ÜMİT BEY
’’Ege’nin denize nazır kasabalarından birinde yaşayan Ümit adındaki yaşlı adam çok varlıklıydı. Deniz kıyısına yakın görkemli, lüks evinin bahçesinde bencilce yaşardı eşiyle birlikte. Altmışlı yaşlardaki adamın iki oğlu vardı, ikisi de evliydi. Ümit torunlarını ancak yazları yanına geldiği zaman görebiliyordu, torunlarına ve ailesine çok düşkündü. Onun için bu hayatta ailesinden başka değerli kimse yoktu. Başka insanları kibirli tarafıyla ezerek küçümsüyor, bencil düşünce tarzıyla etrafındaki her şeyi gereksizce tüketiyordu. Bahçesindeki musluğa taktığı hortumla canı sıkıldıkça gördüğü her yeri suluyordu. Amacı çiçekleri sulamak değil, sıkılan canını zaman geçirerek eğlendirmekti. Bahçenin yerlerini, duvarlarını, evinin önündeki kaldırımları, yolları, gördüğü yeşillikleri kafasına göre ıslatıyordu. Onu uyaran eşini dinlemeyerek, tersliyordu. ‘’Ne yapayım fatura çok gelirse, öderiz! Paramız yok sanki!’’ Karı, koca olaya sadece bir su faturası olarak bakıyordu, israf edilen suya hiç acımıyorlardı. Bahçesindeki koca koca ağaçlardan rahatsız olan adam onları budamakla kalmayıp, kesmeyi kafasına koymuştu. Parası vardı, kimse ona karışamazdı istediği her şeyi yapabilirdi kendince. Eşi çaresiz ona laf dinletemiyordu, zavallı kadın artık yorulmuştu kocasına engel olmaktan vazgeçti. Çağırdığı bir, iki tanıdık bahçıvanla birlikte bahçesindeki ağaçları kesti. Bahçesi artık istediği gibi daha da genişlemişti. Onları korumak için koca gövdesini güneşe siper eden, etrafa mis gibi koku yayan, kaç yıllardır toprağa kök salan ağaçları hiç acımadan kestirmişti yaşlı adam. Eşi duramadı kocasına sordu ‘’Ağaçları kestirdin de ne oldu? Bize ne faydası var şimdi?’’ Ümit eşinin sorusuna sinirlenerek cevap verdi ‘’Sende ne yapsam beğenmiyorsun, ne nankör kadınsın! Yarın öbür gün çocuklar geldi mi rahatça koşup oynayacaklar, bizim içinde iyi oldu geniş geniş oturacağız! Mangal yakacağım ben şu köşede!’’ Yaşlı kadın yıllardan beri kocasının küçümsemelerine alışmıştı ama alışmış olması, kırılmasına engel değildi. Kocasının onu aşağılayarak konuşması her seferinde kalbini acıtıyordu, fakat bu şekilde yaşayarak kırk yılı geride bırakmışlardı. İki çocuk ve dört torun onun dayanma gücü, mutluluk sebebiydi. Yaşlı kadın son kez konuştu ve sustu. ‘’Peki hangi gölgede oturacağız artık?’’ Ümit kibirli bakışlarıyla gözlerini yere doğru devirerek, sert çıktı eşine. ‘’Lan karı senin hiç aklın çalışmıyor, şu etrafına bak! Her taraf ağaç! Bak buraya bile vuruyor gölgesi, hem branda çekeriz, çardak yaptırırız en havalısından! Ağaçlara ihtiyacımız yok bizim!’’ Yaşlı adam o kadar umarsızdı ki yaptığının doğru olduğuna inanıyordu. Akşam olmuştu karı, koca bahçelerinde akşam yemeği yiyordu. Yaktığı mangalda et, tavuk pişiren adam etrafa aldırmadan iştahla yemeğini yiyordu. Yaşlı kadın mutfaktan getirdiği tabağın içine biraz et ve tavuk koydu. Bunu gören adam merakla eşine sordu. ‘’Ne yapıyorsun?’’ Yaşlı kadın çekinerek cevap verdi. ‘’İnsanlara kokmuştur, göz hakkı yazık. Komşulara götürüyorum tadımlık, bunlar bize çok.’’ Ümit eşinin sözleri karşısında çılgına dönmüştü, gözlerini açarak, ağzından salyalar akarak bağırmaya başladı. ‘’Zıkkım yesin insanlar! Ben yıllardır onları beslemek için çalışmadım! Onlarda çalışsın, kazansın! Ben enayi değilim!’’ Yaşlı adam bağırdıkça kadıncağız utanıyordu, etraftaki insanlar saygısız adamın sesini duyuyordu. O adamı tanıyan herkes sabır çekiyordu, insanlar onun kabalıklarından bıkmıştı. Yaşlı kadın sandalyesine çökerek, yüzünü ellerinin arasına alarak kapandı. Kocası bağırdıkça o utanıyordu. Halbuki utanması gereken başkasıydı. Ne yazık ki yaşlı adam utanmak nedir bilmiyordu. Saatler geçmişti, karnını tıka basa doyuran Ümit bahçedeki divanda uyuyup kalmıştı. Masayı toparlayan, mutfağı temizleyen, bulaşıkları makineye yerleştiren yaşlı kadın çöpleri çöp poşetine koydu. Artan yemekleri, masadaki yemek artıklarını ayrı bir kaba koyarak evin önüne çıktı. Biraz ileriye doğru yürüdükten sonra orada duran çöp konteynerine, çöp poşetini attı. Biraz etrafa bakındı kedi, köpek var mı diye. Hiç hayvan yoktu, yaşlı kadın elindeki kapla eve doğru yürürken, bir yandan da hayvan var mı diye bakınıyordu. Ümit uyuduğu yerden yavaşça, göbeğini kaşıya kaşıya kalkmaya çalışıyordu. Gözlerini uykudan açamıyordu, tembellik yapmaya alışmıştı masada duran suyu içebilmek için karısına sesleniyordu. Annesine muhtaç bir bebek gibiydi, iki adım ötedeki suyu alıp içmek için karısına bağırıyordu. Eli, ayağı tutan yaşlı adam üşengeçliğinden utanmayarak haklıymış gibi yanına gelmeyen eşine kızarak gözlerini iyice açtı. Merakla ve sinirle yattığı yerden ayağa kalktı, gece vakti bu kadın neredeydi? Evin içinde miydi? Ümit sinirli şekilde evin içine girip bakındı, kadın evde yoktu. Adam iyice çılgına dönmüştü, tekrar bahçeye döndü karısını aramak için bahçenin dışına çıktığında biraz ileride kedileri, köpekleri besleyen eşini gördü. Yaşlı kadının yüzünde huzurlu bir gülümseme vardı, hayvanlar kaptaki etleri, yalanarak, iştahla yedikçe kadıncağız mutlu oluyordu. Bunları gören Ümit sinirlenerek eşine sert şekilde seslendi. ‘’Cemile! Cemile! Gel buraya!’’ Yaşlı kadın ürkerek, büyük adımlarla eve doğru yürümeye başladı. Kadının biraz evvel yüzünde oluşan mutluluk yerini utanca ve hüzne bırakmıştı. Tek tük balkonlarında, bahçelerinde oturan insanlar koca kadının eşinden azar işitmesine şahit oluyordu. İnsanlar yaşlı kadını utandırmamak için başlarını çevirerek, görmezden geliyorlardı. Hep böyle oluyordu utandırmamak için utanarak görmezden gelen insanlar. Ve utanç içinde görmezden gelinen insanlar vardı. Ama yaptığı edepsizlikten, vicdansızlıktan, haksızlıktan, tüm yaptıklarından utanmayan insanlar da vardı. Yaşlı adam karısını hayvanları beslediği için çocuk gibi azarlayarak, ağlatmıştı. Zavallı