- 342 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Sen de mi Puturüs?
Shahrukh Han’ın Fan isminde bir filmi var. İzleyenleriniz vardır belki. İzlemeyenler için özetleyeyim: Hayatının her saniyesini Aryan Khanna isminde bir ünlüye adamış Gaurav Chandna’nın, bu sevgisindeki ifratı nedeniyle gördüğü kem karşılığın ardından, yaşadığı yıkım anlatılıyor. Tabii Gaurav boşa giden hayatının intikamı için daha sonra epey işler de çeviriyor. Kalbindeki o büyük sevgi çok şiddetli bir nefrete dönüşüyor. Her neyse. O kadar detaya girip izleyeceklerin keyfini kaçırmayayım. Fakat 24. Söz’e dokunmadan da geçmeyeyim: "Samed aynası olan bâtın-ı kalb ile, sanem-misâl dünyevî mahbublara perestiş etmek, o mahbubların nazarında sakîldir ve istiskàl eder, reddeder. Zîrâ fıtrat, fıtrî ve lâyık olmayan şeyi reddeder, atar." Evet, yanlış sevgi, sevilenin gözünde de küçüktür. Ve karşılık görmeyen böylesi sevgiler sahiplerinin kalbinde de nefrete dönüşürler. "Tattırdı ama yedirmedi!" dedirtirler.
İhtilafın nasıl bir nedenden çıktığını bilmiyorum. Fakat Ahkaf sûresinin 6. ayetine verilen meallerde büyük farklılıklar var. Diyanet İşleri’nin çalışmasında şöyle deniliyor: "İnsanlar (kıyamet günü) toplandığında, o taptıkları kendilerine düşman oluverir, onların ibâdetlerini de inkâr ederler." Diyanet Vakfı’nın mealinde ise şöyle söyleniyor: "İnsanlar bir araya toplandıkları zaman (müşrikler) onlara (tapındıklarına) düşman kesilirler ve onlara kulluk ettiklerini inkâr ederler." Bunu da belirtmeliyim gerçi: İncelememi basılı nüshalardan değil de kuranayetleri.net’ten yaptım. Daha birçoklarını da kontrol ettim.
Genel tutumun Diyanet İşleri’nin meallendirişine dönük olduğunu söyleyebilirim. (Gönlüme de o yakın geliyor.) Ancak bu vesileyle meallere Kur’an’ın kendisiymiş gibi muamele etmenin yanlışlığına dair de bir karine görmüş oldum. Evet. Farkedileceği üzere aynı ayete verilen anlamlar neredeyse zıtlar. Birincisinde düşman kesilenler tapılanlar. İkincisinde düşman kesilenler tapanlar. Birincisinde inkâr edenler tapılanlar. İkincisinde inkâr edenler tapanlar. Bir beşerîlik sözkonusu. Kim ne anlamışsa onu koymuş çalışmasına.
Burayı hızlı geçip neden Diyanet İşleri’nin yaptığı meallendirişe meylettiğimi izah edersem: Düz bir akılla düşünürseniz diyebilirsiniz ki: Müşriklerin taptıkları şeyler putlar. Putların da ağzı yok dili yok. Aklı yok fikri yok. 5. ayetin kısa bir meali de bunu söylüyor zaten: "Kim Allah’ı bırakıp da kıyamet gününe kadar kendisine cevap veremeyecek şeylere tapandan daha sapıktır? Oysa onlar bunların tapınmalarından habersizdirler." Doğal olarak da 6. ayetteki manaya had bilmez bir itiraz parmağı sallayacak olabilirsiniz: Böyle bilinçsiz şeyler nasıl kendisine tapanlara düşman olurlar? Nasıl onların tapınmalarını inkâr ederler? (Diyanet Vakfı’nın çalışmasındaki farklılığı tetikleyen bakış da budur belki.)
Yani belki o çalışmayı yapanlar da 5. ayetteki mana ile 6. ayetteki manayı barışık görmedikleri için ’düşmanlığı’ ve ’inkârı’ oradan alıp şuraya koyuyorlar. (Belki o ayetin lafızlarında böyle anlaşılmaya müsait bir mahiyet de var.) Bilemiyorum. Bu konuların cahiliyim. Ziyade söz etmeyeceğim. Lakin Diyanet İşleri’nin aktardığı mananın akıldan uzak görülmesine de muhalifim. Yani bu fiillerin, düşmanlığın ve de inkârın, putlara verilmesi Kur’an’da bir kusur bulunduğu anlamına gelmez. Hâşâ. Aksine büyük bir derinliği gösterir.
