- 444 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
A BEBEĞİM NAZLIDA YARİM
A BEBEĞİM NAZLIDA YARİM
onar göçer bir kaç aile için dinlenmek, elek,sepet yapmak, kalaysız kapları parlatmak, tertemiz pınarlardan su içmek, geceleri kendi dillerinde halk şarkıları eşliğinde dans etmek yaşam biçimleriydi. Çok uzun yıllar önce140 kabile aileleri ile bir şekilde Macaristan’dan gelmişler ve Türkiye konar göçeri olmuşlardı. Ama bir çok aile başka başka yerlere gitmişler yedi ailede aynı yerde kalmışlardı.
Haziran sonlarında bir akşam üstü vadide durdular. Vadide akan ırmak, söğütler, ılgınlar, kamışlar, kavaklar, çayır, çimen her şey güzel ve uygundu. Atlı arabalardan göçler indi. Güneş batmadan kirli beyaz çadırlar kuruldu. Erkekler çadır kurarken alnının ortası benli kadınlar, yetişkin kızlar kilim, çul, yataklar, işlemeli yastıklar,kap kacak, vb. yerleştirildi. Çocuklar kuru ağaç dalları,tezek, kuru ot topladılar. İki saate kalmadı yedi kirli beyaz çadır biçilmiş çayırlarda kuruldu. Yakınlarda Telaşlı Köyü vardı. Telaşlı’da yüz otuz civarında bir hane yaşıyordu. Geçimleri tarım, bağcılık, hayvancılıktı. Gurbetçisi İzmir, İstanbul, Ankara’ya veya Almanya, Fransa, Belçika gibi ülkelerde çalışmaya giderlerdi. Yurt dışına gidenler yaz mevsimi izinlerini köylerinde geçirirlerdi.
Çimenlerin üstüne çiğ düşmüş bir Haziran sabahı nemli yataklarından uyandılar. Sabah kahvaltısının ardından kendi aralarında bir heyet oluşturdular. O heyette çeribaşı Ferko ( (Serbest 63) Tabor (Tiber nehri 47) ve Sandor ( Gurur 24) vardı. Atlarına bindiler beş km ilerdeki Telaşlı köyüne gittiler. Köyün ileri geleni, hükmedeni, en varsılı Sıddık Karataş’ı sorup soruşturarak buldular. Atlarını Sıddık Karataş’ın evine sürdüler. Bir istekleri olacaktı. Büyük ağaç kapılı avluda Sıddık Karataş’ın kahvaltı yapmasını beklediler.
Neden sonra içeri buyur edildiler. Sıddık, gelenleri alacaklı değilde verecekli gibi inceledi. Çünkü Sıddık, hiç kimseye vermezdi. Hepten almaya alışkandı. İki değil çok kolu, iki değil çok gözü vardı. İlçede, ilde birçok esnaf, memur, amir devlet adamını tanırdı. Köye en küçüğünden en büyüğüne kim gelirse gelsin hemen kuzu keser, boğma rakı, küp şarabı ikram ederdi. Bu gelen çingeneler acaba ne isteyeceklerdi.
Sıddık,
- Buyurun ağalar oturun size çay ikram edeyim dedi.
Çeribaşı Ferko,
- Estağfurullah biz buyuramayız bir ricamız var dedi.
- Sizi dinliyorum.
- Sorduk, öğrendik bir istek olursa Sıddık Ağa bilir dediler bizde huzuruna geldik dedi.
- Buyurun; çekinmeyin söyleyin dedi.
- Aşağıda ırmak kenarında kamışlar ve ılgınlar gördük. İznin olursa biraz kamış, ılgın derleyip sele sepet yapacağız bizim rızkımızda o işlerdedir. Ayrıca bakır kap, kacak ne varsa kalayda yaparız dedi. Sıddık yarı ağarmış sakalını karıştırdı.
- Olur olur dedi. Sonra evdekilere gürledi.
