- 474 Okunma
- 3 Yorum
- 1 Beğeni
TURNANIN FERYADI - 2
............................
Güneşin doğmadığına şahit olan var mıdır bilinmez;, ama beyinlerin durduğu, duyguların köreldiği, gözlerin en yakınını bile seçemediği, dillerden kelamların dökülmediği, korkuların geceye sarıldığı, sessizlerin seslerinin işitilmediği bir seher vaktinde köyün sokaklarından ince mavimsi bir duman yükselir göğe doğru. Kolibaba tepesinden günün ilk ışıkları Handris’in yaylalarını aydınlatırken, ilk akşamdan uyuşmuş bedenler canlanır, börtü böcek derin uykularından uyanırlar. Köyün daracık sokakları yeni günle yeniden canlanır. Ağıl kapıları açılır açılmaz, uyuşuk kuzular usulden alarak yeni günün serinliğinde köy meydanına sürülürler. Sokaklar bir daha taze gübre kokar. Genç kızlar, yeni gelinler nahıra gidecek inekleri geviş getirmelerine aldırmadan sağarlar. Sabırsız danalar bağlandıkları yerlerden çözülür, annelerinin memelerine saldırırlar. Evin hanımı dışarıdaki ocağı çoktan yakmıştır, süt kazanları ocaklara vurulur. Taze süt kokusu bir anda bütün köyü sarar. Köy taze süt kokar.
Gülistan bugün yine erkenden uyanmış, evin işlerini erkenden bitirmişti. İnekleri sağmış, sığırları nahıra, danaları danacıya, kuzuları meydana salmıştı. Un ambarının arkasında asılı su çengelini, iç avluda duran iki boş kovayı omuzuna vurarak mezarlığın ardındaki çeşmeye gitti. Çeşmenin soğuk suyuyla elini yüzünü yıkarken, Hasan’ın kambur gelini Meyro’ yla eğri bir suratla birkaç kelime konuştu. Çeşmeden erken döndü, evin horantası henüz uyanmamışlardı.
“İyi” dedi içinden “ İyi ki uyanmamışlar.”
Ne olursa olsun bugün Cemal’le konuşmalıydı. Öylede yaptı. Kimselere çaktırmadan harmanlar düzlüğüne geçti. Adil dayının evlerinin arkasındaki kayalıklara varınca dönüp köye baktı, onu gören olmamıştı, buna sevindi.
“Daha erkendir, hemen gitmek olmaz.”
“Nasıl olsa bizim oğlanın kovalanacağı yer değirmen yamacından öteye değil.” Dedi.
Kayalıklarda uzun süre oyalandı. İlkin, güneşlenen bir kertenkelenin peşine düştü, yakalayamadı. Kabuğu sert koyu yeşil büyükçe bir arı gördü sığırkuyruğu çiçeğinde. Sığırkuyruğu sarıçiçekler açmıştı, bir kısım çiçekleri dökülmüştü. Arıyı ürkütmeden yavaşça avucuna aldı, ince bir çöpü arının arkasına taktı. Arı kanatlarını çırparak vınladı. Gülistan’ın hoşuna gitti, gülümsedi. Çöpten kurtulan arı uçarak uzaklaştı. Gülistan küçük kayanın üzerindeki kabarık grimsi lekeleri tükürüğüyle ıslattı, küçük bir taşla ıslanan lekelere sürttü. Tükürükle ıslattı, taşı tekrar sürttü. Lekeler yeşilimsi kına hamuru haline gelince avucunun içine sürdü. Avucunu güneşe tuttu, kısa zamanda kurudu. Yeşilimsi çamur kuruyunca avucunun içi kırmızılaştı, kına rengini aldı.
Güneş yükselmişti. Değirmen yamacına yayılan kuzuların pavkırmaları kuş seslerine karışmıştı. Kuzucu Cemal oturduğu kayanın gölgesinden Gülistan’ı karşı bayırdan dereye süzülürken görmüş, gözlerine inanamamıştı.
.................................
“Gözlerime inanamıyorum... Bir şey olmadı ya, ne arıyorsun derede?”
Gülistan başını ağırdan kaldırdı, ela gözlerini Cemal’in gözlerine dikti. İki bakış değil, sanki iki güneş çarpışmıştı.
