AYGÜN ÖĞRETMEN (5)
Yüreğini tutsak eden düşüncelerle caddelerde ilerliyordu. İçli türküleri sevdalı gönüllere dinleten radyo BOZKURT FM’i arıyordu. Genelde sık sık dinlediği iki radyo vardı. Bu radyolarda istediği efkarlı türküleri dinliyor, bazen ağlıyor, bazen hıçkırıklarını yüreğinin en gizemli yerine gömüyordu. Radyonun ibresini çevirirken aradığı radyo Bozkurt fm’i bulmuş, istek saati proğramı vardı radyoda. İçinden bir türkü istemek geldi ama araba kullanırken telefon etmesi imkansızdı. İstenilen türküler ’’şansıma’’ diyerek dinlemeye başladı proğramı. Uzun hava türkünün bitiminde, yeni istek isteyenin adını söylemesinin ardından türküyü başlattı sunucu Gökçen kız. İstek türküsünü tüm sevdalı yüreklere, sevenlere gelmesini istemişti sunucu Gökçen. Türkmen kızı Abadan’ın muhteşem sesinden ’’Döngel Bir Tanem’’ türküsü çalınmaya başladı rasyoda. Öyle içten söylüyordu ki; Aygün’ün yüreğini ta on iki’den vurmuştu. Çok duygulandı. Yüzündeki nefret ve pişmanlık ifadesi ile mırıldandı. ’’ Yok gelme! Sen treni çoktaaannn kaçırdın zalim! Dönsen de ben sana, sen bana yâr olamayız! Ama yaktığın yüreğimdeki sevda ateşi bir ömür sönmeyecek!’’ Kırmızı ışıkta dururken türküye eşlik ediyordu. Yaya geçidinden geçenlerden küçül bir çocuğun dikkatini çekmiş, ona bakarken neredeyse düşüyordu. Çocuğun annesi yere düşerken kolundan kavradı onu. Kızgınlık ifadesiyle ’’ Nere bakıyorsun? Önüne baksana!’’ siye çocuğunu azarlıyordu.
Arkadaşı Züleyha’nın iş yerine varmıştı türküler eşliğinde. Arabasını parka çekti. Kapıdan içeri girdiğinde bekleme salonu bomboştu. İş yerinde hizmetli çalışan Ayşe’de yoktu. Merakla Züleyha’nın odasının kapısını açtığında içeride bir müşterisi ile konuşuyordu. Aygün’ü aniden karşısında görünce şaşkın şaşkın ona baktı Züleyha:
-- Canım hoş geldin. Bekleme salonunda Ayşe yok mu?
-- Hayır yoktu. Sen izin verdin sandım canım.
-- Sanırım bakkala kadar gitmiş olabilir. Birazdan gelir. Ben Oğuzhan’la bir görüşmem var. Sen salonda birazcık beklesen? Birazdan iş görüşmemiz biter. Züleyha sözlerine devam edecekken Oğuzhan başını Aygün’e döndürerek lâfın arasına girdi:
-- Efendim bizim işimiz bitti sayılır. Yeni iş yeri açıyorum da, neler gerekli diye onu danışıyordum. Yarın tekrar geleceğim, demesine karşılık Züleyha
-- Oğuzhan bey, size biraz etraflıca bazı konuları anlatmam gerek. Yarım saatimizi alır yine. Aygün öğretmen candan arkadaşım. O, bekleme salonunda kahve otomatiğinden bir kahve alır. Okuldaki yorgunluğunu biraz olsun kahve yudumlarken atar ve biz de işinizle ilgili detayları konuşuruz, dedi müşterisine. Oğuzhan ’’tamam’’ dercesine başını salladı.
Aygün arkadaşına göz kırparak:
-- Tabi tabi, canım. Ben salonda yorgunluğumu atayım, diyerek bekleme salonuna geçti.
Aygün, kahve otomatiğinden sütlü, az çekerli kahveyi alırken hizmetli Ayşe’de içeri elinde yarım litrelik süt şişesiyle girdi. Gülümseyerek selamlaştılar.
-- Aygün hocam, canım süt istemişti de, İki sokak ötedeki Ötüken bakkala kadar gittim. Kusura bakmayın olur mu? Kahveyi ben ikram etmek isterdim, dedi mahçup bakışlarla. Ayşe’nin mahcup duruşuna Aygün’de üzülmüştü.
-- Yok be Ayşe! Öyle şey olur mu? Züleyha’yı sabah ben işe koymuştum dün gece bende kaldığı için. O, bu gün arabasız. Birlikte eve gideceğiz. İçeride müşterisi var. Onunla konuşması devam ederken ben de kahve içerek onu bekleyeceğim. Sen rahat ol, sıkıntı yok canım.
