- 573 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
589 – MUHABBET KUŞU
Onur BİLGE
“Muhabbet Kuşu,
Sebepsiz sevdim seni. Sevgi ancak sebepsizse, kendiliğinden ortaya çıkmışsa aşktır. Bir güzellik yapmanı da beklemedim üstelik. Sadece sahip olduklarımla mutlu olmaya çalıştım. Ulaşamadığım şeyler için üzüldüğüm gerçek ama bende gizli kaldı hislerim. Güzel bir şey söylemeni bile beklemedim senden. Yalan da olsa hoşuma giderdi mutlaka ama ummadım bile. Buna hakkım olmadığının bilincindeydim..
Gülüşün dünyaya bedeldi, sesin en büyük nimet… Sohbetin hiç nihayet bulmasın isterdim. Açmasan da telefonunu çaldırmanın heyecanını anlatamam! Aradığında telefona yetişemesem bile mutluluktan uçardım! Zannederdim ki senin için önemliyim. Zannederdim ki ben varım dünyanda, arkanda dağlar gibi… Kayalar gibi sırtını dayadığın biriyim. Beş paralık değerim yokmuş meğer geldiğinde anladım. Acı gerçekle yüzleşmek kolay değildi öyle. Gerçeği birkaç sözle sayende öğrendim. Teşekkür ederim.
Şimdi varlığınla geçirdiğim günleri, hayalinle sabaha erdiğim geceleri düşünüyorum. Yan yanaymışız gibi oturduğum hatıralarımızı taşıyan bankları, ele imişiz gibi dolaştığım caddelerle sokakları tekrar tekrar geçirdim hayalimden. Antalya seninle ne kadar güzeldi buradayken, gittiğinde de öyle, hayalinle güzelleşmişti. O günler, o geceler nasıl unutulur, bilmiyorum.
Artık acılarımın nasıl biteceği derdindeyim. Kahreden hasretlerle seni beklemek vardı ya… Bilseydim beklemezdim. Orada, öylece kalman için dualar ederdim. Hayalinle yaşamak da yeterdi nefretsiz saf sevgiyle aşkla. Hasretinden daha kötü ne vardır acaba hayatta, diye düşünürken, ondan daha da acı olan isyanını görmek de varmış kaderde.
Bu hep böyle mi gidecek, bilmiyorum. Kahrolmaktan ne zaman kurtulurum acaba? Fakat bütün kabahat bende, senin suçun yok. Ah aptal kafam! Sevmekten usanmayan aşka programlı kalbim! Sana neydi elin kızından! Kırkından sonra saz çalmaya neden kalktın! Ben yaşlı bir akbaba, o bir muhabbet kuşu…
Soğuktan üşümezdim, zemheri ayazında. Aşkınla ısınırdım. Kırık camlı harabede soğuktan değil, hasretinden titrerdim. Mesafeler ayırmıştı bizi, resmi kayıtlar… O çifte imzaları taşıyarak kirlenen beyaz kâğıtlar… Uzaklığın ayıramadığı kimselerden olduğumuzu zannediyordum. Gitmekle gitmediğini, gitmenle beni yok etmediğini sanıyordum.
Yoktan saymamıştım kendimi hiç senin hayatında. Giden benim için çok ama çok değerliydi. Kalan da senin için aynı kaldı ve kalacak zannediyordum. Ölünceye kadar her şey aynı şekilde olacak sanıyordum.
Elimden hiçbir şey gelmiyor, ne yazık ki artık. Göz göre göre felaket zincirine doğru gidiyorsun. Elimden gelmese de kalbimden her şey geliyordu, senin için halbuki. Senin için akla hayale bile gelen ve gelmeyen her şey…
Benim hayatım, yanlışlıklarla doldu. Düşüncesizce davranarak aldığım kararlar altüst etti başından beri yaşantımı. Hatalarım sorunlar açtı başıma ve onlar helak etti beni. Yalnızlığa mahkûm etti nihayetinde.
Kimse bilemez benim gizli yaralarımı. Yalnızlığımda nasıl kaşınır, kaşıdıkça nasıl acırlar ruhumda! Nasıl kalkar kabukları, nasıl sızlayarak kanarlar içimde! İflah olmaz biliyorum. Böyle geldi böyle gider.
Gecenin bir yarısı… Dertlerimin depreştiği zamanlar bunlar. Yalnızlığın yalnızlığı… Dipsiz bilinen kuyuların dibi… Seni özlemek için sebep yok ama sonsuz nedeni varmış gibi…
Aynı ilde olmak da yetmezmiş, hasret kalmamak için. Yan yana evlerde yaşanıyor olsa bile ayrıysa gönüller, özlem yine aynı değerdeymiş, hiç eksilmezmiş. Bir yanım kahroluyor, lanet ediyor sana, bir yanım serapa aşk, yanıp tutuşuyor hasretinden hâlâ.