“Hiç, öyle işte...!" Gözlerinin içi gülüyordu, Gülistan’ın . Cemal üzerindeki şaşkınlıktan kısa sürede kurtuldu...
“Gülistan, doğrusu seni beklemiyordum. Şimdi dünyalar benim oldu. Söyle hele, merakta koyma, ne arıyorsun?”
Cemale taraf kaygılı bir bakış fırlattı, alnına dökülen saçlarını eliyle düzeltti, boynu terlemişti. Sesine ciddi bir anlam vermeye çalıştı.
“Seninle konuşmaya geldim, Cemal.” Gülistan ne konuşacağını biliyordu.
“İyi öyleyse, hele şöyle otur da biraz soluklan, nefeste kalmışsın.” Gülistan gösterilen yumuşak kekik tümünün yanına çömeldi. Cemal tekrar sordu.
“Köyde bir şey olmadı ya?”
“Yok, yok her şey olduğu gibi, kimselere görünmeden geldim.”
“De hele, bana söyleyeceklerin önemli olmalı.” Gülistan sadece Cemal’ın yüzüne bakmakla yetindi, söyleyeceklerini kafasında toparlıyordu. Cemal sabırsızlandı:
“Geçenlerde sana sorduklarımın cevabını henüz almadım, Gülistan. De hele, o gece sana engel olan neydi, neden gelmedin?”
“Ne yalan söyleyeyim, işte sabahın köründe budur gelmemin sebebi...
Sabahın körü dediği, gün çoktan Şehitlik tepesinde yükselmiş, gölgeler kısalmış, kuşluk vakti geçmek üzereydi. Danacı çocuk öğlen süt sağımı için danaları Masalla yokuşundan köye sürmüş, Nahırcı Eset’in ortanca oğlu Koçer sağım ineklerini sürüden ayırmış, koyun yatağından önüne katmıştı bile.
..................................
Birazdan danalar emzirilerek, inekler sağılacak, tandırlar yakılacak, hamur tekneleri kabarmış, taşacak. Köyde kadınların günlük işleri çoktan başlamış, ama Gülistan ortalıklarda yok. Nazı kadın evde yalnız kalmış, kardeşi Esma sokağa çıkmıştı.
“Gülistan… Esma, kız hangi cehenneme girdiniz, yine?” Ses almadı, ortalıkta görünen de olmadı.
“Kız, Gülistan tandırı çabuk yak batasıca… Kız, hamur taşacak diyorum.” Avluyu süpürürken söylenmişti, Nazı kadın. Ne Gülistan göründü, ne de kız kardeşi Esma. Nazı kadın elinde çalı süpürgesi, hışımla dışarı çıktı, kimi görse kafasına indirecekti. Kimseyi görmeyince sokağa bağırdı.
“Kız, Gülistan!..” Ses yok.
“Esma kız, hangi cehenneme girdin yine?” Evin arka sokağında oyuna dalan Esma’nın sesi duyuldu.
“Geliyorum, ano… “ Annesinden korkuyordu, yüzündeki terleri silmeden koşarak avluya girdi. Saçları dağınık, üstü başı toz toprağa batmıştı. Küçük kızını karşısında gören Nazı kadın hırçınlaştı, fıtratında asabilik vardı, tez parlardı.
“Kız, o batasıca ablan nerede, hamur leğenden taşacak, daha tandır yakılmamış.”
Esma sinsice güldü, Gülistan’ın nereye gittiğini tahmin edebiliyordu. Ablasının yüz güzelliğini, narin yapısını, giydiği giysileri dahi kıskanıyordu. Her fırsatta ablasının hatalarını kollar, eksik yanlarını yüzüne vurmaktan çekinmez, başkalarına anlatmaktan da zevk alırdı. Esma küçük yaşına rağmen çok sinsi, laf altında kalmayan bir yaratılışa sahipti. Annesine çekmişti.
“Bilmem, ano…” dedi, sinsiliğini iyice açığa vurarak;
“Acep diyorum, bugün kuzu sürüsü hangi yana gitmiş ola? Değirmen yamacına mı, yoksa Mozelan deresine mi, sakın Şehitlik taraflarına olmasın, kız ana?..” Yüzüne sinsilik perdesi çökmüşken anasına kaş altından baktı.
