- 322 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
Evrim merhametten anlar mı?
Arkadaşım, bilmem benim gibi mi düşünürsün, merhamette bir aşkınlık seziyorum. Bu dünyaya sığmaz birşey. Ona sahip olanın, sadece kendi varlıksallığına değil, büyük resme de aşina olmasını gerektirir birşey. Çünkü merhametin evvelemirde sahibine bir faydasını görmüyorum. Nefsin zemininde bu gayreti açıklayamıyorum. Hele bir başkasının hayatı için hayatını feda edenleri, mesela anneleri/babaları, gördüğümde iyice işin içinden çıkamıyorum.
Aman, sakın, bana ’evrim’ falan deme. Evrime göre birey türünden önce vardır. Ve her canlı bireycidir. Bencildir. Öncelikle kendi ferdî varlığını savunur. Fakat iş merhamet zeminine geldiğinde böylesi kaideler(!) berhava oluyor. Tavuk yavrusunu korumak için boynunu kurda kaptırıyor. Ne için? Bunda ne çıkarı var? Hiç. Hiçbir. Lakin buna da bir argüman üretmiş evrimciler: "Neslinin devamı için yapıyor..." diyorlar. "Çünkü milyonlarca yıl boyunca canlılar genlerinin aktarımı için böyle şeyler yapmalarının zaruretini anladılar..." Ulan, nasıl birşey, daha fışkısını yeminden ayıramayan tavuk, neslinin devamı gibi kuşatıcı bir gayretin peşine düşüyor?
Aynı süperzeka yavrularından birisini arkada bırakmakla neslinin tükenmeyeceğini de idrak etmedi mi? Öyle ya. Bir sürü civcivi var daha. Kum gibi. Bereket versin. Versin bir tanesini gitsin. Yok. Değil. Asla. Öyle yapmıyor. Direniyor. Üstelik bu gıdaklayan Einstein bizzat hayatta kalmasının gen aktarımından daha ziyade bireysel hayatına hizmet ettiğini derkedemiyor mu? Cık. Yok. Oraya gelince etmiyor. Nasıl? Neden? Niye? Evrimcilere göre genetiği bile çözüyor hergele. Türünün devamına telaşlanıyor. Burada neden kafası basmıyor? Ha! Neysel? İçgüdüsel. Hey yavrum hey. Gel de sen bu saza bir düzen ver: Aynı canlının aynı anda hem Einstein hem eşek olduğuna iman edeceksin. Hem cam hem elmas diyeceksin. Yersen böyle bir düzen.
Hadi, ona bir zarf yaptın kardeş, pulunu da yapıştır: Ben niye kedi yavrularına merhamet ediyorum peki? Sütü sağılmaz. Postu serilmez. Büyüyünce yenilmez. Bunun bir mantığı var mıdır? Var(mış): "Efendim, onlar da bu dünyadaki ekolojik düzenin bir parçası olduğundan..." Ooo, o derece, yani. ’Ekolojinin’ ne manaya geldiğini dahi ancak ortaokul sıralarında öğrenen ben, milyonlarca yıllık tecrübemle, zaten öyle birşeyin farkındayım ha! Onların da bu kozmik düzenin parçası olduğunu ta derinlerde biliyorum. O yüzden onları da koruma güdüsü duyuyorum. Peki duymayan niye duymuyor? Onun milyonlarca yılında bir eksiği mi var? Yahut da aynı güdüyü fareler için niye duymuyorum? Farenin sisteme bir isyanı mı sözkonusu? Bir de biz birbirimizden ayrı ayrı başımızı alıp evrimleştiysek nasıl/neden bir düzenin parçası oluyoruz? Hadi hasbelkader olduk diyelim. Bunun farkında nasıl oluyoruz? Kimse diğerine haber vermiyor ki.