- Bir bardak çay yapmak bu kadar uzar mı yahu dedi. Beş dakika sonra, kenarları çiçekli tepside ince belli altın yaldızlı bardaklarda demli dört bardak çay ve yanında kızarmış sac böreğini ortanca kızı Gülperi getirdi. Gelen konuklara ikram etti. İkram etti de Sandor’un çayını verirken elleri titredi. Nerdeyse çayı Sandor’un beyaz uzun yaka kısa kollu ipek gömleğine dökecekti. Gülperi dökmedi ama çayı alırken Sandor’un elleri titredi. Bu kısa temaşayı diğerleri fark etmediler.
- Alın alın sele, sepet yapın bir tanede bana sepet yapın dedi.
Çeribaşı Ferko,
- Sağol, varol ağam dedi. Boş bardağı sandalyenin üzerine bıraktı.
- Bize müsade dedi.
Sıddık,
- Dur hele bu işlerde bir pazarlık olur daha hiç konuşmadık dedi. Sonra kızına tekrar kükredi.
- Gülperiii çayları tazele kızım dedi.
Ferko tekrar yerine oturdu.
- Emrin nedir Sıddık Ağa?
- İki yüz lira ödeme yapacaksınız sonra ne isterseniz yapın dedi.
Sıkı bir pazarlıktan sonra yüz liraya anlaştılar.
Ferko, Tabor ve Sandor teker teker Sıddık Ağa’nın elini sıktılar yağız besili atlarına bindiler. Bu sırada Gülperi evin arka penceresinden onların gidişini gözlüyordu. Bunu fark eden Sandor, atını pencereye doğru sürdü. Siyah kakülünü eli ile geri atarak, ihtirasla;
- Gene geleceğim dedi ve atını mahmuzladı.
Ertesi gün, köylüler bakır kaplarını torbalara doldurarak çadırların önündeki Ferko’nun körüklü kalaycı ocağının başında sıraladılar. Çadırlarda yalnızca Ferko ve karısı Bahtı hanım kalmıştı. Diğerleri kamış, Ilgın ( kendiliğinden gelen ince söğüt fidanları) toplamaya gitmişlerdi. O gün Çeribaşı Ferko ve karısı Bahtı hanım köylerin bakır kaplarını parlatmak için çalıştılar. Kamış ve ılgın toplamaya gidenler ise akşama kadar topladılar, ama hepsini çadırlara getirmediler. Gece dolunayda ekmek, meyve seleleri, üzüm sepetleri ördüler. Tabor cümbüş çalarken Sandor da bir türkü tutturdu.
"Ye kapı ye kapiro doldurdular"
"Aişe kapolo doldurdular"
"Buda Maziye kandırdılar"
"A bebeğim nazlıda yarim "
"A bebeğim şugarda yerim."
türküsünü kendi dilinde öyle içli ve yanık söyledi ki; kayalarda yankı yaparak çevreye dalga dalga, aşk aşk yayıldı. Gece geç saatlere kadar sele, sepet ören konar göçerler bir düdük sesiyle ellerindeki tüm işleri bıraktılar. Bu düdük eğlence başlayacak demekti. Her çadırdan bir genç yağız, doru, al, demikır atlarına bindiler. Üç km ilerde Çeribaşı Ferko’nun gündüz otların arasına sakladığı bir küp şarabı bulup getirmekti. Ödül ise, ertesi günü obanın en güzel kızı Russe ile dere kıyısında el ele gezmek çiçek toplamaktı. Atlarına binen çingene gençler ikinci düdük sesi ile ok gibi firladılar. Her biri dolunayda uçan birer kartal gibiydiler. Yarım saat sonra Sandor bulamadı ama Tabor’un oğlu Zindelo (oğul 21) bir küp şarapla geldi. O arada teneke kebap hazırdı. Yetişkin erkekler, genç çingeneler, iki kaşının ortası benli kadınlar şarap içerek şarkılar söyleyip dans ettiler. Yalnızca Sandor dans etmedi. O yine bir halk türküsü söylemeye başladı.
"Karadır kaşların ferman yazdırır"
"Bu aşk beni diyar diyar gezdirir" türküsünü Türkçe söyledi. Gene o yanık gür sesi kayalarda yankılandı. Çokça eğlenen oba halkı, Yorgun düşerek yedi çingene çadırında derin uykuya daldılar. Ama Sandor sabaha kadar uyumadı. Taze ılgınlardan çok güzel bir meyve selesini bitirdi.
