KENDİNE BİR İYİLİK YAP
KENDİNE BİR İYİLİK YAP
Derin derin düşünüyordu. Ne yapacağını, bu işin içinden nasıl çıkacağını bilmiyordu. Oğlunun düğününe az bir zaman kalmış, hazırdaki parası da bitmiş borç isteyecek kapısı da kalmamıştı. Olmadık yerlerde banka kredilerinden laf açılıyor, sanki kendisine bankalar hatırlatılıyordu. Bu zamana kadar banka kredisi hiç kullanmamıştı inancı gereği. Dua etmek geçti içinden Rabbine. O darda kalanların yardımcısı değil miydi? Darda kalmıştı ve şu fani âlemde de çalacak kapısı yoktu. Fakat biliyordu ki Rabbinin kapısı her zaman kullarının çalması için açıktır. Ve O İhsanı, Lütfu bol olandır diye düşünürken, telefonunda kayıtlı olmayan bir numaradan arandı. Tereddütle karışık “hayırdır inşallah” diyerek telefonunu açtı. Selamlaşmadan sonra sesinden 20-30 yaşlarında olduğunu tahmin ettiği genç bir erkek kendisine,
-Mehmet amca, sizi Kayseri’den tanıyorum. Siz de beni çok iyi tanırsınız fakat uzun yıllar oldu sizi görmeyeli. Müsaadeniz olursa evinize gelmek, sizi ziyaret etmek istiyorum. Kendimi de size o zaman tanıtayım. Beni gördüğünüze çok sevineceğinizi biliyorum. Sizinle konuşacağımız çok şey var, diyordu.
Kendisini tanıdığı belliydi, hem de memleketinden Kayseri’den. Yok diyemezdi ya.
-Buyurun bekliyorum, diyerek telefonu kapattı.
Telefonu kapatmıştı da acaba kimdi bu genç, ne zaman gelirdi ki. 10 dakika mı, yarım saat mi, sormamıştı da. Beklemeye başladı merakla gencin gelmesini. Evet, zil çalıyordu muhtemelen o genç gelmiş olmalıydı. Ne kadar da zaman aldı gelmesi diyerek saatine baktığında, henüz 20 dakika geçmiş olduğunu gördü şaşkınlık içinde. Kapıyı açtığında karşısında 25 yaşlarında, gayet iyi giyimli, bakımlı bir fiziği olan genç duruyor ve elindeki telefonu göstererek,
-Mehmet amca telefondaki bendim, inşallah sizi çok bekletmemişimdir, diyordu. Gencin gözleri hiç te yabancı gelmemişti, tanıyordu bir yerden ama bir türlü kim olduğunu çıkaramadı. Eliyle içeriyi göstererek
-Buyur evladım hoş geldin, dedi.
Genç kendisini daha fazla merakta bırakmak istemiyor olmalı ki, elini öptükten sonra oturmadan,
-Mehmet amca Kayseri’den Hediye anayı hatırlıyor musun, dedi.
Nasıl hatırlamazdı ki Hediye anayı. Gencin gözlerine tekrar baktı. Evet, bu genç o idi. Yırtık pırtık elbisesi, burun kısmı tabanından ayrılmış, yürürken sık sık ayağından çıkan 3-5 numara büyük ayakkabısı, başından uzun zamandır banyo yaptırılmadığı belli olan çelimsiz fakat güleç çocuk gözlerinin önüne geldi biranda. Bir anda anılar gözünde canlandı. Gözleri dolmuş, boğazında bir düğüm vardı çözülmesini istemediği, kalbi yerinden fırlayacak vaziyette gence sarılarak,
-Hasan, Hasanım, sensin, diyebildi. Artık boğazındaki düğümler çözülmüş, gözlerinden çağlayanlar akıyordu Hasan’ın omuzlarına. Hasan da artık gözyaşlarını tutamıyor, sadece “Mehmet amca seni buldum ya sonunda” diyebiliyordu.
Kimdi bu Hediye ana ve genç Hasan, Mehmet amcayı bu kadar etkileyen ne yaşanmıştı geçmişte. Mehmet amca anlatsın bize yaşananları.