Ayşe masa üzerindeki günün gelip gidenler defterindeki listeyi inceliyor, yarına görüşüleceklerin isimlerini ayrı bir not aldığı deftere yazıyordu Züleyha’ya teslim etmek için. Aygün, kahvesini yudumlarken duvarlara itina ile yerleştirilmiş potrelere ve tarihi tablolara bakıyordu. Siyah beyaz olan Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk meclis binasının fotoğrafına gözleri takılı kaldı. Geçmişe, tarihe yolculuk yapıyordu. O tabloda neleri görmedi ki? Osmanlı Türk İmparatorluğunun küllerinden doğan ve Göktürk’lerden sonra ikinci kez Türk ismi ile kurulan devletin kurucuları ne zorluklar içinde yedi düvele karşı savaş vererek yokluklar içinde yeniden kazanılan ana yurdun şimdi kıymet bilmezlerin emperyalizme peşkeş çekişlerine derinden içerledi. En çok kızdığı da Mustafa Kemal’e uzanan çirkin ellerin, dillerin sahiplerineydi. Kimi ’’bizi İngiliz daha iyi yönetirdi’’, kimi yazarlar da ’’Yunan alsaydı bu toprakların dahibi, onların yönetiminde yaşar giderdik!’’, kimileri kurtuluş savaşını kabullenemeyen, bu vatanın eğmeğini kaymaklı yiyen hadsizlikleri, Bazı soysuz milletvekillerin; Çanakkale’de düşmanla göğüs göğüse çarpışmaların olmadığını inkar edecek kadar pervasız lakırdı koparanları düşündü bir an! Sinirleri tepesinde hopladı bedbahtların aymazlıkları aklına düşünce! Hâlâ Türk’ü düşman görenlere, kurtuluş savaşında her kahpeliği yapan devletlere vatan topraklarının satışlarının yapılması onu deli ediyordu.
Duvardaki diğer tablolara baktı, içindeki acı burukluğuna biraz olsun gururlanarak derin bir nefes aldı. Fatih’in beyaz atı üzerinde İstanbul’un surlarından içeri girişi tablosu bir nebze yüreğine serinlik getirdi. Hizmetli Ayşe’nin oturduğu masanın arkasındaki duvarda heybeti ile duran Oğuz Kağan’ın tablosu, Türk’ün tam gurur abidesiydi. Arkadaşı Züleyha ve ortağı tarihe önem veren ikiliydi. Milli ülkü ile yetişmişlerdi aile ocaklarında. Okul yıllarında da tarihine, kültürüne, gelenek ve inancına saygısız hareket edenlere karşı mücadeleler vermiş yürekli kızdı Züleyha.
Pencere kenarlarına, büronun köşelerine itina ile yerleştirilmiş kırmızılı, beyazlı, pembeli sardunyaları, küçük saksılara yerleştirilmiş mini kaktüsleri, beyaz renkli orkideyi keyifle izliyordu. Kendisi de çiçeklere aşıktı. Sevdiği ilk buluşmasında ona kırmızı gül hediye etmişti. O gülü kurutarak kapalı cam vazoda saklar. Her ne kadar sevdiği ona ihanet etse de, hatıralarına son derece bağlı bir özelliği vardı Aygün’ün. İhaneti lügâtından silinmişti. Nice hatıraları saklıydı işlemeli ceviz sandığında. Düşüncelerle etrafına bakınırken birden Ayşe’ye dönerek:
-- Ayşe, nasıl memnun musun işinden? Arkadaşım seni sıkıyorsa, söyle bana onun kulağını çekeyim, deyince Ayşe hafifçe gülümsedi.
-- Yok hocam, ben işte titizim. Züleyha hanım sakin çalışmamı, kendimi yormamı istemez. Sağ olsun, ben ondan çok memnunum. Sizin için değerli olan arkadaşınız benim için de çok kıymetlidir. Asla işveren tavırları yoktur. Onunla arkadaş gibiyiz.
-- Bak bu sözlerine çok memnun oldum. Arkadaşım olduğu için demiyorum ama o pırlanta, pırlanta. Ayşe’yle birlikte gülüşürlerken içeriden Züleyha müşterisi ile çıktı odadan.
Yarın için randevusunu alan müşteri bürodan ayrıldı. Züleyha Aygün’e:
-- Kızlar ben yokken neler fısıldaştınız bakem?
-- İyi insan lafının üzerine gelirmiş derler ya, işte bizde seni konuşurken sözümüzün üzerine şıp diye geliverdin! Ayşe ile biraz lâfladık. Büronun düzenine hayran kaldım. Ne güzel, müşteri geldiğinde hiç sıkılmaz, kendi evinde gibi hisseder.
Afferin kız sana!
-- N’apcan kızım, İş dünyası. Yenilikçi olmalıyız. Eski kara düzen bize yakışmaz ki...
-- Haklısın valla. Hayırlı müşterilerin olsun. Çıkıyor muyuz?
-- Amin cancağızım. Çıkıyoruz ama eve gitmeyelim. Kızılay’a gidelim efkar dağıtmaya. Ne dersin?
-- Tamam kız, bana uyar. Ayşe sende gelmek ister misin? Patronumuz bize efkar dağıttıracak bugün! Ayşe’nin gözlerinin içine bakarken göz kırpıyordu ona.