Ertesi gün öğleden sonra Sıddık Ağa küçük kardeşi Salim ile birlikte çadırları ziyarete geldiler. Traktörünü tam Ferko’nun çadırı önünde durdurdu bir sıçrayışta indi. O arada Çeribaşı Ferko’nun ördüğü sepet yarıya kadar örülmüştü. Çadırların önünde biraz kamış biraz da ılgın vardı. Hepsini getirmediler kalanını gece getireceklerdi.
Ferko, ayağa kalktı
- Oo Hoş geldin Sıddık Ağa dedi.
- Hoş bulduk, hoş bulduk
- Aha senin sepet akşama hazır olur otur hele dedi. Biri çeribaşı, diğeri köyün başı yaşlılar karşılıklı minderlere oturdular. Koyu sohbetlere daldılar. Aradan iki saat geçmişti. Nar gibi kızarmış bir horoz kalaylı tepside geldi. Yanında meyve ve şarap vardı. Karşılıklı kadeh kaldırdılar. Belki de o nar gibi kızarmış horoz Sıddık Ağa’nın olabilirdi. Olsun önemlisi hoş sohbet muhabbet oluyordu. Gün batımında sepet örgüsü bitti. Sepeti Salim sırtladı.
- Eline sağlık Ferko çok güzel oldu dedi.
- Lafı olmaz Sıddık Ağa’m diyerek yolcu etti.
Bir sonraki gün yine bakır kaplar kalaylandı. Seleler, sepetler örüldü. Akşam serinliğinde Sandor elideki seleyi iki gün önce Zindelo’nun topladığı çiçeklerle süsledi. Bir sele dolusu kiraz ve şekerpare kaysı ile köye gitti. Atını avlunun dışındaki iğde ağacına bağladı. İri kırmızı bir gülü ipek gömleğinin yakasına takmıştı. Büyük tahta avlu kapısından içeri girdi.
- Hey kimse yok mu diye seslendi. Evin kapısını Gülperi açtı. Uzun boylu, uzun boyunlu, geniş omuzlu dalgalı saçlı Sandor, bir heykeltıraş elinden çıkmış gibiydi.
- Buyurun bu sele sizin aileniz içindir. Yakasındaki kırmızı gülü Gülperi’ye uzattı.
- Buda senin içindir dedi.
Meyve dolu seleyi alan Gülperi,
-Yarın sizin çadırların yanındaki bağda çalışacağım dedi ve Sandor’un gözlerine baktı.
- Çok teşekkür ederim diyebildi.
- O kısa sürede Gülperi’nin yüreğinde güneş açtı, bahar geldi, binbir ezgi türkü oldu. Doru atına binen Sandor, kuş gibi uçtu. Yüreği beş kere daha hızlı attı. Çingene çadırlarına doğru yol aldı. O gece, kırk gece gibi uzadıkça uzadı.
Gülperi, kuşluk vakti kardeşi on iki yaşındaki Nurperi ile çapalarını ve bir testi su alarak bağa gittiler. Üzüm çubuklarının boğazı toprakla doldurulacaktı. Zamanı değildi ama Gülperi böyle bir iş yarattı. Ürkek bir ceylan gibi çevreye bakıyor sonra işine devam ediyordu. Çok geçmedi Sandor atını otlatmaya oralara getirdi. Gülperi ile göz göze geldiler.
Sandor,
- Güzel hanımlar atımı buralarda otlatacağım sakınca varmı dedi?
Gülperi,
-Bize ne nerde istersen orada otlatırsın dedi. Nurperi omuz silkti. Sandor papatyalar, sümbüller, ve nice kır çiçekleri toplarken Gülperi hissettirmeden testideki suyu döküverdi. Kardeşine su kalmadığını ırmak başındaki pınardan su getirmesini istedi. Nurperi ablasını çok severdi. Hemen testiyi omuzladı pınara gitti. Gülperi’nin yanına gelen Sandor, iri beyaz bir papatyayı Gülperi’nin saçlarına taktı.