"Kaderimmiş böylesi!” desem de teskin etmiyor beni. Teselli etmiyor hiçbir düşünce bu şaşkın benliğimi. Kaç yıl geçerse geçsin, hasretin bitmeyecek gibi geliyor bana. Yüzünü görmek, sesini duymak isteği gibi… Ancak hasret ne kadar bastırırsa bastırsın, nefret de aynı gözden fışkırarak çağlıyor. Lanet okurken bile gözlerimle beraber yüreciğim ağlıyor.
Nasıl koyarsın beni sen ellerin yerine! Nasıl kırarsın beni suçsuzken günahsızken! Ahraz olsa susmazdı, atılır uyarırdı. Çıkmayan sesi ile gerçeği haykırırdı.
Hayatı çirkin eden alınan kararlar ve tercih edilen çirkin insanlardır. Bazen hırstan bazen de cahillikten çekilir. Artık sen kendin düşün, hırsından mı cehaletinden mi asi kızı oynuyorsun. Yenildikçe güreşe bir türlü doymuyorsun. Kıyamet kopsa bile hiçbir ses duymuyorsun.
Dayandığım güvendiğim iki kelime vardı. Kol kola gezerlerdi, birbirlerine adım uydurarak. Mutluluktan dans ederlerdi, sarılıp. Her yere kaydetmiştim, artsın sevincim diye. Yazılar yine yerlerinde, silinmediler ama anlamlarını kaybettiler, neye yararlar ki artık. Her ne kadar gezip dolaştığımız yerlerde gerçekten ve hayalen okuyor olsam da hâlâ ben yokum artık senin için, var yazmıyor listende. Listenin başındaydım, ben vardım senin için. Onunla yetinirdim, iki sözcük yeterdi, hissettikçe içten içe sevinç içinde olmam için.
Aklımdakiler beni gün boyu tedirgin ediyor. Geceleri dertlerim depreşip delirtiyor. Gece gündüz beynimin içi allak bullakken nasıl rahat ederim, nasıl durur da dinlenirim! Deliksiz bir uyku çekmeye hasret kaldım. Şayet her şeye rağmen nefes alıp verebiliyorsam, belki aklın başına gelir de yol yakınken dönersin diyedir.
Sen tarifsiz güzelsin, dünyanın iyisisin ama aptal denilecek kadar saf ve temizsin. Bunu düşündükçe sana aşkım büyüyor. Söz dinlemez, laf anlamaz halin geldikçe aklıma, nefretim anlatılmaz oluyor.
Rüyalarım uzuyor, uykular kısaldıkça. Yılanlar çıyanlarla kâbuslara dönüyor. Ya alevler içinde kalıyorsun çaresiz ya suyun dibindesin, sesin yok, nefesin yok. Avazım çıktığı kadar bağırıyorum ama kendim bile sesimi duyamıyor, çıldırıyorum. Koşabildiğim kadar koşmak istedikçe yerimde mıhlanmışım, heykel gibi çaresiz… Bu nasıl ıstıraptır, nasıl bir çıkmaz sokak! Bu nasıl bir sevgidir, bunca nefrete rağmen!
Bırakırsam düşersin, neden inanmıyorsun? Ona gönüllü kanıyorsun da gözü kapalı gidiyorsun uçuruma. Bunca korurken seni, nasıl düşersin bu duruma! Yarın bir gün ağlama, hiç beklemediğin anda hüsrana uğrayınca. Sakın beni arama, yapayalnız kalınca.
Gecenin karanlığı karamsar yüreğimde… Acıyan yanlarını saramayan biriyim. Bu yaştan sonra sevmek, hatanın büyüğü… Ancak aşk davetsiz bir yatılı bir misafirdir. Geldiği gibi gitse, hiç rahatsız etmese… Kolunda kıskançlıkla birlikte geldiği gibi teklifsizce geçer, başköşeye kurulur. Ne nedeni sorulur, ne de gideceği umulur. Hele gerçek bir aşksa, sanma ki unutulur.
Hak ettiği kadar değer verilmeli kişiye. Layık olmayana bol keseden verilen değer niye? Herkes kendi belirler, zaman içinde davranışları ile gerçek değerini. Görür görmez tam puan vermek ve peşine takılıp gitmek niye?
Bazen de benim gibi yanındayken bilinmez değeri insanların. Mutlaka anlayacaksın, yokluğumda kıymetimi. Ne yazık ki değerimi bildiğin gün, yanında bulamayacaksın beni.
Ben kendi kimliğimle çıktım karşına. Ancak herkes benim gibi değil, maskeli. Kimsenin kendisi olmaya cesareti yok. Biliyorlar ki gerçek kişilikleri hiç de görülecek gibi değil!