Hani, bazı olur, yaşadığımız birşeyden ötürü şuna benzer cümleler kurarız: "Herşey bana düşman kesildi!" Bunu söylememizin sebebi hakikaten herşeyin bize düşman olması değildir. Atlanılan eşiğin şiddetini ifade edebilmek için bu kullanımı seçeriz. Sanki biz yerimizde durmaktayızdır da şeyler konumunu değiştirmiştir. Sözgelimi: "Dünyanın etrafımda döndüğünü sanıyordum!" diyen kişi konumunda sert bir düşüş yaşarsa şöyle söyler: "Herşey bana düşman kesildi." Böylelikle teşbihinde dakik bir sanat sergiler. Kendisini kıpırdamamış göstererek etrafındaki değişimin şiddetini en yüksek şekliyle tarif eder. Zaten böylesi eşikleri atlayanlar duygusal anlamda da tam bunu hissederler. Onlar öyle şaşkın bir durumdadırlar ki tecrübe ettiklerinin kendi kusurları sebebiyle olduğunu idrak edemezler. Kabulleniş sonraki bir aşamadır. İlk tokattaysa şaşkınlık vardır. "Sen de mi Brütüs?" diyen Sezar şaşkınlığıdır bu.
Allahu’l-a’lem, Furkan-ı Hakîm, burada bize sanki tapılanlara yüklediği fiillerle tapınanın yaşadığı şoku anlatıyor. Büyük umutlar bağladığı, hiç aksi ihtimali dünyasına almadığı, kendinden/yolundan o derece emin olduğu bir anda karşılaşacağı gerçeğin onun nevrini döndüreceğini gösteriyor. Yani sanki bu ahmaklar, dünyadaki ahmaklıklarının bedelini, ahirette yaşayacakları böyle ikinci bir ahmaklıkla bize sergiliyorlar. Şaşkınlıklarından taştan-tahtadan-helvadan putlarının dahi kendilerine düşman olduğunu sanıyorlar.
Sessizliklerini husumetlerine yoruyorlar. Taptıkları şeyler tarafından emeklerinin inkâr edildiğini zannediyorlar. Tıpkı size borcu olan birisinin alacak vakti gelince "Ne borcu?" demesinde yaşanacak duygu durum gibi. Verdiklerinizin güme gittiğini anladığınızdaki gibi. Şunu yaşatan aptallığınızı idrak etmeden önce karşı tarafın aldatıcılığının şokunu yaşamak gibi. Veyahut yardımına çok bel bağladığınız, ümit beslediğiniz, yatırım yaptığınız birisinin ihtiyaç anında başını çevirip gitmesi gibi. Evet. Ha, peki, Cenab-ı Hakkın o putları lisan-ı kalle de konuşturmaya gücü yetmez mi? Elbette yeter. Onun herşeye gücü yeter. Ancak bu zikrettiğim manalar dahi zihnimin damağında gayet leziz hikmetten bir iz bırakıyor. Diyanet Vakfı’nın verdiği anlama bir mecburiyet hissettirmiyor. Herşeyin en doğrusunu ise Allah bilir.
Bir de şöyle bir diğer mana var ki kalbimde, o da, insanın başka bir katmanına yolculuk türünden. Bunu da şöyle bir misalle zihninize yaklaştırmayı deneyeceğim: Yüksek bir yere tırmanış yapacağınızı düşünelim. Havanın soğuk olacağını düşünerek üzerinize kalın giysiler aldınız. Ayağınıza botlar giydiniz. Başınızı güzelce sardınız. Bunlar sizi yükseğin rüzgarından koruyacaklardı. Lakin hakikat öyle olmadı. Hava çok güzel çıktı. Güneş yakıcı gülümsedi. Taşlar hararetle karşılık verdiler. Ne olur o zaman haliniz? Destek olması için yanınıza aldığınız herşeyi kendinize düşman gibi hissetmez misiniz? Sanki özbir eşyalarınız sizi yavaşlatmak için çabalıyorlardır. Ağırlık yapıyorlardır. Terletiyorlardır. Tırmanmanızı zorlaştırıyorlardır. Yola yanlış seçimlerle çıkmış olmanın yükü, o yolda ilerledikçe, daha bir artar. Âdeta seçimleriniz size düşman kesilir. Onlara yüklediğiniz fonksiyonları inkâr eder.
Biz de bu dünyada uhrevî yolculuğumuz adına hangi yanlış seçimi yapsak sürecin en dehşetli tırmanışında, mahşerde, kıyamette, hesap gününde, onun ağırlığını hissedeceğiz. Hatta sevdiklerimiz bile, eğer Onun rızası için sevilmemişlerse, gönül yükü olup eziyet verecekler. Bize düşmanlık edecekler. Sessizlikleriyle sevildiklerini inkâr edecekler. Ceplerine altın külçeleri sıkıştırıp yüzerek kaçmaya çalışan bir gemi hırsızı gibi dibe doğru çekileceğiz. Sahi zaten bu dünyada da öyle olmuyor mu? Nümunecikleri de burada yaşanmıyor mu? Değmeyen herşey emek inkârcısıdır. Böylesi tapınışların tamamı sahiplerinin hayatlarından aldıklarını inkâr ediyorlar. "Ne borcu?" diyorlar. "Ne yapayım beni sevdinse?" Gaurav Chandna’nın hikâyesindeki gibi ortada bırakıyorlar. Ne diyelim. Cenab-ı Hak, o ulu gün geldiğinde, bizi katından yardım görenlerden eylesin. Yolda berbat etmesin. Âmin. Âmin.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.