-Bu papatya sadece sende bu kadar güzel durur dedi. Bu iltifatlar karşılığını buldu. İki genç gölge bir yerde çayırlara orurdular. Ne olacak ? Nasıl olacaktı? Uzun uzun konuştular. Gülperi’nin babası Sıddık Ağa asla böyle bir sevdaya izin vermezdi. Bunu ikiside biliyordu. Ama ayrılık artık ikisi içinde ölümden zordu. Karşıdan Nurperi göründü bu ara aceleyle bir şeyler daha konuştular ve Sandor atına atlayarak dört nala uzaklaştı.
Beşinci gün konar göçer aşireti günlük işlerine devam etti. Fakat çeribaşı Ferko, Sandor’daki gizemi gözlemledi. Bazı sorular sordu ancak bir laf alamadı. O’da işine devam etti. Bir sonraki gün sabah saatlerinde obanın kirli beyaz çadırları bir bir söküldü. Yarım silindir biçimli at arabalarına denkler usulünce yerleştirildi. Bir saat içinde yeni yurtlar bulmak üzere atlı arabalar yola dizildiler. Ne yönde gidilecek nerede tekrar çadırlar kurulacak Ferko karar verirdi. Kafile kendi dillerince şarkılar söyleyerek uzaklaştılar.
Bir sonraki gün Telaşlı köyün güzel Gülperisi’de çok telaşlıydı. O gece gelemedi gelmedi. Çünkü herkes derin uykusunda Gülperi uyanıktı. Dolunay bulutların arkasına gizlendiğinde Sandor’un bağda söylediği türkünün ezgisi ıslık ıslık Gülperi’nin kulaklarında çınladı. Hafifçe perdeyi aralığında Sandor’un silüeti Mikelanjelo heykeli gibi atın üstünde bekliyordu. Bohçasını pencereden aşağı atıverdi. Sessizce dışarı çıkar çıkmaz güçlü bir elin kavramasıyla kendini atın terkisinde buldu. Uzun parlak bir şimşek olup köyün sokaklarını geçtiler. Şafak sökerken obaya vardılar. Bu defa tertemiz beyaz bir çadırda Gülperi uyurken, Sandor kaması elinde nöbet tuttu.
Her sabah erkenden kalkan Gülperi o sabah hiç odasından çıkmadı. Anası odasına girdiğinde yatağının hiç bozulmadığını gördü. Ahıra, samanlığa, bahçeye baktı yoktu. Nurperi’yi bağa yolladı orada da yoktu. Kendi kendine "yoksa bu kız dedi" durumu kocası Sıddık Ağa’ya bildirdi. Sıddık önce bir şey anlamadı. Sonra karısını ve Nurperi’yi sorguya çekti. Sonunda işin ciddiyetini anladı. Öyle bir öfke ve kızgınlık sardı ki kimse yanına gelemedi. Başta Salim olmak üzere Telaşlı’nın bütün gençlerini görevlendirdi. Ve büyük söz verdi.
-Her tarafı arayın, bulup getiren Gülperyi alır dedi.
Delikanlılar bu işe şaşırdılar ama Güzel Gülperi’yi yar etmek için hemen harekete geçtiler. Dağ arandı, bağ arandı,dere,tepe,vadi arandı ırmaktaki su tarandı ama bulunamadı. Akşam olmadan traktörüne binerek ilçeye jandarma karakoluna vardı. Sıddık Ağa, kapıyı çalmadan komutanın odasına daldı.
-Komutan komutan kızım kayıp hemen onu bulmalısın dedi.
-Hele otur Sıddık Ağa tek tek anlat ne oldu.
-Akşamdan beri kızım kayıp hiç bir yerde yok dedi. Olup biteni bir bir anlattı. Sonunda ağzındaki baklayı çıkardı. Mutlaka Çingeneler kaçırdı deyiverdi. Hemen o gece bir başçavuş komutasında on iki kişilik jandarma birliği gece çingene aramak için yollara ikişerli dizildiler ve gittiler. İki gün iz sürüldü ama sonuç yoktu. Aynı günlerde Sıddık Ağa, elli kişilik eli silahlı ve atlı gençle köylerde arama başlattı. Dört gün oldu bir iz bulamadılar. Son bir köy kalmıştı. Atlılar atlarını o köye sürdüler. Issızdam köyü yakınlarında çadırları gördüler. Bu arada Sıddık Ağa, Salim ile bir genci jandarmaya yolladı yardım istedi. Gerekli planlar yapıldı. Gece karanlıkta saldıracaklar ve ne pahasına olursa olsun Gülperi’yi geri alacaklardı. İki genç çevrede inceleme yaptılar saldırı için hiç bir engel yoktu.