kadın kendini tutamayarak ağladı ve odasına koşarak gitti. Ümit hiç kimseye acımıyordu, tek acıdığı şey servetinin ailesinin dışındaki canlılara harcanmasıydı. Duyarsız adam ertesi gün arkadaşıyla birlikte teknesine binerek balık tutmaya çıktı. Gösterişli, havalı teknesiyle etrafa caka satan Ümit bir yandan balık tutmaya çalışıyordu. Av yasağı olmasına rağmen arkadaşıyla bir olup balık tutmaya çıkmıştı. Dakikalar sonra oltasına balıklar takılmaya başlamıştı, her aldığı balığı övünerek su dolu kovaya atıyordu. Balıklar çok küçüktü her biri 5Cm’den büyük değildi. Daha büyümemiş, hiç ürememiş balıkları av yasağı olmasına rağmen avlayarak neslini tüketiyordu. Sorumsuzca avlanmaya bir yandan denizi kirletmeye devam ediyordu. Dudağındaki sigara izmaritini, içtiği soda şişesini, eline geçen bütün çöpleri hiç düşünmeden denize fırlatıyordu. ‘’Nasıl olsa akıntı götürür, deniz kendi kendini temizliyor, dalgalar bunun için var!’’ diyerek hem kendini hem de kendi gibi cahil arkadaşlarını kandırıyordu. Büyük bir iş başarmış gibi gururla elindeki balık dolu kovayla evine döndü, fakat gördüğü manzara onu hiç mutlu etmedi. Cemile birkaç komşuyu eve davet etmiş, yaptığı kekten ikram etmişti. Ümit evinin bahçesinde eşinin, komşu kadınlarla keyif yaptığını görünce içten içe sinirlenmişti. Hiç konuşmadan, asık yüzüyle kadınların yanından hışımla geçerek evin içine girdi. Cemile komşularından izin alarak kocasının arkasından eve girdi, Ümit yanına gelen karısına bağırmaya başladı. Yaşlı adamın seslerini duyan komşular ellerindeki tabakları, çay bardaklarını masaya bırakarak toparlanmaya başladı. Ümit ağır laflar ederek gelen komşulara ve karısına öfke kusuyordu. Cemile kocasını ‘’Komşular duyacak!’’ diyerek uyarıyordu. Yaşlı adamın sakinleşmeye niyeti yoktu, bağırmaya devam etti. ‘’Toplamışsın yine aç köpekleri başıma, bıktım senin akılsızlıklarından! İstemiyorum ben o çulsuzların karılarını evimde anladın mı? İstemiyorum!’’ Cemile kocasına susması için yalvarıyordu utanarak ama Ümit’in utanmaya da, susmaya da niyeti yoktu. Cemile artık kocasını bir başına bırakıp, utana sıkıla komşularının yanına gitti. Kadınlar bağıran adamın sesini duymuş ve alınmışlardı her biri ayaklanarak poşetlerine yaptıkları danteller, örgüleri yerleştiriyordu. Cemile hiçbir şey olmamış gibi gülümseyerek, konuşmaya çalışırken içeriden Ümit’in ağır sözleri duyuluyordu. Komşu kadınlar kırgındı, utanmıştı her birinin yüzü düşmüştü. Cemile hiçbir şey yokmuş gibi davranmaya çalışsa da kocasının sesi duyuluyordu. Yaşlı kadın çaresiz rol yapmayı bıraktı ve açıkça kocasının yerine özür diledi komşularından. ‘’Ne olur onun söylediklerine kulak asmayın, onun adına özür diliyorum. Tekrar beklerim, buyurun gelin olur mu?’’
Komşu kadınlardan biri cevap verdi. ‘’Bir daha zor geliriz Cemile, aklın varsa sende git çekme şu herifi. Hadi Allah sana sabır versin bacım.’’
