- 679 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
İnsan ne için yaşar?
İnsanın kendini arayışı "Insan ne için yaşar?"sorusuyla başlıyor
İnsanın ilk arayışı mükemmellik aynasına baktığında gördüğünü yorumlanmasıyla başlıyor.
Peki insan,bu aynaya ilk ne zaman bakıyor?
Insanın ilk aynası,ilk önce içine doğduğu çekirdek ailesi ve ilk bakımını veren annesi oluyor
Sonra tüm öğrenilenlerle birlikte yaşam çemberi büyüdükçe halka halka hayatına giren diğer figurler ve eklenen filtrelerle insan kat kat elbise giyiyor .
Ve zamanla maskeler ardında yaşamayı öğreniyor .
Durum öyle bir hâl alıyor ki yaşadığı çarklı sistemin kendisi olduğunu zannerek, bir dişli parçası olarak o çarkın içinde kaybolup gidiyor.
Hem de kaybolup gittiğini bile fark etmeden bir ömrü böyle tüketip bitirebiliyor
Ne zaman ki yola "Ben kimim?" diyerek bir yola çıkıyor, o yolda da önce bulduğu kendini reddediyor.
Sonrasında gelen suçluluk duygusuda bu arayışın içinde mükemmeli bulamadığında kendiliginden geliyor.
Sonra bu öyle bir psikoza dönüyor ki kurban rolüne büründüğünü dahu fark etmeden kendi dışında ki herkesi suçlamakta kaçış rampası oluyor.
Yaşadığı incir çekirdeğini , cevizin kabuğunu büyük resim olarak görmeye devam ettikçe de ,kozasından bir türlü çıkamıyor.
Mezarıda yaşadığı kozası oluyor.
Hep başkasının değişmesini beklemekle ya da başkasını değiştirmeye çalışmakla ,sınırlı nefesi bu uğurda tek tek tüketip bitiriyor.
Çaldığı her kapının gerçeklik kapısı olduğunu zan ettikçe ya kendi haline ağlıyor ya da kendini dünyayı kurtaran bir kaptan saniyor.
Öyleyse İNSAN NEYİ ARIYOR VE NE İÇİN YAŞIYOR ?
Kısaca mutluluğu arıyor .
Peki bulduğu mutluluk bir sonuç mu yoksa bir amaç mı?
Bulsa bulduğu ona bu dünyada cennet algısı için yeterli mi?
Işte bu sorular bir çoğumuzun zihninde gezinince başlıyor özbenlik arayışı...
Gerçekliğin öznesel algısından ziyade birlik anlayışı.Hepimizin bireysel cennet rüyasi var aslında. Bunlar sözlerin büyüsüne kapılan zihnin zamansız gerçekliğinden başkası değil aslında.
Dün ,bugün kavramlarını bulunduğu âna taşıyan emici zihin ve kayıt tutan bedenin hayatta kalabilmek adına bizlere yarınlar için yatırım yaptırıyor.
Aslında bildiği tek gerçek, yaşamda kalabilmek.
Gerisi önemli değil.
Var mısın yok musun gibi.
Peki kontrol kimde?
Bizde mi?
Yoksa otomatiğe bağlı yaşayan emici sürüngen beyinde mi?
Mutlak kudretin dairesinde bu kontrol nerede?
Ne kadar beni anlatıyor verdiğim kararlar?
Ne kadar beni yansıtıyor yaşantım?
Kaç kişilik hayat var sırtımda?
Kaç kisiyim bu bedende ?
Insan sürekli ektiği zihin tohumlarını tercihleriyle suladığı gibi epigenetik aktarimlarlada besleniyor ve bu şekilde de ekleyerek yolculuğuna devam ediyor .
Hayata başlarken bile kalabalık başlıyoruz aslında . Iç içe geçmiş " Benden başlamayan hayatlar". Haksızlik olduğunu düşünüp yeri geldiğinde isyana uzanan hallerimin kaynagi olan araştırmalar ve nedenselliği.
Benimle baslamayanlar!
"Neden benden öncekinin hatasini, günahını, hastalığını ,çilesini ,isyanını ,yarim kalmişlığını tasiyordum?
Neden ..?
Bu ve benzeri sorulardan kabule geçmem kolay olmadı elbette.Yüce varlığın yaşamı desteklemesini, iyi- kötü ayrımı yapmadan sonsuz sıfatların tecellisiyle Rahman sıfatının dokunuşunu gördükçe fikrim zamanla değişmeye başladı.