-- Teşekkür ederim hocam. Başka zaman inşallah. Benim evde biraz işlerim var. Anneme yardım edeceğim. Ona sözüm vardı bu akşam.
Bürodan iki arkadaş dışarı çıkarken Ayşe dosyaları yerlerine koyuyordu. Aygün parktaki arabasını alarak büronun önünde bekleyen Züleyha’nın yanına vardı. Arabaya biner binmez bastı gaza Aygün.
-- Cancağızım, Kızılay’da nereye gideceğiz? Demedin!
-- Orada, ara sokakta harika bir yer var. Adı: Hanay Lezzet. Orası hem kahve, hem de yemek yenen yer. Sana bu gün yemek ziyafet çekeyim. Ardından nefis Türk kahvesi yudumlarız tatlı sohbetlerimizin arasında.
--- Ooooo, desene ben yaşadım bu gün?
-- Kız sen iste be! Ben seni her gün yaşatırım! deyince birlikte gülüştüler.
Arabanın radyosunu dinleye dinleye kaymak gibi yollardan kayıp gittiler Hanay Lezzet mekanına. Otoparkta arabalarını bırakarak Ziya Gökalp caddesine girdiler. Üç yüz metre ilerideki yemek yiyecekleri Hanay Lezzet’ten içeri girdiler. İçerisi o kadar doluydu ki; nereye oturacaklarını kestiremediler. Garsonlardan birine seslenerek yanlarına gelmesini istediler.
Garson yanlarına gelip siyah ceketinin düğmesini ilikleyerek hazır ol vaziyet duruşuyla:
-- Buyurun efendim, bir isteğiniz mi vardı?
-- Her yer dolu. Bize boş bir masa ayarlayabilir misiniz? diye sordu Züleyha.
-- Efendim masa ayırtmış mıydınız?
-- Yooo! Masayı önceden mi ayırtmamız lazımdı? Daha önce yer ayırtmadan gelmiştim. Bugün de bizim şansızlığımıza çok kalabalık, diyerek üzgün ifadeyle garsonun yüzüne bakınca Züleyha, garson onlara bir yer göstermek istedi.
-- Efendim ben sizi terasa çıkarsam, nasıl olur?
-- Allah, derim. Teşekkür ettik sana.
Garsonla birlikte terasa çıkarlarken Aygün fısıltı sesle Züleyha’ya.
-- Kız, teras bizim için daha güzel. Orası daha keyifli olur. Gökyüzündeki yıldızlara bakarız kahvelerimizi yudumlarken.
-- Romantikleştin sen yine, dedi Aygün.
Terasa çıktıklarında yine kalabalık vardı ama iki masa boştu. Garson:
-- İki masadan biri gelmeyi iptal ettirirdiler, yarın geleceklermiş. Öbür masanın müşterileri de on dakikaya kadar gelirler. İsteğinizi yemek kitapçığına bakar, servise gelen arkadaşımıza siparişinizi verirsiniz. Şimdiden afiyet olsun sizlere, diyerek yanlarından ayrıldı.
Züleyha ve Aygün ceketlerini sandalye arkasına asarak oturdular. İkisi de mutluydular. Havanın açık ve ılık olması onları daha da memnun etti. Güzel bir akşam geçirecekleri sevinci ile etrafına bakınıyorlardı. Yemekleri gelenler afiyetle yerlerken, kahve ve çaylarını yudumlayanlar neşeli , huzurlu sohbetlerle akşamın tadını çıkarıyorlardı. Aygün terasa çıkış merdivenine bakıyordu görevli birisinin bir an önce gelip siparişlerini vermesi için. Okulda yorulmuştu. Öğleyin de bir şey yememişti. Açlığını iyice hissetmeye başlamıştı. Züleyha, yiyecekleri yemekleri, salataları ve içecekleri seçiyordu kitapçıktan. Nihayet görevli görünmüştü. Onlara doğru geliyordu. Servis görevlisi yanlarına yaklaşırken arkadan bir çift de karşılarındaki boş masaya doğru ilerliyordu. Aygün, garsonun arkasından gelenlerden kirli sakallı adama dikattlice bakarken kaynar sular başından aşağı döküldü. Oradan uzaklaşmak istedi, kalkamadı. Züleyha, hâlâ yemek listelerine göz gezdirirken arkadaşının halini göremedi. Garson masalarına gelip Züleyha’nın başında siparişini almak için beklerken Aygün, başı önünde öylece, heykel gibi cansız kalmıştı!..
Gökyüzü kararmış, yıldızlar ve dolunay kayıplara karışmış, karabulut çökmüştü gecesine Aygün’ün. Şimşekler çakıyor, gök gürültüsü beyninde zonkluyordu. Tüm vücudu tir tir titriyor, sırılsıklam ter deryasında boğuluyordu... Yüreği yerinden fırlayacak kadar hızlı hızlı atıyordu. Gözlerindeki karabulutlar yağmuru indirmek üzereydi...
Devam edecek...
Zafer Direniş
...
Karabulut