‘’YAŞAMAK DİRENMEKTİR’’
‘’YAŞAMAK DİRENMEKTİR’’
Her şey ne kadar da kolay, nasıl da hızlandı böyle. Ölümler, hem ucuz, hem de çok basitleştirildi acılar, bi de anında unutuyoruz; her şey sudan daha hızlı akıp gidiyor hafızamızdan, hatta hafızamıza hiç uğramıyorlar bile. Çürüye- çürüye yok oluyor ’’ İnsanlık,’’her şey yok oluyor farkında olmadan ve hiç hatırlanmayacak şekilde silinip gidiyor belleklerimizden, yok ediliyor duygularımız, yavaş- yavaş ölüyoruz beklide hiç doğamıyoruz, bilmiyoruz ki...
Aç insanları doyurduğumda
Bana kahraman diyorlar
Bunlar neden aç diye sorduğum da
Sen komünistsin diyorlar ÇHE
,,,,,,,,,
Çok önemli bir söz
Yaşamak direnmektir.
Sevmek güvenmektir
Şunu unutma,
insan çoğu zaman dünyanın hâkimi,
bazen de küçük bir kalbin esiridir.
Mevlana
Yalnızlığı ne kadar çok yakınına kabul edersen o kadar insanlardan uzaklaşıyor, yalnız kalıyoruz. Bu durum tek bir kişi için geçerli değil elbette ki hemen herkesin, her toplumun yani hepimizin yaşadığı duygulardır. Her yanımızı saran beton duvarlar bize yarı açık cezaevi oldu, ne komşunuza kapı açabiliyor nede komşumuzun kapısını çalabiliyoruz çünkü kim olduğunu bilmediğimiz için, bilsek dahi güvenemediğimiz için korkuyoruz..,
Öylesine rast gele
Öyle olur olmaz rast gele yaşıyoruz, bazen şansımız rast geliyor, bazen de ramak kala kurtuluyoruz kanamaktan Ne özgürlük kaldı yanımızda, ne de tutsaklık insan onurunu zedeler diyebilecek kadar cesuruz. Şekilsiz yamuk yumuk bir kare bile değil bir düşünün artık. Ne göz zevkimiz kaldı, ne de gönül gözümüz görüyor. Hala daha aldanıyoruz, hala daha inanıyor güvenmeye devam ediyoruz çünkü başka türlü nasıl hayatta ve de ayakta kalınabilir ki. Yıkılacak gibi dursak da bazen aldırmasak da bu dünyanın kalleşliğine, her şeye rağmen yaşamak, hayatta kalmak için direnmek gerektiğine inanıyoruz, inanmak zorundayız.
Duygularımız, inançlarımız öylesine sağlam ki, barikata gidecek kadar.
Peki, nedir bizleri bu duruma sokan şeyler?
Buna biraz da bizler sebep olmadık mı? Bize dayatılan modernliktir deyip söylenenleri, sunulanları sorgulamadan kabul etmedik mi? Şehirde,kasaba da ve yahut köyde,ne fark eder, hayat bizim hayatımız değil mi?,bizler neden kendi hayatımıza sahip çıkamadık, çıkamıyoruz.. Emir almayı, yalanlarla göz boyamayı medeniyet zannetmedik mi köylülükten çıkabilmek için. Hiç bir zaman kendimiz olmayı kabul etmedik, kendimizden hep utandık ve kendi hayatımızı başkalarının söylemlerine göre düzenleyip yaşamaya çalıştık,sadece kendimiz değil etrafımızdakilere de tasfiyelerde bulunup akıl verdik çünkü kendi haklılığımıza inanmak,kendi kafamızdaki tereddütten kurtulmak için ispata ihtiyacımız vardı; ama yine de , ne köylü kalabildik, ne de kentli olabildik.
Hani ustanın dediği vardır ya, ‘’kusura bakma ama kabahatin büyüğü sende be kardeşim’’,
Evet, kabahatin en büyüğü bizde,hepimizde be kardeşim..
Bu sabahki minibüs yolculuğum oldukça ilginçti.. Hayallerin ve de hayaletlerin kol gezdiği beyinlerimizi işgal ettiği, robot insanların git gide çoğaldığı bir ortamda yaşamak ne kadar sağlıklı diye bir soru geldi aklıma Bunun düşüncesi bile beynimi delip geçecek kadar ağır ve de yaralayıcıydı.…
.Çok kalabalık olmayan bir minibüsün Şoförü radyoyu açtı ve belli ki o kanalı daha öncesinden de dinliyordu ki, hiç zorlanmadı, arama yapmadı yani..
Radyodaki spiker şarkı ya da türkülerden bahsedecek diye düşünüyorsunuz
, öyle değil mi? Yanılıyorsunuz işte. Ben de aynen böyle düşünmüştüm ilk başlarda ama yanıldığımı spiker konuşmaya başlayınca anladım. Konu On beş temmuz gecesiydi ve on beş temmuz gecesinde yaşanan o elim olaylar ve ölen insanların üzerinde gezinip duran o sarıklı, o uzun cübbesiyle göğsüne kadar inen, bem beyaz sakalıyla dolaşan o kimliği belirsiz kişiydi. Kim olduğu henüz belli olmayan bu kişi nereden çıkıp gelmişti ve orada, o şehitlerin arasında ne işi vardı?