Bütün geçmişten gelen aktarımların daha aydınlık bir neslin devamı icin deneyimlerle birlikte görünmez aile sadakatinin bir parcasi olarak bütüne davet ve iyilestirme gayesiyle olduğunu anlayinca kabule geçmeye başladım. Savaş ya da barış için gerekli olan ne varsa ,Hz.Ademden beri bu aktarılış ,insanlığın uptade olması yani yükselişini desteklemek için oluyordu. Ektiklerimizin hasat zamanı geldiğinde topraga neyi bırakırsak sonucunda onu avuçlarımiza almış oluyorduk.Ektigim ya da mirasım ne olmalıydı?
Sağduyu-iradeyi güçlendirme çağrısını bizlere ileten bütün semavi dinler, kadim bilgiler de bireysel cennet algısından, evrensel ve sonsuz cennet algısına ve ordan da "koşulsuz sevgi " pınarına ulaşmak için bir yol sunuyordu bu çerçevede.Genis resme bakınca ,bu kollektif birlik ve bilincte ki aktarimlarda bunun vazgecilmez bir parçası oluyor elbet.
Gerçek-Doğru , zan-yanılgı ,zehir -panzehir gibi birbirini sürekli besleyen kavram ve algılar bu düzlemde yok olup koşulsuz sevgi çatısında tekliğe kavuşuyor.Zehir ve panzehir birbirinin ilacı gibi oluyor.
İyi -kötü ,Cennet -Cehennem zıtlığın dayanılmaz çekiminde ateşle pervane gibi yanıp sevgiye dönüşüyor.
İste tam da bu nokta ,Hz.Ebubekir’in cehennemi bütün varlığıyla kapatma arzusunu anlamama vesile oluyor.
Kalemin cazibesiyle dokunmak istediğim diğer bir noktada sözün muhteşem gücü.
Yasam içerisinde" psise- beden-ruh " bağlamında ki gizemi görenler ve bunu hayatına yedirenler için söz "Gerçeğe dönüşen bir büyü "olarak görülüyor. Hz.Mevlananin da dedigi gibi "Insanin dilinde sayısız misal uyur.Dilden söze dökülünce bu misaller uyanır ".Işte uyanan misal tercihleri, tercihler yolda ki bulduklarımızı çoğu zamanda iç içe geçmiş durumlarla sınavlarımızı belirliyor. "Neyi cağırırsan o gelir " cümlesinin de anlattığı gibi hayatımızda sözün yapan ve yıkan iki yüz epey güçlü ve büyülü .
Madalyonun sevilmeyen yüzü yine zihnin sözle görünmez iş birliğiyle gerçekleşiyor. Sözünde karabüyü gibi yıkan yakan tarafını Işte bu sebeble her zaman hatirlamak gerekiyor.
"Bu hayatta neden yıkım var ?" diye sorduğumuzda ,artık cevabını söyle veriyorum kendime.
Inşaa edecegimiz her ne ise, yıkmadan inşaa edemeyeceğimiz durumların var olması .Bunun için de yıkımın gücünü yeri gelince kullanmak , yapanın gücüne yer açıyor. Bu durum aynı yılanın soktuğu kişiye zehir olurken, aynı zehrin başka bir durumda panzehir gibi acıyı dindirmesine benziyor.
Eskinin üzerine kurulan her yeni temelinde zayıf olduğu için sürdürülmesi kolay olmuyor.Bazen,bazı duvarları yıkmak gerekiyor .Hz.Şems’inde dediği gibi "Hayatın altını üstüne getirmek "gerekiyor. Duvarları yıkarak ardında ki ışığı görmeye vesile olabiliyor.
Içimizde ki eskilerde içinde durum böyle. Hizmeti bitenden tecrübeyi alıp serbest bırakmadıkça yeniye hayatımızda yer açılmıyor. Üst üste binen yeni,eskiyle birlikte , zamanla karışıp yeni olanıda kendine benzetiyor.Bu durumda, geçmişi eskiye benzetecek olursak ,geçmis bize mayınsız tarla gibi güvenli ,geçilmiş, bilindik ,tanıdık geldiği için sürekli kendine çekiyor.Eskiye yapışmış anılar gibi...
Gelip gide gide bırakılan yollar tanıdık olduğu için bizleri önümüze baktırmaz hale getiriyor.
O zaman bu tanıdık yolları geçme isteği hangi duygudan ileri geliyor?
Güven!
Güven nedir peki ?
