- 395 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
YESEK Mİ YEMESEK Mİ?
YESEK Mİ YEMESEK Mİ?
Papatya falı gibi oldu başlangıcımız ama; siz yine de sonuna kadar okuyun derim, yazımı. Belki; biraz güler, biraz düşünür, biraz “Allah Allah öyle mi?” der, biraz acıkır, biraz canınız çeker ve belki de; dayanamayıp kendinize ve sevdiklerinize “ haram olmayan tarafından” güzel bir ziyafet çekersiniz. Günümüz çok kullanılan tabiriyle “ olur mu demeyin bal gibi de olur”. Hocam bu kadar mevzunun içinde bula bula bunu mu yazdın diyenleriniz de çıkacak… Gündemden uzaklaştırmak istiyorsun diyenleriniz de… Hatta; abartılı olur mu bilmem ama “ gıda satıcılarının gallelerini doldurmak” derdine mi düştün diyeniniz de… Varsın; bu veya sayamadığım gayelerden birisi için olsun; her halükarda; yazacaklarımın insanımızın işine yaraması, yazmam için yeterli bir sebeptir sanırım.
Medyanın; sosyaline, yazılı olanına, görsel olanına… Kitapların; ciltli olanına, incesine, kalınına , renklisine veya kuşe olanına… Etrafımızdakilerin; büyüğüne, küçüğüne, tecrübeli olanına, kadınına, erkeğine, bilenine, bilmeyenine, uzman olanına, bilmeden konuşanına baktığımızda; neyin faydalı neyin zararlı olduğuna karar veremez ve anlatılanlara da inanmaz hale geldik doğrusu.
Asıl takıldığım ise; milletin gözüne sokarcasına, kulağını patlatırcasına, aklına sokarcasına gözümüzün önünde cereyan edenler. Yaşını başını almış, kelli felli ve “söylediklerinde keramet aradığımız” kişilerin ne niyetle konuştukları. “ Yakıtını ve yemini verenler” için mi? Satış çarkını biraz daha hızlandırmak için mi? Tıkanıldığı yerde, devreye girmek için mi? Kitap yazıp, içindekileri merak ettirmek için mi? Yapacaklarını toplantılarına, katılımcı bulmak için mi?...
Beslenme konusunun bu kadar tartışıldığı… Hakkında hemen her gün programların yapıldığı… Broşürlerin hazırlanıp dağıtıldığı… Devlet destekli çalışmaların yapıldığı… Gece- gündüz; tavsiyeleriyle evlerimizi şenlendiren bu kadar “ uzmanın” bulunduğu bir ülkede ; “ hastalıkların işi ne?” Fazla şüphecilik mi olur bilmem ama; sahiden onların deyimiyle “bize iyi gelecek her şeyin var olduğu” bu topraklar üzerinde yaşayan insanlar; en çok vaktini ve naktini neden “hastalıklarla cebelleşmek için” harcarlar? Yoksa bilinçli şekilde insanımızın kafasını karıştırıp; “önüne geldiğini, eline her geçeni, her bulduğunu” yesin de; “ kazandıklarını birilerinin ceplerine yönlendirsin” diye mi? Ya da… İnsanımızın aklını ve fikrini “ sadece acılarını düşünmeye harcasın da” sağlam kafayla düşünmesin, ilerlemesin diye mi?
Bırakalım onlar hala “ beslenmek için mi yaşarız, yaşamak için mi besleniriz”i tartışadursunlar, biz kendi işimize baksak daha hayırlı olur sanırım. Belki hatalı bir genelleme olacak ama; geçmişte de günümüzde şahit olduklarımız, beni şu sonuca götürüyor: “her neyi ne miktarda yersek yiyelim, onu yaktıracak bir iş ya da hareket yaptığımızda; bize pek de zarar vermediğidir.”
Efsane değil, gerçek yaşanmışlardan birkaç örnek vermek istiyorum. Mesela bizim köyde yaşamış Yusuf Emminin “bir oturuşta yemeğin yanında on iki çöreği yediği” ve hakkını vererek çalıştığı anlatılırdı. Yusuf amcamız öldüğünde doksan yaşını devirmişti. Öğrenciliğim sırasında Hacılar Köyü’nden bir amcayı; Temmuz güneşinin altında oturup bekçilik yaparken gölgeye davet etmiş, onunla azıcık laflamıştım. Şuradan buradan konuşurken bana; “ Yavrum, ben pekmezi kepçeyle içmezsem doyamıyorum” demişti ve şaşkınlıkla dinlemiştim O’nu. Bu amcamız da vefat ettiğinde doksan yaşını geçmişti.
Bir çoğumuzun çocukluk yıllarında; tarla, bağ ve bahçelerde çalıştığımız günleri hatırlarım. Sabah evden çıkmadan ilk öğünü, kuşluk molasında ikinci öğünü, öğle arasında üçüncü öğünü yer, “azık torbalarında yiyecek bırakmaz” ve akşama doğru eve ulaştığımızda; “ açlıktan dar düşerdik.” Zaten eskide yaşamış yiğitlerden bahsederken de hep; “bir oturuşta bir kuzuyu devirirdi” sözü kullanılmaz mıydı?
Boğazımızdan aşanların; “helalinden olmak kaydıyla”, “ kös kös” oturmayıp, harcayacak kadar hareket ettiğimizde; “ hayatın akışında kendinize iyi bir yer bulacağımızdan” şüphem yoktur.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.