Spiker soruyordu. ‘’herkes oradan kaçarken, herkes bir yerlere saklanırken o kişi hiç eğilmeden o yağmur gibi yağan mermilerin altında dimdik nasıl yürüyordu, kimdi bu adam? Kimdi bu nereden geldiği belli olmayan bu cesur kişi? Diye
Spiker devam ediyordu konuşmasına ve de sorularına. Sen nereden biliyorsun burada sana mermilerin işlemeyeceğini, sen nereden biliyorsun burada bu akşam bunca insanın şehit olacağını?-
Spiker. Fütursuzca durmadan aynı şeyleri tekrarlıyor, aynı soruyu aralıksız ardı ardına sormaya devam ediyordu ve akıllarda kalan o kadar çok soru işareti var ki, bu soru işaretlerini kim çözecek, bu kişinin kim olduğunu, orada ne işi olduğunu kimler açıklayacak bizlere? Diyerek devam ediyordu konuşmasına
Spiker. Aynen Çanakkale de olduğu gibi ;hani düşman demişti ya biz Türk askerlerini değil, o yeşil bereli beyaz sakallı askerleri yenemedik diye….
..Masala bakın hele.
Bu sabahki minibüs yolculuğum, radyoda konuşulanlar ve cevaplanması gereken sorularla dolu bir yolculuğu daha bitmiştim…
..Bu adamlar bunları yayınlıyorsa demek ki dinleyicisi de vardır ve bu ülkede durmadan sorular soruyoruz, bu halk neden böyle, neden kimse görmüyor, duymuyor, konuşmuyor diye. Daha çok bekleriz çok..
Birkaç gecedir rahat uyuyoruz çünkü hava serin arada esen rüzgârla, oh deyip nefes alıyoruz vallahi. İş yerinde fazla kalabalık olmadığı için çok da kirlenmiyor ama bizler yinede her gün düzenli olarak temizliğimizi yapıyoruz.Bu sabahta erkenden açtım iş yerimi. Bizde, daha doğrusu dayım çok söylenirdi bu sözü. Her sabah gün ağarmadan melekler rızık dağıtmaya çıkarlarmış ve evinin camı ya da kapısı açık olan kişi, dağıtılan o rızıklardan ona düşen payı alışırmış, derdi. İnanmıyor olsam da, bu sözü unutmadığıma göre etkilenmişim ki yıllardır erkenden kalkıyorum hep.
Uzun süre kimse gelmedi.., aa, bi de baktım ki arkadaşım karşımda. Fikirtepde, aynı mahallede oturduk yıllarca, sonra ben iki mahalle yukarıya taşındım ama yine görüşmeye devam ettik onunla..
Komşuluğuz hiç kesilmeden devam eden ilk ve tek arkadaşımdır diyebilirim… Hem yaşlarımız da yakın, bir aşağı bi yukarı fark etmiyor… Arkadaşım iyice kapandı. Neden böyle bir şey yaptı hala daha aklım almıyor, oysa o kadar akıllı, o kadar aydın görüşlüydü ki, neyse bu durum arkadaşlığımıza engel olmadı; bu sefer daha bir sıkı kapalı gördüm onu ama bir şey de demedim ..Onu görünce çok sevindim öyle böyle bir sevinç değildi benim sevincim ama pandemi yüzünden, ne tokalaşabildik, ne de kucaklaşabildik, acıdı içim çünkü arkadaşım memleketi Olan Trabzon’a taşınıyor, hatta taşındı bile. Pandemi olduğundan dolayı benimle vedalaşmaya gelemedi. Dükkânın açıldığını duyunca bu sabah benimle vedalaşmaya geldi. Arkadaşımın sıkıntıları çok, en önemli sıkıntısı da oğluydu.. oğlu içici, fena halde içici ve de artık önüne de geçilemiyor, ne yapacağını da bilemiyor. Oğlu onlarla birlikte memlekete gitmeyip burada kalacakmış, annesi de ona, kalırsan kal ben gittim, evi de kapatıyorum ve kendine kalacak yer bul demiş. Evleri yıllardır Kentsel dönüşümde olduğu için kendileri de kiradaydılar ve evleri ne zaman bitecek o da belli değil, Allahtan kira yardımı alıyormuş. Kaynanasına baktığı için, devletten bir miktar bakım parası da alıyormuş ve kaynanasının ayrıca yaşlılık aylığı da var geçiniriz dedi. Ona, köyde nasıl geçineceksiniz diye sorduğumda bunları söyledi.
Köyde Tarlası da varmış, fındık, çay, satmasakta bizi idare eder dedi. Bilmiyorum nasıl olacak. Arkadaşımın canı acıyordu, ağlamamak için kendini zor tutuyordu. Kolay mı onca yıldan sonra şehirden köye göçmek. Evleri bitince gelirler mi? Sanmıyorum. Bir oğlu evlendi kirada, ötekisi de yukarda anlattım gibi.
Arkadaşıma bir taraftan özendim isteyerek gittiği için, bir taraftan üzüldüm çünkü yüküyle gidiyor ve yükün yarıdan çoğu burada ve hep sırtında asılı kalacak. Kulakları hep kirişte, olacak acaba oğlumun başına ne geldi, kim vurdu, kimi vurdu, dayak mı yedi, nerde kalıyor falan, Ana bu..., karnı doyar mı ..Gündüz Yavuz..
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.