Gece saat on gibi jandarma birliği uzaktan göründü.
Sıddık Ağa,
- Şimdi jandarma bize engel olur o sebeple jandarma gelmeden saldıralım dedi ve gençlere yol verdi. Gülperi’yi yâr etme umudunda olanlar önde diğerleri hemen peşlerinde saldırdılar. Tabanca, tüfek sesleri bütün vadiyi sardı. Neye uğradığını şaşıran oba erkekleride silahlarına davrandılar. Amansız bir çatışma başladı ki kim kime vuruyor belli değildi. Konar göçer aşiretinde yirmi iki yetişkin erkek vardı. Ama oba kadınlarıda erkeklerden aşağı kalmazdı. Başa baş dövüşüyorlardı. O sıra yeni evli Sandor su kıyısında balık tutuyordu. Obadaki çatışmayı bir kız çocuğu haber verdi. Doru atına binen Sandor, dört nala obaya yetişti. Çeribaşı Ferko’nun yerde yattığını gördü. Hemen yanında Bahtı Ananın kafasından kanlar akıyordu. Gözü dönen Sandor, yıldırım gibi memilerin arasından geçti. Bir atmaca çevikliği ile atının üstünden fırladı Sıddık Ağa’yı atından al aşağı etti. Yalım yalım parlayan çelik kamasını Sıddık Ağa’nın kalbine dayadı. O sırada jandarma birliği çatışma yerine ulaştı. Yarım saat süren çatışmada çok yaralananlar oldu. Jandarma komutanının emriyle havaya üç el silah atıldı. Ortaya dalan jandarmalar dipçiklerle vura vura kavgayı yatıştırdı. Sandor’un çelik kaması hâlâ altta yatan Sıddık Ağa’nın göğsünde dayalı duruyordu. Altı jandarma silahlarını Sıddık Ağa’nın adamlarına doğrultmuştu, diğer altısı da namlularını üstte Sandor altta Sıddık’ın üstüne doğrultmuş halde emir beklediler.
Sandor,
- Sıddık Ağa ya adamlarını çek yoksa bu hançer kalbini delecek dedi.
Yenilgiyi kabullenen Ağa,
- Tamam tamam geri çekilin diye hırıltılı bir ses çıkardı.
Sandor,
- Bu obadan kadın çıkaracak kişinin gergedan kadar yüreği olmalı dedi ve kamasını beline sokarak doğruldu.
Bir saat sonra ortalık sakinledi. Bu olaylar olurken Issızdam köylüleri, çevrede olup biteni sadece izlemekle kaldılar. Çatışmada ağır yaralanan Çeribaşı Ferko İssızdam köyünün minibüsü ile hastahaneye götürüldü.
Jandarma komutanı,
-Gülperi neredeyse buraya getirin onunla konuşacağım dedi. Beş dakika sonra yine o ürkek ceylan olmuş Gülperi geldi.
Jandarma komutanı,
Gülperi’ye yaşını sordu, kendi isteğiyle gelip gelmediğini ve seçimini sordu.
Gülperi,
- Ben yirmi bir yaşındayım kimse beni zorla getiremez dedi.
Komutan,
- Babanla gelmek mi yoksa kalmak mı istiyorsun diye sordu. Bir süre suskunluğunu bozmadı. Komutan sorusunu yineledi. Gülperi bir babasına baktı bir Sandor’a baktı ve karalı bir sesle;
- Kalmak istiyorum komutan dedi. Bunun üzerine komutan Sıddık Ağa’ya döndü.
- Duydun kalmak istiyor. Yirmi bir yaşında ve kendi isteği ile gelmiş. Kanunen yapacak bir şey yok dedi. Ve konuşmasına devam etti.
- Sıddık Ağa şimdi adamlarını topla ve köyüne dön dedi. Kızgınlıktan ve sinirden boyun damarları bir sudan çıkmış balık solungaçı gibi şişerek yere bir tükürük fırlattı.