Yine de sen özgürsün, her türlü seçiminde. Kiminle, nerede ve nasıl mutlu olmak istiyorsan öyle yaparsın. Kimsenin sözüne aldırmazsın, bilirim. Pişman olduğunda da o güzel başını taşlara vurma.
Gönülden sevmişim seni, dokunmaya kıyamamış, gözlerimle okşamıştım, manolya gibi. Ne yazık ki veda bana düştü şimdi de. İki satırlık adam için roman yazmaya kalktın yine. Ne kadar seviyorsam, sitemim o kadar olacak tabii. Aşkımdan haberdar olmadığın gibi sitemimi de duymayacaksın. Bu yazdıklarımı asla, asla okuyamayacaksın!
Nefretim en az sitemim kadar. Günden güne artmakta da hatta… İki yağız yarış atı, aşkla nefret dörtnala… Başa baş gidiyorlar, kıyasıya koşuda… Aşkım bir adım ondan geride kalsa keşke!
Seni gördüğümden beri güçlü hissediyordum kendimi. Tüm dünyayı değiştirebileceğimi zannediyordum. Ne kadar aciz olduğumu esefle görüyorum şimdi. Kenarda kıyıda kalmış aç ve uyuz bir köpek gibi hissederken kendimi.
Ne yana dönsem çıkmaz sokak, ne yana dönsem çaresizlik… Fakirlik diz boyu, yalnızlık, kimsesizlik… Gücünü yitirmiş bir aslan gibiyim. Yığılıp kalmışım. Başta sineklere, karıncalara, kurtlara mükemmel bir ziyafet…
Dedim ya, çok değiştin. O mazlum, masum ve makul kızcağız nerde bu asi kadın nerde!
Yaşlı Akbaba”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 589
YORUMLAR
Sebepsiz sevdim seni. Sevgi ancak sebepsizse, kendiliğinden ortaya çıkmışsa aşktır. Hakikatiyle başlayan satırlar Aha ! da buldum aradığımı demem sebep oldu.
........................................
...........................................
...........................................ağzımın suyu aka aka okumaya devam ederken. MEĞER diye bir kılçıkla buruştu yüzüm. Asil bir sevdanın nasıl bir çamura dönüştüğüne şahit oluyor insan "Meğer"le başlayan ajitasyonun salya sümük sitemlerle yok edilişine. Yüreciğim derken bile BEN illede ben Vurgusu Kendini ilah sevdiğini asi kul ilan etmişliğin tüm sancılarını deşifre ediyor.
Evet Ben olmadan biz Biz olmadan Hiç olunmaz. Necmetdin Ben dediğimiz Zatı teşkil edecekken.Benlik dediğimiz enaniyeti körükleyip duruyor. Geriye doğru okumanın en güzel yanıda bu belki.Hem kalemin hem de kaleme konu olan "Necmetdin"in nasıl bir bedbahtlıktan aydınlığa doğru yürüdüğünü görebiliyorum.
"Hak ettiği kadar değer verilmeli kişiye. Layık olmayana bol keseden verilen değer niye? Herkes kendi belirler, zaman içinde davranışları ile gerçek değerini. Görür görmez tam puan vermek ve peşine takılıp gitmek niye?""
Bu yazacaklarım yazı dan bağımsız alıntıladığım yere ait istişaredir.
Kısaca değinmiştim sanıyorum. İnsan değer versin diye değil değer bilsin diye yaratılmıştır.
Yaratılmış ne varsa. Allah değersiz şey yaratmaktan münezzehtir ölçüsüyle her şeyin değerini bilmek Her şey içinden insanı Hazret kabul etmek gereklidir. İlk defa tanıdığı insanı başa tac edinmeyen,onun yerini de tain edemez. Zira her kes ama her kes zaman içinde hak ettiği yere kendini taşır. Bu sebeple henüz tanışdıklarım'ızı baş tacı bilip Onların tavır ve sözlerini sınırlamamaya özenle zaman içinde şahsımızdaki yerini tain etmesine izin vermeliyiz. Bize ters düşen hallerini ikaz ile ona saklanmayı öğretmek yerine sere serpe kendini deşifre etmesini sağlamalıyız. Aksi takdirde tanımamız gereken birinin ayıp, Günah ,Kabalık ve Edepsizlik diyerek ötelediğimiz yüzüyle karşılaştığımızda çaresizliğimize yenilmiş oluruz. az da olsa arif olmak güçlü zan sahibi olmaktan iyidir. Dağlar kadar da olsa; Zan gölgedir. Küçücük bir ışığın gölgeleri yok ettiği gibi tek bir hakikat zanna dayalı tüm intibayı bir salisede yer eder. Zahire hükmetmekle yükümlüysek her halin zuhurunu beklememiz gerekir.İstediğimiz şekilde davrananların zahirleri olmaz biriken zehirleri olur sadece.
De.Keseyim çok uzayacak yoksa.:)