Cemile çok kızgındı, komşularının kalbi kırıldığı için vicdanı sızlamıştı. İnsan beğenmeyen kibirli kocasının yanına giderek isyan etmeye başladı. Ümit yıllar sonra kendisine karşı gelen karısına acımadan okkalı bir tokat attı. Zavallı, yaşlı kadın yediği tokadın etkisiyle yere düştü. Yerde acılar içinde ağlayan kadın, bir yandan kocasını Allah’a havale ediyordu. Gençliğinde kocasından çok dayak yemişti, daha sonralar susup, işine karışmadığı için dayaklardan biraz olsun kurtulmuştu. Ümit karısını tehditkar şekilde uyararak evden çıkıp gitti. Biraz hava aldıktan sonra eve gelen yaşlı adam, bahçede uzandığı divanda uyuyakaldı. Sabah olmuş, güneş yeni doğmuştu, yaz ayının kızgın güneşi bahçedeki kesilen ağaçların yokluğundan istifade ederek, intikam alırcasına yakıyordu Ümit’i. Yaşlı adam sıcağa dayanamayarak gözlerini açtı, tam yerinden kalkmak için hareket ederken birden bahçe kapısı hızlıca açılıverdi. Ümit birden bire karşısında oğullarını, gelinlerini, torunlarını görünce hızla yerinden fırladı. Bir kız üç erkek torunu dedelerinin kucağına koştu. Ümit en çok kız torunu olan Kübra’ya ilgi gösteriyordu. Oğlanlar üçtü, kız ise tekti ve dede olarak Kübra’ya ayrı bir sevgi, ilgi gösteriyordu. Ümit coşkulu şekilde evin içindeki karısına sesleniyordu. Cemile evden çıkıp geldiğinde bahçede, çocuklarını, torunlarını görünce mutluluktan havalara uçtu. Kalabalık aile kahvaltı sofrasında bir araya gelmiş, keyifli sohbet ediyordu. Kahvaltıdan sonra yanına gelen torunlarını seven Ümit, torunu Kübra’nın isteklerini yapmaya çalışıyordu.
‘’Dede bana salıncak kurar mısın bahçeye?’’
Ümit bir an donup kaldı, bahçeye salıncak kuracak bir ağaç kalmamıştı. Bahçenin dışına da kuramazdı torunu küçüktü, gözlerinin önünde olması gerekiyordu. Ümit köşeye sıkışmış gibiydi, torununa ne cevap vereceğini bilemiyordu. Torununun ısrarına dayanamayıp, bahçenin dışındaki ağaca salıncak kurmak için eline kalın bir ip alıp, torunuyla birlikte ağacın yanına gitti. Ümit ayaklarıyla ağaca tırmanarak, kalın dalların birine ipi bağladı. Aşağı atlayıp ipi tuttuğu sırada dal yere düştü. Ümit korkuyla torununa uzaklaşmasını söyledi, az kalsın ağacın dalı üzerlerine düşüyordu. Çok tuhaftı o kadar kalın bir dal neden düşmüştü? Belki de sağlam değildi, diyerek başka bir ağacın yanına gitti. Koca, kalın gövdeli ağacın üzerine tırmanmaya çalışırken, ayağıyla, elleriyle her tutunduğu yer parçalanıyordu. Ağaçlar sanki onun kendilerine dokunmasını istemiyor gibiydi. Her tuttuğu dal elinde kalıyordu, etrafındaki bütün ağaçlar aynı şekildeydi. Ümit evinin çevresinde o kadar ağaç bulunmasına rağmen, torununa bir salıncak kuramıyordu. Küçük kız gözyaşlarına boğuldu, Ümit torununun ağladığını görünce içten içe bahçesindeki ağaçları kestiği için pişman olmuştu. Torunuyla birlikte eve geri döndü, elinde salıncak kuramadığı ip vardı. Aklına bir uçurtma yapmak geldi, hava birazda olsa rüzgarlıydı, amaç torununa oyalanacak bir oyuncak yapmaktı. Torunlarını etrafına toplayarak yeşil renk bir uçurtma yaptı. Evlerinin önündeki geniş araziye çıkarak, torunlarıyla birlikte uçurtmayı havalandırmaya çalıştılar. Havadaki rüzgar birden duruverdi, uçurtma değil havalanmak, kıpırdamıyordu