Kamuda çalışıyordum, memurdum yani. Memuriyette nasibim hep gurbette oldu. Senelik izinlerimi hep memleketimde Kayseri’de geçirmişimdir. Tatile çıkayım, denize gideyim, arkadaşlarla şöyle bir memleket turu yapalım, dememişimdir. Nasıl diyebilirim ki anacığımı görmek, ellerini öpüp hayır duasını almak, benim için binlerce yıllık yapılabilecek ( yapılabilseydi ) tatilden daha kıymetlidir. Hem çocukluk, gençlik arkadaşlarımı filan da görüyor, geçmişi yâd ediyorduk.
Sene 2000 lerin henüz başı yine yıllık iznimde Kayseri’ye gittim. Anacığımı, eş dost akrabayı ziyaretle geçiyor günümüz. Gençlik arkadaşlarımdan Okan ile tesadüfen karşılaştım. Bir yerde oturup çay kahve içelim, muhabbet edelim teklifime Okan, şu anda acil bir işim var, istersen akşam görüşelim, dedi. Tamam diyerek ayrılırken Okan, acil işim var demiştim ya istersen birlikte gidelim, yolda da laflarız, dedi. Olur, dedim ve Okan’la yola çıktık. Okan maddi durumu gayet iyi olan bir ailenin tek çocuğuydu. İhtiyaç sahiplerine yardımcı olmakta da çok cömertti. Fakat bu durumu ancak yakın çevresi bilirdi. Bilinmesinden pek hoşnut olmazdı. Hemen anlatmaya başladı. Yardıma muhtaç bir aile olduğunu, onların durumun görmeye gittiğimizi söyledi. Daha çok Kayseri’nin ekonomik durumu zayıf olanların oturduğu bir mahalleye gittik ve aileyi bulduk. Ne aile ama 60 yaşlarında bir kadın ve 4. Sınıfa giden bir torun. Ev olarak bina altında 8-10 metrekarelik içerisinde lavabo bile bulunmayan bir dükkân. Kenarda kimi yerleri yırtılmış bir yatak ve üzerinde nevresimi dahi olmayan bir battaniyeden başka eşya yoktu. Bir de dükkânın bir köşesinde sen de kimsin der gibi gözlerime bakan bir sokak köpeği. İşte bu kadı Hediye anaydı. Oğlu vefat etmiş, gelini tarafından torunu bırakılarak terkedilen, başka da bir yakını olmadığını, çevredekilerin yardımlarıyla geçindiklerini söyleyen Hediye ana. Köpeğe baktığımı görünce, onun da kendileri gibi gariban ve ayağının kırık olduğunu, yiyecek bulmakta zorlandığını, bu sebeple onu sahiplenip baktıklarını söyleyen, kendilerine bakamazken köpeğe merhamet gösterecek kadar âli cenap Hediye ana.
Gözlerimle görmesem inanılmayacak bir trajedi vardı karşımda. Güzelim memleketimin, güzelim insanları içinde bu zamanda böyle yokluk içinde, hayır hayır yokluk değil hiçlik içinde yaşayan daha doğrusu yaşamaya çalışan olabilir miydi? Buna yaşamak denirse tabi. Bizler rahat rahat yaşarken, dünya nimetlerinden istifade ederken çevremizden habersiz, çok farklı bir dünya varmış haberimiz olmayan. Belki de haberimiz olup ta kayıtsız kaldığımız bir dünya. Okan’ın omzumdan çekerek Mehmet demesiyle kendime geldim. Bu sırada 10-11 yaşlarında elbisesi yırtık pırtık…………bir çocuk girdi dükkandan içeri. Terkedilen babaanneye bırakılan, terkedilmiş torun, Hasan. Okan, Hediye anaya geliş sebebini anlattı. Kendilerine yardımcı olmak istediğimizi belirten sözlerini lütfen kabul edin diyerek bitirdi. Hediye ana kendisinin önemli olmadığını, fakat torununun büyüdüğünü ve arkadaşlarının içinde mahcup olduğundan bahsetti torununu işaret ederek. Tekrar gelmek üzere oradan ayrıldık.
Okan birkaç gün içinde evlerini tutmuş, zorunlu ev eşyalarını temin bile etmişti. Okan’ın maddi durumu iyi demiştim. Ben de yardımcı olmak istiyordum. Okan, bana memur olduğumu, maaşımla ancak geçinebileceğimi filan söylese de maaşımdan her ay belli bir oranını Okan’a gönderdim Hediye anaya verilmek üzere.