Her neyse. Lafı ziyade etmeyim. Sizi de usandırmayayım. Bu bahiste benim aklıma hemen mürşidimin şu veciz sözleri geliyor: "Sivrisineğin gözünü halk eden güneşi dahi o halk etmiştir. Pirenin midesini tanzim eden manzume-i şemsiyeyi de o tanzim etmiştir." Yani bir yerde düzen varsa o düzenin bütün parçaları birbiriyle alakalıdır. Birbirlerine ihtiyaçları vardır. Ve bu ihtiyacın ipuçları ’tevhid delilleri olarak’ özlerine konmuştur. Evrimin imâ ettiğine ancak buradan azıcık hakverebiliriz. Gözün ancak güneşle birlikte çalışabilmesi ikisinin aynı tasarımcıya ait olduğunu gösterir. Şems görmeyi bilmez. Kör de kendisine göz yapamaz. Ve evet, beslenme zincirinin en sonundaki pirenin, zincirin en başındaki sistemle ilgisi vardır. Sistem başta doğru kurulmazsa canlılık devam edemez çünkü. Mikro düzenler makro sisteme bağlı olarak çalışır. Yani "Bir elma için kainat gerekir..." sözünün ardında karşıkonulamaz bir hakikat görünmektedir.
Buradan şuraya geçelim: Selahaddin Yusuf’un Niçin Ağlıyorsun Elisabeth...’te (kitabın ismi daha uzun) Ludwig Wittgenstein’dan yaptığı bir alıntı var. Avusturyalı filozof sanki bu metninde bizim (yani müslümanların) ’ezel’ tabir ettiğimiz ’herşeyi görüş makamı’na, ’kader’ diye ifadesini bulan ’herşeyin takdir edilmişliği’ zeminine ve ’el-Alîm’ diye isimlendirdiğimiz Allah’ın ’herşeyi bilme mertebesi’ne mantık/matematik üzerinden ulaşıyor:
"Evrendeki herşey bizim için sonsuzdur. Tanrı içinse sonsuzluk yoktur. Biz, örneğin asal sayıları, ardarda getirerek sayıyoruz. Eğer biz bu saymanın sonunu getirebilseydik, onları tümüyle saymış, yani bilmiş olurduk. Bunu yapamıyoruz. Ama bir şekilde yapılmış olması gerekir. Tüm asal sayıların durumu herhangi bir tarzda önceden belirlenmiş olmalıdır. Biz onları ardarda sayıyoruz ama onlar tümüyle artık belirlenmiştir. Tanrı onları, değim yerindeyse, tümüyle bilir. Elde edilen yeni bir sayı ancak keşiftir. Tanrı’nın ülkesinde yapılmış bir keşif. Matematik ülkesinde birşeyin belirlenmiş olması o şeyin bağıntıda olduğu herşeyin önceden belirlenmiş olmasını gerektirir."
Bertrand Russell’ın felsefe yeteneğine hayran olup mühendislikten vazgeçirdiği bu öğrencisi aslında yukarıda zikrettiğimiz hakikatleri tekrarlıyor bize. Kusursuzca işleyen bir düzen bütün detayları belirlenmiş bir düzendir. Düzen zaten bu belirginliğin ismidir. Belirginlik olmazsa düzen de olmaz. Bilinirlik olmazsa da belirginlik olmaz. Nizam ilme dayanır. Ve evet, zamanı da yaratan Allah’ın, zamandan aşkın bir görüş-biliş-takdir ediş noktasında olması gerekir. Çünkü zamanın içinde yaratılacak herşey zamanın üstünde, ân’ın bile olmadığı bir madde ötesinde, onun daire-i ilminde mevcud olmalıdır. Biz çay yapmasını bilmeden çay yapamayız. Bu zamanın içinde bir önceliktir. Peki zamanın olmadığı makamda yaratmanın öncesi nasıl olacaktır? Yahut da orada bir öncelikten-sonralıktan bahsedilebilecek midir? Kadere imanımız biraz da varoluşun bu zaruretinden doğuyor. "Yaratan bilmez olur mu hiç?" diye soran vahyin hakikatinden besleniyor.