Nazı kadın kızı Esma’ya gözlerini belerterek baktı, çevresine belli etmeden içinden:
“Ah, kah… seni, babanı rezil edeceksin köyün içinde.” Dedi. Gülistan’a kızmıştı. Esma halen sinsice gülümsüyordu.
Aslında şimdiye kadar imalarda bulunmuş, ama kimselere bir açıklama yapmamıştı, Nazı kadın. Cemal’i sevmezdi, kızını onun gibi yoksul bir kuzu çobanına vermek niyetinde hiç değildi. Köyde yediden yetmişe herkes, hatta Handris’in bütün köyleri Gülistan ile Cemal’in sevdalarını konuşuyorlardı. Oysa annesi Gülistan’ı Murat Nehrinin öte yakası köylerinde oturan akrabalarına vermeyi planlamıştı. Dayılarının hali vakti yerinde sayılırdı, kızı ise yoksul bir kuzucunun peşine takılmıştı.
…………………………………………
Cemal sorduktan sonra Gülistan’ın masum yüzüne baktı, söyleyeceklerini sabırsızlıkla bekliyordu. Gülistan lafı dolandırmadan:
“O gece niye gelmedim, Cemal? Sanki keyfimden mi gelmedim, benim elimde ne var?” Sesinde sitem vardı, sözlerinin arkasını getirmeden iki ela gözü yaşla doldu, boğazı tıkandı, iki yanağından damlalar yuvarlandı. Cemal’in rengi kaçmıştı, kötü bir haber alacağı belliydi, Gülistan’ın sakinleşmesini bekledi.
“Tamam da, niye gelmedin?”
“Bilmiyorum... bilmiyorum. Hiçbir şey bilmiyorum, bırak gideyim!” Gülistan sarsılarak ağlamaya başladı, gözyaşları inci taneleri gibi al yanağından ak gerdanına yuvarlandı.
Sırtını gövdesine dayadığı yaşlı meşe ağacının dalına iki kumru kondu. Erkeği dişisine kur yapıyordu, durduğu daldan başka bir dala geçti, kanatlarını açarken mavimsi gri tüyleri kabarmıştı. Cemal endişeyle sordu.
“Neler oluyor Gülistan? Bilmediğim ne oldu ağlamana sebep, de hele bana.?”
Ağlaması kesildiyse de gözyaşları dinmemişti, içten hıçkırırken omuzları kendiliğinden sarsılıyordu. Masum duruşu yüzüne yeni bir güzellik katmıştı. Günahsız bir ifadeyle baktı yüzüne, kendisi zaten çaresizdi, Cemal’in daha fazla üzülmesine dayanamazdı.
“Yok, bir şey… Ben artık gideyim, geç oldu.” Başını kaldırdı, ağacın dalında cilveleşen kumrulara baktı.
“Korkuyorum, Cemal. Korku…” sözlerini bitirmeden sicim gibi akan gözyaşı sağanağı yeniden başlamıştı. Nisan yağmurları gibiydi Gülistan’ın gözyaşları, bir dökülür inci gibi, bir dururdu.
……………………………………….
Var gücüyle yokuşu çıktı, arkasına bakmadan kayalıklara vardı, nefeste kalmıştı, göğsü hızlı inip kalkıyordu. Sağım inekleriyle köye girdi. İneklerini önüne katarak eve geldi. Arafat’ın karısı Nazı kadın tandırın yanan alevin isi, dumanı içinde nemlenen gözlerini silerken, bir yandan da kuru meşe çeperlerini atmakla meşguldü.
Kız kardeşi Esma, danaları ineklerden uzaklaştırdı, ayaklarını çeper direklerine bağlarken ablasını gördü, kaş altından ona küçümser bir bakış fırlattı ardından dudak büktü. Gülistan hiçbir şey olmamış gibi çam küleği aldı, ineklerinden birinin memelerini yumuşatmaya başladı, bir yandan da annesini gözetiyordu. Kardeşine seslendi.
“Kız Esma, danayı getir.” sertçe buyurmuştu..
“Emrin olur, Gülistan hanım.” Dananın yularından tutup çekiştirirken imalarına devam etti.
“Kız abla, bugün köyde düğün mü vardı, neden haberimiz yok?”
“Ne düğünü?” Birden şaşırmıştı Gülistan, Esma’ya bakarken.
