki kötü olan hep öteki, ötekinin yanlış tanısı ve ilaç diye ortaya koyduğu zehirler. Gerçek sorumluluk olmayınca oyun hep aynı kalıyor; çekişme konusundan tümüyle yoksun olması, oyunu daha da kusursuz kılıyor; herkes, herhangi bir şeyi aydınlatmaktan çok, komşusuna gölge ederek kendisi parlamaya çalışıyor.”
Yeterince düşündüyseniz devam ediyorum.
Dünyada yaşananları zararlı ve kötü gördüğüm için, yaşayan ve yaşatanları hatalı ve cahil bulduğum için bazı kitapların dünyasına sığınmıştım. Ne kadar kaldım bilmiyorum ama sonunda bir baktım kadını taciz eden yazarlar, tacize kaçan, hatta manevî tecavüze varan cümlelerle yargılanmakta. Şiddete şiddetle cevap veriyorsanız, şiddetin istediği olmuş ve siz de canileşmişsinizdir artık demektir. Şiddet insanı tek tipleştirir, çatışmanın devamı için birbirlerinin âdeta ikiz kopyasına dönüştürür. Evrensel boyutta toplumsal büyülenme yaşamaya başlarsınız. Siz de artık özne olmaya çalışırken nesne olmuşsunuzdur… Bu nesne olma durumunu, tek başınıza yaşıyorsanız çabuk fark eder ve kurtulmaya çalışırsınız. Çünkü çoğunluğun kurban edeceği siz olacaksınızdır. Kurban olmamak için ya savaşırsınız ya kaçarsınız ya da çoğunluğa uyarsınız. Bir kurban şarttır, yoksa bütün toplum zor durumda kalacaktır. Ya siz olacaksınız ya başkası… Ama o başkası herkesten biri olabilir, en sevdiğiniz, en değer verdiğiniz, en yakınınızdaki biri?.. Olsun… Ben olmayayım da…
Yine “Şiddet ve Kutsal” kitabından bir alıntı:
Arzu temelde taklit eder [mimetiktir] , örnek aldığı bir arzuya göre biçimlenir ve o örneğin seçtiği nesneyi seçer. Çocuk arzusunun taklitçiliği evrensel olarak bilinen bir taklitçiliktir. Erişkin arzusu bundan hiç farklı değil; yalnızca, erişkin, özellikle bizim kültürel bağlamımızda genellikle başkalarını örnek almaktan utanır; kendi "olmak"ta kusur ettiğini açığa vurmaktan korkar. Kendinden son derece memnun olduğunu ilan eder; kendini başkalarına örnek olarak sunar; herkes, kendi öykünmeciliğini gizlemek için durmadan "bana öykünün" der durur…”
Bu örneklik durumunu kanıtlamak, başkalarına sunabilmek için de her yerden taş toplar, taşlayacak insan şeytan arar. Taş da taşlanacak da boldur… İlk taşı günahsız olan değil, en günahkâr olan atar. Hatta en çok taşı… Böyle yaparak hem toplumun seçeceği kurban olma ihtimalini azaltır (sonuçta, toplum, kötülüğü yok etmek için kötüye kötülük yapılacaktır) hem de vicdanında fısıldayanın sesini bastırmış olur (kötü olmadığına kendini inandırmış olur)… Düzeni bozulmasın diye inanmadığı bir düzene uyar, kaostaki düzensizliğin düzeninde (entropi’de) kendine yeni bir düzen kurar.
“ Didişme her şeyin babası ve kralı.” diyor Herakleitos ve devam ediyor, “Bazılarını tanrı biçiminde üretiyor, bazılarını insan biçiminde. Bazılarını köle bırakıyor, bazılarını özgür kılıyor.”
Didişmeye ve her şeyin başına şiddet diyelim biz. Şiddetin istediği, şiddetin devam etmesi, şiddet karşıtlarının da şiddete bulaşmasıdır. Taciz edeni taciz etmeyi doğru bulur şiddet. Tecavüzcüye tecavüz etmesi gerektiğini savunur mütecavizin (tecavüz edilenin)…
Ben nereden gelirse gelsin, nereye giderse gitsin, ne nedenle olursa olsun, şiddete şiddetsiz karşıyım.
Ve biliyorum ki, bu ahlaksızlara hakaret eden, söven cümleler kursaydım bu yazı çok okunurdu, çok paylaşılırdı, çok yorum yapılırdı. Ama yapmam, yapmamalıyım…
Ve biliyorum ki, bu mütecaviz kadınlar için aşkla, zerâfetle, letâfetle ilgili cümleler kursaydım ne çok iltifat ve destek alırdım. Ama yapmam, yapmamalıyım…
İnsan ve insanlar için kurulan düzen karmaşıktır. İnsanların en büyük düşmanı yine insanın arzularıdır, başkaları değil. Çünkü arzular ve insanlar birbirlerine çelişkili işaretler gönderirler. Bir tuzağa düşürürler ve kendimizle beraber başkalarını da düştüğümüz tuzağa çektiğimizin farkına varamayız. Varmalıyız ama…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.