Torunu Hasan’ın futbola olan kabiliyetini okulundan öğretmenlerinden öğrenince, şehrin iki profesyonel takımından birisinin alt yapısına ricayla kaydını yaptırdık. Zaman zaman Hasan’ın durumunu kulüpten öğreniyor ve çok mutlu oluyordum. Çünkü Hasan’ın kabiliyetini onlarda görmüştü ve 17 yaşında Hasan profesyonel futbolcu oldu. Bu arada Üniversitesi de bitiyordu. Artık Hasan da kurtulmuştu, Hediye ana da. Okan ile görüşerek başka Hediye ana var mı dedim. Okan bana olursa haber vereceğini söyledi. Fakat ben bildim ki haber vermeyecek. Çocuklar yetişmiş, masraf çoğalmıştır diye düşünür ve bana Hediye analardan haber vermez artık dedim kendi kendime.
Evet, Mehmet amca ile Hasan ağlaşırken bırakmıştık. Mehmet amca Hasan’a kendisini nasıl bulduğunu sordu. Hasan başladı anlatmaya. Bir futbolcu arkadaşının kendisine mahalle arkadaşından bahsettiğini, isterse onunla tanıştırabileceğini, çok iyi bir ailesinin olduğunu ve kendisinin de iyi bir insan olduğunu zaman zaman söylüyordu. Arkadaşımı çok severim, yine böyle bahsederken haydi beni tanıştır dedim. Arkadaşı ile tanıştığımızda şok oldum. İsminin Abdullah olduğunu, Kayserili olduğunu söyledi. Soy ismini sorunca ……………..dedi. Heyecanla babanın ismi ney, ne iş yapar demişim. Heyecanımdan olsa gerek Abdullah şaşkınlıkla babamın ismi Mehmet …………………….. işi yapar, kamuda memur dedi. Ben Abdullah’ın boynuna sarılarak buldum, buldum diye bağırmışım. Abdullah bir arkadaşıma bakıyor bir bana bakıyordu ne oluyor dercesine. Bir çay bahçesine oturduk ve olanları Abdullah’a anlattım. Sizinle tanışmamızın hayatımı nasıl değiştirdiğinizi, okulumla, kulübümle telefonla görüşerek benimle nasıl ilgilendiğinizi, her ay düzenli para göndererek bizim hayata tutunmamızı sağladığınızı anlattım. Abdullah’tan size benden bahsetmemesi konusunda da söz aldım. Tabi sonrası malum adresinizi aldım ve buradayım diyerek el çantasını açtı. El çantasından bankadan yeni çekildiği belli olan parayı Mehmet amcaya uzatarak, Abdullah’ın düğünü olacağını öğrendiğini, düğün hediyesi olarak kabul etmesini istedi. Mehmet amca tereddütle bir Hasan’a baktı, bir paraya. Para bayağı yüksek meblağ olmalıydı, 200 lük banknot görülüyordu bozulmamış deste de. Tekrar baktı Hasan’a. Hasan’ın yüzünde farklı bir mutluluk vardı. Yardıma ihtiyacı olana yardımda bulunabilmenin mutluluğu, başkasını mutlu edebilmenin mutluluğunu gördü Hasan’da. Hasan’a teşekkür ederek parayı alırken gönülden Rabbine iltica edip, Ya Rabbi sana hamdolsun. Sen darda kalanları bolluğa çıkaransın. Kullarının ihtiyacını yine kullarının eliyle görensin. Kuluyun gönlüne duayı düşürüp, daha dua edemeden duasını kabul edensin, dedi.
Evet, dostlar bir arkadaşımın anısını sizlerle paylaştım. Kim kime yardım etmiş, kim kimi mutlu etmiş acaba. Yoksa aslında kimse kimseye iyilik yapamıyor da, kendine mi iyilik yapmış oluyor?
YORUMLAR
Ne demişler iyilik yap denize at balık bilmese de halık bilir. Gerçekten iyiliklerimizin karşımıza bir elbet çıkacağını çok güzel anlamışsınız. Emeğinize sağlık..