- 645 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
KÜÇÜL KÜÇÜLDE CEBİME GİR
Seksenli yıllardı, bir Turgut Özal fırtınası başlamıştı. Henüz öğrenci idim ve hiç aklımdan çıkmıyor bu rüzgar.
Nasıl çıksın ki, karşı olduğum şeyler söylüyordu. Tv lere çıkıp, kalemini milletin gözüne sokar gibi sallayarak, liberalizmi övüyordu. Tesadüf bu ya tam da o günlerde Osmanlı’da ki liberalleşme politikalarını işliyorduk. Hocamız Allah uzun ömür versin Mehmet GENÇ’ti.
1838 Baltalimanı Antlaşması sonrası devletin ekonomik hayattan çekilişini anlatıyordu hocam. Malum koskoca Osmanlı ama elinde özelleştireceği fazla bir şey yoktu. O da elinde olan en önemli ekonomik değer olan İstanbul’un un ihtiyacı için devlet tarafından kurulmuş olan Kadıköy- Yeldeğirmeni’nde ki yeldeğirmenlerini satmakla işe başlıyor.
Devlet İslami esaslı olunca, ekmek nimet kabul edildiğinden ve müslümanların boğazından besmeleli undan yapılmış ekmek geçmesinin istendiğinden, bu değirmenler müslüman tüccarlara satılmak isteniyor. Ancak değirmenleri alacak para hiçbir müslüman tüccarda çıkmıyor. İki tanesini yani birer tane iki paşa alıyor. Geri kalanları museviler alıyor. Bunun üzerine devlet müslüman tüccar yaratma çabasına giriyor. Fakat kapitülasyon kanunları dolayısıyla bunu beceremiyor.
Kurtuluş Savaşımızın sona erdiği günlerde, gazeteci Falih Rıfkı ATAY Yunanlıların çekildiği topraklarımızı ziyaretle İzmir’den Ankara’ya dönmektedir. Kütahya’ya geldiğinde, şehire kelli felli birisinin geldiğini gören halk Falih Rıfkı’yı devlet görevlisi sanarak kuşatır. İçlerinden biri seslenir; anladık düşmanı kovdunuz bari hiç değilse şu esnaf Rumlar geri gelsin açlıktan ölüyoruz, der. Şehirde açık bir tane dükkan yoktur. Çünkü esnafın tamamı Rum ve Ermenidir. Onlarda kaçıp gitmişlerdir.
Lozan Konferansı’nın devam ettiği günlerde büyük önder Atatürk İzmir İktisat Kongresi’ni toplar. Tam bağımsızlık hedefi doğrultusunda ekonomik kararlar alınır ve Misak-ı İktisadi adıyla yayımlanır. Burada da liberal sistem kabul edilmiştir. Ancak gerek yukarıdaki anlattığım durum, gerekse halkın alım gücünün olmaması dolayısıyla ülkede 1929 a kadar çivi çakılmaz. Bunun üzerine ekonomik kalkınmayı bir an önce gerçekleştirmek için, kalkınmayı devlet eliyle yapmayı amaçlayan devletçilik ilkesi benimsenir. Amaç malum özel sektöre altarnatif değil onun yapamadığı yatırımları devlet gücüyle yapmaktır. Ardından I. Beş yıllık kalkınma planı hazırlanır ve hızlı bir kalkınma süreci başlar.
Bu kalkınma köylünün kazmasının ucuyla başlamış, alnının teriyle temelleri atılmış bir kalkınmadır. Kendini liberal ilan eden partiler iş başına gelene kadar da sosyal yönü gözetilmiş, ülke geneline dağıtılmış, hammadde kaynaklarına yakın yerlerde işletmeler kurulmuştur.
Sonra elliler de malum partiler iş başına gelmiş, fabrikalar gerek özel sektör, gerekse devlet tarafından belirli bölgelere doluşturulmuştur. Yani kalkınmanın sosyal yönü gümletilmiştir.
Ancak özel sektör arsızdır, gözünü devletin elindeki fabrikalara dikmiş ve bir masal tutturmuştur, devlet zarar ediyor vatandaş bunu vergi olarak ödüyor.
Turgut Özal’la bu masal zirve yapmıştır. İşsizler ve köylüler üzerinde bu politika çok etkili olmuştur. Bizim vergilerimizle işçi maaşı ödüyorlar, satsınlar kurtulalım anlayışı egemenliğini ilan etmiştir. Esnaf tayfası da buna alkış tutmakla kalmamış en ön safta yerini almıştır.
Demiri demirle dövdüler biri sıcak biri soğuktu, insanı insanla kırdılar biri aç biri toktu. (Pir Sultan Abdal)
Bu söz yüzyılların ötesinden seslense de günümüze ışık tutuyordu. İşçilere karşı işsizler ve daha yoksul olan köylüler.
Özal’la başalayıp sattık sattık. Neyi mi? Halkımızın alınteri ve kazmasının ucuyla kurduğu fabrikaları. Hikaye gayet basitti, devlet küçülecek, gider azalacak, halk zengin olacaktı. Tabi ki esnafta!
Sonunda bu politikalarla AKP zirve yaptı. Her şey satıldı, özelleşti. Özelleşen krumlardaki işçiler sokaklara atıldı. Yerlerine sarı sendikalı askeri ücretli yeni ve genç elemanlar alındı. Halkımız o kadar öfkeliydiki işinden atılan bu kişilerin çığlıkları karşısında kör, sağır duvar oldu. Esnaf zil takıp oynadı.
Şimdi esnaf ağlıyor, köylü perişan. Birileri yüzmilyonlirayı sermaye yapıb piyasadaki boş samanları topluyor, 4.5 liralık saman bir anda 15 lira oluyor, 4.500 liralık hayvanları 1.500 yüz liraya kimse almıyor. İşçilerin yerini alan ucuz işçiler boğazlarını doyurmadıklarından esnafta işler kesat, bir bir topu dikiyorlar. Dev alış veriş merkezleri ve ucuz insan sömürüsü esnafın çanına ot tıkıyor.
Bütün bunlar niçin yaşandı?
Devleti küçültmek ve daha az vergi alınarak halkı zenginleştirmek için.
Pekala devlet küçüldümü?
Yoksa tam tersine zenginliklere kaynak yaratan dev bir ihale dağıtıcısına mı dönüştü?
Ya devlet adamlarımızın gezilerine ne demeli?
Küçülen devletin başbakanı her İstanbul’a geldiğinde binlerce otomobil, binlerce koruma ve ve …
Ne diyelim, devlet küçülsün küçülsün cebimize girsin değil mi?
Zaten cebimizde, yoksa en pahalı banzin niye biz de satılsın?
Vergiden vergi niye alınsın?
Son olarak küçül küçül cebime gir diyorum.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.