Güven ne geçmiştir ne de gelecek. Bulunduğun yerde biriktirdiğin tecrübelerin yolda bıraktığı ışıktır.
Güven/liğin olmadığı yerde ki duygu nedir? Korku!
Ya korku nedir ?
Bu da geleceğin bilinmezliginden duyulan kaygının bıraktığı karanlıktan dolayı önünü görememektir .Bu duygunun varlığıyla da gelmeden geleceği eskitir dururuz.
Işte kendini değiştirmek ,içsel degişime kollarini sıvamak, bu iki olguya karşı savaşmayi bırakıp, direnci yenmekle başlıyor.
Gördüğünü kabule geçmekle devam ediyor.
Kabul ettiğine de şükürle veda edince yerine ileriye taşıyacak olan güvenlik duygusu kendiliginden geliveriyor.
Yola çıkış hikayemi merak eden arkadaşlarım sık sık soruyorlar bana, hikayemin nerde nasıl başladığını. Yolculugum bugün rehberim olarak kabul ettiğim , kişisel gelişimden başlayıp bütünsel gelişime giden yolda beni ve benim gibi bakanlara önce eşleri rehberlik ediyor ve öğretiyor.Her zaman eşlerimizle gülerek öğrenmiyoruz bu deneyimleri. Çoğu zaman yolun sonuna ya da bıçak kemiğe dayandığında "Daha öğreneceğim ne var? Bakmam gereken , görmem gereken ne var? "Sorusunu sordukça yol almaya devam ediyorsunuz. Yolların yollara çıktığı ,insanların kelebek kanatları gibi birbirine rüzgarının eşlik ettiği bu yolda içiniz değiştikçe yolda bulduklarinizda değişiyor. Yolda buluyor, yolda değişiyor , yolda buluşuyoruz. Görünmez iplerimiz titrestikce , yeni ihtiyaçlarımız alınması gerekenler verilmesi gerekenler öyle güzel bir ilâhi sistemle size ulaşıyor ki aklınız hayrete düşüyor ,gönlünüz yaradanın hatırladığını gördükçe de kuş gibi kanat çırpıyor.Bazen bir rüya ,bazen okuduğunuz bir satır ,bir söz, size şifa kapısını açmaya yetiyor.Icinize koyduklariniz değiştikçe dışarda bulduklarınız degisiyor. Her bulduğunuz doğruyla geçmişi onarmanin gücünü içinizde bulmak sizi mest ediyor .Bu kadar sözün özü şu ki; Her şey önce samimi bir niyetle başlıyor. Aynı temiz niyetle devam ettikçe kapılar size tek tek açılıyor.
Yüce yaradanin dediği gibi Kulunun seçtiği yolu kolaylastırarak bizleri hep destekliyor.
Hayatın niçin hep veren kısmında oldugumu sormaya başladığımdan beri almayı -istemeyi öğrenmeye niyet ederek yolculuğuma devam ediyorum .Bu felsefeyle hayatıma dönüp, tekrar tekrar bakıyorum.
Bıraktıklarıma,bırakamadiklarima
Aldıklarıma verdiklerime,
Agladigima güldüğüme ,
Iyi algısıyla kötü çıkanlara,
Kötü algısıyla iyi çıkanlara ,
Burun kıvırdıklarima, bana burun kıvıranlara,
Icinde beni sevgiyle taşıyıp yüreğine katanlara
Yüreğinde varlığımı hançerleyip öylece birakanlara,
Yıllar evvel kalemin kâğıda döküldüğü gözyasi dolu satırlara .
Ardina bakmadan gidenlere, ardıma bakmadan gittiklerime...
Seçtiğimi ,gectigimi zannettigim yollara bakıyorum...
"Bu ayak izlerine bakınca bulduğun ne derseniz?" hâla arayışın bulduklarımla devam ediyor.
Varlığın yalnizca "kul "olmaktan ibaret olmadığı ,"Kül " olunca başlayacağı, hakikat çerçevesi içerisinde bir ayağımı inandığım dogrularda pergel gibi sabit tutarak , beni-benligi çıkarınca geriye kalan hiçliğin serüveninde yolculuğuma devam ediyorum.
Fark ettikçe yolum aydınlanıyor.
Fark ettikçe yollar açılıyor.
Bilip paylaşmak ve bir paydada buluşmak niyetiyle ,
Dünyada köklenip dallarımızla göklere uzanmak dilegiyle,
Ölmeden evvel uyanma niyetiyle seyr-ül seferin beşer yolculuğu devam ediyor
Gülümseyin Gülümsetin