Buradan merhamete dönelim. Merhamet, hassaten insanda, kadere bir delil olarak okunuyor. Bunu kabul ediyorum. Wittgenstein’a da katılıyorum. İnsan sonsuzu kuşatamaz. el-Muhît olan ancak Allah’tır. Bu nedenle sonsuzu kuşatan sezişler âdemoğluna yüklenemez. Yüklenmemelidir. Ben kutuplarda yaralanmış bir fok için neden dertleniyorum? Evrimin zırvaladığı gibi ondaki menfaatimden dolayı mı? Yani onun canlılığa devamının aynı zamanda evrendeki ekosistemin devamını ifade edişinden mi? Bana kendimi güvende hissettirdiğinden mi?
Doğrusu, bu noktada evrimcilerin yaptığı açıklamaların, bir parça ’bir taraflarının zorundan’ kaynaklandığını düşünüyorum. Çünkü bu aşkın tavrı büyük resme dair bir biliş/seziş olmadan izah edemiyorlar. Edilmeyeceğinin de farkındalar. (Parça kendi görüsüyle fedakârlığını açıklayamıyor.) Üstelik ikinci bir sıkıntıları daha var: Bireysel faydama bağlayamazlarsa evrimin üzerine kurulu olduğu ’mücadele ideolojisi’nin çöktüğünü görüyorlar. Yani bir menfaatim olmalı ki bu canlıya karşı birşeyler hissedeyim. Ve bu menfaatten dolayı merhamet de mücadelenin parçası olsun. Evet. Öyledir. Canlılığın sahip olduğu herhangi bir hissediş/yetenek bireyin varoluş arzusuna bağlanamazsa evrimin diyalektiği çöker. Bu yüzden merhamet de öyle açıklanmalıdır.
Ama, yukarıda belirttiğim gibi, aynı şeyin hem Einstein hem eşek olduğuna, yani ikisinin birden o şeyde aynı anda hakikat olduğuna iman etmeyeceksiniz halihazırın başka bir açıklaması var: ’Merhamet’ diye üzerimizde okuduğumuz şey, Ustamızın, bize olan ilgisini anlamamız için bağışladığı bir penceredir. Siz pek hâkir bir kedi yavrusuyla neden ilgilenirsiniz? Ondan menfaatiniz olduğundan mı? Hayır. Yardımınıza duyduğu ihtiyaçtan. Aynı Allah’ın mahluku olmasıyla, ona sizin için bırakılmış nakışlardan, size onun için bırakılmış ünsiyetten. Evet. Elhamdülillah. Cenab-ı Hak, bizde yarattığı merhamet hissiyle, deizmin sığındığı ’ilgisizlik’ karinesinin hakikat olamayacağını da gösteriyor. Yani büyüklüğü ilgisizliğini gerektirmez.
O Samediyet sahibi. Yani her türlü ihtiyaçtan münezzeh. Herşeyse ona muhtaç. İhtiyacı olan ilah olamaz. Muhtaç olunan ilah olur. O bizim ancak merhametle bir parça farkındalığına eriştiğimiz rahmeti dolayısıyla bizimle ilgileniyor. Zaten merhamet sözkonusu olduğunda menfaate de gerek kalmıyor. Merhamet menfaatin dilinden anlamaz. Kerem "Kaz gelecek yerden tavuk esirgeme!" mantığı değildir. Menfaate gerek kalmadığı için de ihtiyaçtan sözedilemiyor. Ah bunu bir de içimizden birilerine anlatabilsek. Belki o zaman Cenab-ı Hakkın ibadetleri emredişinin, hâşâ, muhtaciyetiyle açıklanamayacağını anlarlardı. Çünkü ona muhtaciyet atfetmek ilahlıktan azletmektir. Biz muhtaç olanın ilahlığına iman etmeyiz. İhlas sûresi şahidimizdir.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.