- Toparlanın gidiyoruz dedi. Elli kişiklik sivil milis güç atlarına bindiler. İki jandarma eri eşliğinde Issızdam Köyü dışına kadar takip edildi. O gece jandarma o köyde nöbet tuttu.
Ertesi gün, jandarma komutanı, konar göçer aşiretini köyden uzaklaştırmak istedi. Fakat aşiret bunu kabul etmedi. Çünkü hastahaneye kaldırılan Ferko’dan bir haber alamadılar.
Akşam vakti obayı öyle bir çığlık kapladı ki Issızdam köylüleri merakla tekrar çadırlara koştular. Çeribaşı Ferko’nun öldüğünü anlayınca o köylülerde çingenelerin üzüntülerine ortak oldular. Hemen ayrı bir çadır kuruldu. Ferko’nun cansız bedeni o çadıra kondu. İki kaşının ortası benli kadınlar kendi dillerinde ağıtlar söylediler. Sabaha kadar kimse uyumadı. Issızdam Köyü muhtarı mezarlıkta yer gösterdi. Öğle vakti Çeribaşı Ferko toprağa verildi. Ve mezarın üstü binbir baharlı çiçeklerle donatıldı.
İkindi zamanı kirli beyaz çadırlar söküldü denkler yapıldı. Usulüne uygun şekilde silindir şeklinde çadırlı at arabalarına yerleştirildi. En önde yeni çeribaşı Tabor, hemen arkalarında beyaz ipek gömleği ile Sandor ve yanında Telaşlı köyünün güzeli Gülperi vardı. Temmuzun ilk günlerinde Macaristan asıllı konar göçer aileleri güney batı yönünde uzaklaştılar.
O günden sonra aylar yıllar gecti.Çok sonra bile ne oralarda, ne de o ilde aşiretten bir haber alınamadı.
Ferko’nun ölümü ile ilgili hiç kimse tutuklanmadı veya hapis yatmadı.
Yedi yıl sonra Nurperi’ye İstanbul’dan bir mektup geldi .Gülperi kardeşini ve anasını çok özlemişti. Ama o mektuptan Sıddık Ağa’ya hiç söz edilmedi. Bu hasrete daha fazla dayanamayan Gülperi kızı ile köye gitmek istedi. Sandor buna izin vermedi. Fakat başka planı vardı. Gülperi ile alış verişe çıktılar. Kendi kafasına göre bir şeyler aldı. Gülperi’ye dönerek Nurperi’nin şimdi kaç yaşında olduğunu sordu. Giyim mağazasına girdiler. Sandor bir kadın elbisesini beğendi. Gülperi önce şaşırdı sonra
- Bu bana göre değil dedi.
-Biliyorum ama sana almıyorum dedi Sandor. Bu duruma bir anlam veremeyen Gülperi’nin kaşları çatıldı.
-Ya kime alıyorsun?
-Nurperi’ye alıyorum dedi. Bu sözü duyan Gülperi, mağazada herkesin gözü önünde şapır şupur öptü. Sonra annesine de hediyeler aldılar. Hemen o akşam yol hazırlıkları yapıldı. Eylül’ün ilk günü o sene aldığı arabası ile Telaşlı’ya doğru yolculuk başladı. O gün geç saatlerde köye ulaştılar. Büyük tahta kapılı evin önünde iki kere korna çaldılar. Açılan tahta kapıdan en az Gülperi kadar güzel bir genç kız göründü. Gülperi ağlayarak koştu boynuna sarıldı. Sandor, kızının elini tuttu çekine çekine avludan içeri girdi. Bu sırada uyuklamakta olan yaşlanmış olan Sıddık Ağa doğruldu hiç bir şey demedi. Ceketini giydi çıktı gitti. Annesi ise yüksek perdeden ağlayarak kızına sarılmış ağlıyordu. Neden sonra Sandor ve küçük kız Margot ile anneannesinin ellerini öptüler. Anneanesi küçük Margot’u kaçağına aldı sevdi kokladı bir daha bırakmadı.
Bir hafta kadar misafir oldular. Sonra Sandor ve ailesi arabalarına binerek Çeribaşı Ferko’nun mezarına ziyarete gittiler.
Ömer Yalçın
29/09/2020
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.