bile. Ümit hayatında ilk defa bu kadar çaresiz kalmıştı. Birazcık olsun rüzgara, bir esintiye muhtaçtı torunlarının hevesle bakan gözlerindeki heyecanın mutluluğa dönüşebilmesi için. Ama olmamıştı hava daha da sıcaklaşmıştı, neredeyse sıcaktan bayılacaklardı. Çocuklar ağlamaya başladı, Ümit torunlarını ağlayarak gördüğü için çok üzgündü. Birlikte eve döndüler, Ümit ellerini, yüzünü yıkamak için bahçede bulunan çeşmeyi açtı. Fakat çeşmeden su akmıyordu, ailesi adamı uyardı sular kesilmişti. Ümit hafif kızgın şekilde sesini yükselterek ‘’Nasıl olur? Faturamı yatırdım ben!’’ Cemile kocasına sadece kendilerinin değil herkesin suyunun kesildiğini söyledi. Ümit çıldıracak gibiydi, sıcaktan bayılacaktı aklına deniz kıyısı geldi. Torunlarını alarak deniz kıyısına doğru yürümeye başladı, çocuklar biraz olsun sevinmişlerdi. Ümit torunlarının elini tutmuş sokak aralarından giderken dışarıda kimsenin olmadığını gördü. Her yer kapalıydı, bütün dükkanlar, sokakta bir tane insan yoktu. Çocuklara fark ettirmeden düşünüyordu, yaz günü her tarafın kapalı olması onu şaşırtmıştı. Ümit marketinde kapalı olduğunu görünce üzülmüştü, iyice susuz kaldık dedi içinden. Çocuklar denizi görüp, yüzecekleri için çok heyecanlıydı, sıcaktan çok bunalmışlardı. Sokak arasından çıktılar, kumsal tam karşılarındaydı. Ümit ve çocuklar denizi görünce şaşırıp kaldılar. Masmavi denizin, dalga seslerinin yerinde yeller esiyordu. Kumsalın ucundaki deniz kurumuş koca bir bataklık ve çöplük haline gelmişti. Üzerinde sadece şişe, kutu, poşet, aklınıza gelecek her türlü atık vardı. Ümit ve çocuklar denizin halini görünce donup kaldılar, çocuklar korkudan ağlamaya başladı. Çöplüğün üzerinde uçuşan martılar vardı, etrafa yayılan koku dayanılacak gibi değildi. Ümit üzülerek baktı, düşündü kendi kendine ‘’Keşke şimdi mis kokulu denize doğru baksaydık, martılar o güzelliğin üzerinde uçsaydı!’’ Çocuklar hevesle mayolarını giymişti ama böyle bir görüntüyle karşılaşacaklarını hiç bilmiyorlardı. Ümit ve çocuklar kokuya dayanamayarak eve doğru giderlerken, Ümit gözlerini açtı. Yaşlı adamın ağzında maske vardı, solunum cihazına bağlıydı, nefes alamıyordu. Çaresizce bakınıyordu, ne olduğunu anlamaya çalışıyordu, tanıdığı kimse yoktu başında. Yüzlerinde maske, üstlerinde kalın kıyafetler olan doktorlar, hemşireler vardı. Ümit karısını, çocuklarını, torunlarını görebilmek için gözlerini bir o yana bir bu yana çeviriyordu. Korkuyordu, canı yanıyordu, en kötüsü nefes alamıyordu. Karısı ve çocukları onu uzaktan ağlayarak izliyordu. Yaşlı kadın kocasının o acılar içindeki haline bakamıyordu, başını öne eğerek kendi kendine konuşmaya başladı.
‘’Ya Ümit bey, misafirlik sevmezdin şimdi istesen bile kimseye gidemiyorsun. Ağaçları, çiçekleri, denizleri sevmezdin şimdi bir nefes dahi alamıyorsun. Mis kokularını içine çekemiyorsun. Hayvanları sevmezdin, şimdi onlar senden daha özgür. İnsanları hiç sevmezdin, bak yine başka insanların eline kaldın. Şimdi yaptıklarına pişman mısın? Her şeye, herkese bu kadar hoyratça davrandığın, sevgisizce yaklaştığın için, vicdanını körelttiğin için pişman mısın? Şimdi utanıyor musun bütün yaptıkların için?’’
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.