“Nereden bileyim, ben. Biz de anlamadık doğrusu, böyle pembeli, çiçekli fistanlarla süslenince, ha üstüne sarı hırka da güzel yakışmış, hakkını yemeyelim. Neme lazım anam, hani kirlenir mirlenir de inekleri sağarken.”
Olayların etkisinden kurtulamayan zavallı Gülistan, giysilerinin farkına yeni varmıştı. Kız kardeşine kaşlarını çatmaktan başka bir kötülük yapamadı.
“Dilin çok uzamış, senin o dilini kökten keseceğim.” Dediyse de Esma dilini uzatarak:
“Bööö….” Yaptı.
……………………………………..
Mavi kanatlı iki kelebek bir çiçeğin yaprağına konmuşlardı. Mavi kanatları her saniyede yelpaze gibi açılıp kapanıyordu, Bir arı kuşu onlara doğru süzüldü, kelebekler kondukları yapraktan uzaklaştılar. Murat nehri bir garip aktı, güneş bir bulut kümesinin ardına saklandı, kuzular yayıldıkları bayırdan başlarını kaldırıp melediler. Meşe dalına konmuş iki kumrudan erkeği, dişisine bir çeşit kur yaptı, dişi kumru oralı olamadı ilkin. Bir kez daha kanatlarını açarak etrafında dolandı dişi kumrunun. Dişi kumru havalandı diğeri onu takip etti. İki turna dere yatağından kalkarak hazin türküleriyle Cemal’in üzeriden geçtiler, Adalar düzlüğündeki kanadı kırık turna, uzaktan uçan turnalara bakarak feryat etti. Gülistan ayrıldıktan sonra Cemal’in dünyası yıkılmıştı. Sadece yıkılan dünyası değil, beyninden vurulmuşa döndü. Gökyüzündeki bulutlar, değirmen yamacındaki kavaklar, çevrede görünen her şey Cemal’in etrafında döndü. Her şeye boş gözlerle bakıyor, dili dönmez, sesi çıkmaz olmuştu. Beyninde bir uğultu, ne değirmenin gürültüsünü, ne de derenin çağıltısını duyuyordu. Kayalıklarda oynaşan oğlaklardan biri aşağıya yuvarlandı, Cemal hiçbirini görmedi. Değirmenin gürültüsü kuzuların sesine karıştı, Cemal yine duymadı.
Değirmenin damında oturan değirmenciyi ne gördü, ne de söylediklerini duydu, askerlik anılarını bitirmemişti, Azet…Kuzular yamaçtan dere yatağını geçerek karşı bayıra varmışlardı. Yerinden kalktı, paramparça düşüncelerle kuzuların peşine düştü. Çaresizdi.
.............................
YORUMLAR
ikinci bölümü az önce okudum
bu köyü
bu köyün insanlarını ve isimlerini
doğasını
dağ tepe isimlerini
hepsini çok sevdim
köyü görmüş gibi hissettiriyorsunuz
devamını okumaya yine geleceğim
yüreğinize sağlık
hep aynı tür yazılardan sıkılmıştım
köy havası kokan romanınız çok sevilecektir eminim
ben de okurlara tavsiye ediyorum
okusunlar mutlaka
saygılarımla...
Mehmet Burhan AKIN
Sizin gibi değerli bir kişinin övgüsüne mazhar olmak benim için dünyalara değdi.
Yorumlarınız için de ayrıca teşekkür ederim...
Bayramınız mübarek olsun, efendim...
Kaleminize sağlık, köy yaşamını olduğu gibi kaleme almışsınız, bu yaşantılar hep vardı, yine olacak.
Mehmet Burhan AKIN
Okuduğunuz yazı "TURNANIN FERYADI" adlı yazdığımız romandan küçük bir pasaj...
Hepimiz Anadolu'nun köylüklerinde doğup büyüdük, geçmişimizin kültürü bizleri geleceğe taşıdı. Şimdiki yazarlarımız köyü bilmedikleri için midir, doğrusu anlamadım, köyle ilgili romanlar yazılmaz oldu. Eski klasiğimizi devam edelim dedik..
Varsa önerileriniz ya da eksik yönlerimiz, yazılarıma ışık tutacak sevinciyle beklerim..
Teşekkürler efendim...