- 853 Okunma
- 3 Yorum
- 1 Beğeni
ASKER ADIMLARIYLA...
Düşlerime artık düşman olduğumdur tanısı bu günkü haletiruhiyemin ve meddücezir akşamlarında yüklendiğim her gerçek ve her küfedir somurtmamın da ihlaslı halesi.
Nazenin bir yıldız isem eğer.
Eyeri olmayan bir gülüşsem asılı kaldığım umut kırıntılarından biteviye kuşlara ufaladığım derken ufalandığım nihayetinde ufalanan o denizdir içimdeki dalgayı da en tepeye sakladığım elbet dolunayın da rütbesinde asker adımları ile yürüdüğüm.
Meşrebim.
Meskenim.
Ah, melankoli iken illa ki gecenin rahmeti.
Bir aymazlık ki doğanın tanrısı ve bir v/eda ki istiflediğim her düşün bakiyesinde sallanan kocaman bir sıfır olmanın da m/eziyeti ile bir ömür abartmıyorum bir ömür; sayıların da haletiruhiyesi.
Ve açılan her pencere yetmedi…
Açılan her parantez ve abartısın.
Her köşeli parantez ve inanın ki…
O mutlak sayıların salındığı cebir ekseni:
Ve işte hanemdeyim.
Ve işte hazin bir haleyim:
Ne eksiyim ne artı gelin görün ki eşleşip de tüm artı bakiye en çok da haşlanan eksiler ve zafiyetlerim ve işte topa tutuyorum içimdeki merhaleyi yetmedi taşlıyorum gökte asılı her yıldızı en çok da bir çiçekten çaldığım polenlerle bir arının vazifesini üstleniyorum ve işte başlıyor:
Önce vızıldadığım.
Sonra mızmızlandığım…
Kimse her kimse:
‘’Ağır yürü Molla desinler.’’
Başım gözüm üstüne elbet, sevgili ahalim ve işte kanıtlıyorum kanıksadığım her varsa…
Asker adımlarıyla:
Rap rap rap…
Kimse de sanmasın rep müzik dinlediğimi.
Ve damlıyor musluk hatta kapı sesi hatta uzaktan gelen davul sesi kulağa nasıl da hoş ve boş gelirken:
‘’Emret, komutanım.’’
‘’Rahat, asker!’’
‘’İmkânsız, komutanım.’’
‘’Emrime itaat etmiyor musun yoksa?’’
‘’Haşa, komutanım. Ama adettendir ne de olsa ben bir emir kipiyim.’’
‘’Emir eri diyecektin ama deme. Rahat, asker!’’
Gergin bir ipte yürümenin verdiği gerginlik ve üslubum elbet edepli bazense azap yüklü bir benliğin son çırpınışlar…
‘’Hadi, salalım kuşları.’’
‘’Selası verilmedi henüz.’’
‘’Kafayı mı yedin azizim?’’
‘’Olmaz.’’
‘’Bırak da uçsun garipler.’’
‘’Onlar kafes kuşu ama.’’
Gardını alıp da ömrün ve hizaya gelmeli evren ve tüm insanlık ve herkes bağdaş kurmalı rüzgarın önünüze sürüklediği sofraya.
‘’Ne alırdınız?’’
‘’Bir yudum huzur.’’
‘’Ne alırdınız?’’
‘’Ben alacağımı aldım hayattan hem borcum da yok. Demek oluyor ki…’’
Üç noktalı bir v/eda.
Sürüklenen ruhun son rüyası ve işte muhalif olduğum içimdeki olası neşe…
Ola ki; azıcık gülümseyeyim…
Borçlu çıktığım hele k bir kahkaha pirzola kadar kıymetliyken ama insan bir ömür aç gezmeye alışmışken.
Kotası dolmuş umudun hem.
Ve işte uğur böceğim de terk etti beni ve yıldızlar uçuşurken gözlerimde ve saçların perçemine konan o çiy tanesi.
Eridi eriyecek.
Yetmedi eritecek de kalan buz dağını iyi de gecenin sığındığı bir güneş yok aslında güneşe alerjisi varken gecenin ve işte türküler çığıran bir iklim ve veda hutbesine sevdalı bir fani.
Aşkın k/azık kaktığı.
Atıl yüreklerin de röntgenini çekip belki de bir ömür nadasa kalan öğretiler ve diken üstünde geçen ömrün örtüsünde nasıl oluyor da kat izi oluyorsa…
Hani olur da…
Olmazın oluru mu yoksa?
Ve ikamesi sözcüklerin yetmedi idamesi ve son seçenek: baş ucunuzda saklı portatif idam sehpası.
Hangi darbe sonrası sallandırıldıysa ihanet hele ki insanın tek ihaneti kendine iken…
Konuşlanmış gerçekler ve tırtıklanan huzur aslında taziyelerini sunarken elem ve uçuşan perdeler yetmedi:
Perdelenmiş yürekler.
Ve şair ısrarla severken.
İdam mangası ve işte şerit değiştiren gölgeler:
Yalan mı yoksa gerçekler daha doğrusu gerçek mahiyetinde öğretilen ne ise…
Asker adımlarında kalemin.
Kale çoktan düştü.
Yedieminde saklı çocukluk.
Oysaki şair acının rüştünü çoktan ispat etti.
Rap rap rap…
Ters giden bir şeyler var ve işte mahkeme kuruldu:
İyi halden indirim almak da mevzu bahis değil hele ki iyi niyetin s/alındığı o dev arazi ve dikenli tellerle çevrilmiş bir evren ve hayatın evreleri…
Latif esinti; nazenin gölgeler.
Şerrine lanet olsun derken iblisin ve tabanları yağlayıp da dünyadan uçmak s/onsuzluğa.
Hala deviniyor sayılar ve hala çarpım tablosunda aklı şairin iyi de sözcüklerle değil miydi işi bunca zaman?
Sözcükler çengelli.
İmgeler dikenli.
Yürekler illa ki engelli.
‘’Neden geç kaldın?’’
‘’Saatim durmuş komutanım.’’
‘’O bozuk saat kadar olamıyorsun en azından günde iki defa niyet et saatinin gösterdiği ve işaret ettiği her gerçeğe.’’
‘’Etmem mi elbet niyet ettim orucuma başlamadan hele ki ölüm orucu ile iştigal iken insan…’’
‘’Allah kazanı mübarek etsin.’’
Hani olur da kaza eseri bir gün mutlulukla kesişir yolum…
Hani olur da kaza eseri güme gider içimdekiler…
Hala yuvarlayamadım şunca sayıyı en azından sıfıra yuvarlasaydım ya hem ben ezelden beri düşkün iken sıfıra.
Haneler çarpışıyor işte ve evrende izdiham var ve devasa bir kaos…
Hiçliğime hiç bu kadar vakıf olmamıştım hem üstelik tam da bir sayıya denk düşecek ve damgamı vuracaktım kilit noktama…
Tescilli bir sıfırım ben işte hem de ezelden ve hala tüm artı ve eksi sayılar alkış tutuyorlar belki de bir meddücezrin esintisi ile muhatabım ve öykündüğüm hiçbir şey elbet içimdeki çocuk haricinde.