TİREBOLU: KOCAMAN YÜREKLİLER ŞEHRİ
Tirebolu’ya adımı attığım günkü heyecanım sınıfa ilk girdiğim an’a kadar devem etti.
Genç ve herkes kadar idealist bir öğretmendim. Kocaman hayallerim vardı. Diğer meslektaşlarım gibi bana da “yarınlarımız” teslim edilmişti.
Okulum Tirebolu’nun Kumyalı mahallesinde idi. İlk görev günümde okulun bulunduğu mahalleye doğru yürürken aklımdan geçenler o kadar çok şey vardı ki.
Ve ilk ders…
Daha sınıfa girer girmez sınıf başkanı elinde tuttuğu boş kâğıda bakarak “Kimse ses çıkartmadı öğretmenim” dedi.
Sınıf başkanları öğretmen gelene kadar, sınıfından sorumlu idi. Özellikle disiplini bozanları ya tahtaya ya da elindeki bir kağıda yazardı.
Bazı sınıflar, sınıf disipline uydukları için “kara listeye” yazılan olmazdı.
İşte öyle bir sınıftı.
Masum bir bakışla “Ses yapmadılar öğretmenim” derken çok mutluydu. Arkadaşlarında şikayet edeceği kimsenin olmaması sevindirici bir durumdu.
Herkes ayağa kalktı. Gözleri ışıl ışıdı bütün öğrencilerin. Sinek uçsa duyulacak denilen bir vaziyet sessizlik vardı ortamda. Ama o sessizlik kelimelerin ve eşyaların çıkarmadığı sessizlikti.
Ya yüreklerin sesi…
Minicik cüsselerinin yanında, kocaman umutlar taşıyan onca insan.
Her birinin dünyası ayrı, her birinin hayalleri başka, her birinin umutları başkaydı.
Kısa süre ayakta kaldılar ve ben “oturun” dediğimde oturdular. O zaman biraz sıra ve oturak sesi çıktı hepsi o kadar.
Tanışacaktık. Adet böyleydi. Herkese ismini sordum. Her biri suç işlemiş gibi ayaya kalkıyor, belli belirsiz titriyor, kızların yüzü hafif kızarıyor; sonra isimlerini söylüyorlardı.
Ahmet öğretmenim, Ayşe öğretmenim.
Hepsi de kendi isminin en özel olduğunu düşünüyordu kim bilir.
“Dersimiz Fen Bilgisi” diye açıklama yapıyorum. Hepsi başıyla tasdik ediyor. Ellerindeki haftalık ders programında yazıyor çünkü.
İlk konuya geçiyoruz. “Konumuz hücre” diye başlıyorum derse. Hani o canlının temel yapı taşı diye bilinen.
Tahtaya tebeşirle bir hücre çiziyorum. Onlara hücre hakkında bilgi veriyorum. Bütün canlıların hücrelerden meydana geldiğini söylüyorum. Sonra hücrenin kısımlarına geçiyorum.
Hücre zarı, sitoplazma ve çekirdek…
Alın size hücrenin kısımları…
Sonra sınıfa bakıyorum. Pencereden görülen ağaçların, dibinde biten otların, bütün hayvanların, bütün insanların hücrelerden meydana geldiğini düşünüyorum.
Biyolojik olarak birbirine benzeyen küçük büyük her insanın farkı ne?
Mesela karşımda duran öğrenciler biyolojiye göre aynı.
Hepsinin minicik yürekleri, kocaman umutları var.
İşte biyolojinin tıkandığı nokta. Ne hücre zarının yapısı, ne sitoplazmadaki organeller, ne çekirdeğin özellikleri “hayalleri” açıklamaya yetmiyor.
Çünkü onların hayallerine erişemez biyoloji. Elleri minicik, bedenleri ufacık, yürekleri minicik olan bu küçük insanlarım umutları kocaman…
Ve biyoloji o an iflas ediyor.
Onlar benim hep minicik yürekli, kocaman umutlu öğrencilerim olarak kalacak.
Umurumda mı kalbin nasıl kan pompaladığı. Siz o kalbin nasıl bir sevgi pompaladığını bilseniz.
Ama nerede?
Fen’e göre kalp hep kan pompalar durunca canlı yaşamaz. O kalbin başka bir özelliği daha vardır ki ara sıra “cızz” diye ses gelir de kimse duyamaz. O kalbin sahibinden başka.
Tirebolu Cumhuriyet Ortaokulundan bütün öğrencilerime sevgi dolu selamlarımı yolluyorum. Hem de kalbimin “Kan pompalamayan” kısmından.
Hem de bir fenci olarak…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.