AYGÜN ÖĞRETMEN (1)
Kasım ay’ında başlayan soğuklar, kış’ın çetin geçeceğinin habercisiydi. Sonbaharın yağmurlu esintileri geceye ayazlarını bırakırken evlerde sobaların bacaları tütmeye başlamıştı. Yavaştan yavaştan soğuklar geceye düşüyor, kış uykusuna yatan ağaçların dalları çırılçıplak kalmıştı sonbaharın bitimine doğru. Sararan yapraklar rüzgarın bir tık esintisinde koparak meçhullere yol alıp gitmişlerdi. Gelecek bahara yeniden yeşillenmesine bırakacaktı kuru dalları... Kış hazırlığı erken başlamıştı şehirde. Yediveren güllerin yeşil kalmış yapraklarına kırağılar düşmeye başlamıştı her sabah. İşlerine gidenlerin yazdan kalma ince giysilerini gardolaplarının bir köşesine bırakıp, tenlerini sıcak tutacak kalın giysilerini giyinmeye başlamışlardı. Sabahın erken saatlerine işine gidenlerin başlarında bere, boyunlarında kaşkol, sırtlarında kışlık ceket, manto giyenlere doluydu caddeler. Yürürken ağızlarından çıkan buharımsı beyaz bulutcuklar uçuşarak gökyüzüne yükseliyordu. Akşamları ev eve dönüldüğünde kuzine yakılıyor ve üzerinde akşamın keyfine değecek çay demleniyordu. Günün yorgunluğunu çayla almak gelecek halini almıştı pek çok evlerde. Ailecek sohbetin doyumu olmaksızın gecenin geç saatlerine kadar sürüyor, dede torunlarına keloğlan masallarını anlatıyor, evin neşesini artırmak için de arada bir Nasrettin hocanın fıkralarından patlatıyordu. Uyku saati geçmesine rağmen; bal damlayan dudakların sohbeti bitmiyordu. Çocuklar nenelerinin dizleri dibinde uyuya kalıyorlardı. Gecenin sessizliği iyiden iyiye hissedilmeye başladığında herkes odasına çekiliyordu.
Göçmen kuşlardan leylaklar, kırlangıçlar bile sert soğuklara kalmamak için çoktan yuvalarını insanlara emanet ederek sıcak ülkelere göç etmişlerdi gelecek bahara dönüş yapacaklarına dair sözlerini vererek. Şehirde fazla leylak yoktu ama kırlangıçlar hayli çoktu. Gidenler, cemrelerin ardından yuvalarına geri dönüyorlardı göç yollarında başlarına acı bir olay gelmedikçe. Şehir halkı onları, onlarda şehir halkını çok sevmişlerdi. Merhamet, sevgi, şefkatin çok olduğu şehir insanlarını göçler haricinde onları yalnız bırakmayışları mutlu, huzurlu ve güvende olduklarını gösteriyordu. Sokak hayvanlarını bağrına basan, onları kışın çetin, dondurucu soğuğunda yardım ellerini uzatarak onları koruma altına alırlardı. Asırlardır bu hep böyleydi.
İş yoğunluğu onu çok yormuştu perşembe günü. Bazı tembel öğrencilerine tarih dersinde konusunu anlattığı Çanakkale zaferini ana hatlarının özünü kısa kısa anlatımından bir şeyler anlamadıklarını söyleyen üç öğrencisi için dersini tekrardan otuz sekiz kişilik sınıfa tam tamına beş kez anlatmıştı. Buna rağmen hâlâ anlamadıklarını tekrar tekrar söyleyen aynı üç öğrencisine hem üzülmüş, hem de kızmıştı. Üzüntüsü; kendisinin anlatımında bir eksiklik olup olmadığına dair kafasında bir ünlem ve soru işareti belirleniyordu. Kızgınlığı ise; anlamadıklarını söyleyen öğrencilerin haylazlıklarını bildiği için, onların kasten anlamazlık numarasına mı yattıkları sorusu aklına takılıyordu.
O üç öğrencisini tahtaya kaldırarak:
-- Çocuklar, bakın kaç kez anlattım ama siz hâlâ anlamadığınızı tekrarlıyorsunuz! Sakın benimle dalga geçmeyin? derken gözlerini belirterek çocukların gözlerinin içine sinirli sinirli bakıyordu Aygün öğretmen.
Oldukça kısa boylu, sınıfın yaramaz afacanı olarak bilinen Çetin, elleri namazda kıyama durur gibi elleri önünde bağlı, süklüm büklüm sıkılarak Aygün hocasına:
-- Gözlerim önüme aksın, Allah şuracıkta bizi çarpsın vallahi anlamadık hocam! Siz yanlış anlıyorsunuz bizi. Hakkımızda ki düşüncenizde haklısınız. Sınıfın en haylaz çocukları olarak adımız sınıfın tarihine yazılmış bi kerem. Yeminle size ders konusunda ne şaka yaparız, ne de saygısızlık. Bazılarının iyi anladığı, hiç anlamadığı dersler de oluyor. Galiba bizimkisi de böyle bi şey hocam?
-- Tamam veletler! Emin oldum şimdi. Size ben boş ders saatlerimi ayarlayıp özel ders vereceğim ve benim dersimden mutlaka geçeceksiniz! Kalmanıza gönlüm razı olmaz Çetin. Ne olur, sizde azıcık gayret edin. Ben hep yanınızda olacağım, derken yüzündeki olumsuz ifadeler gitmişti Aygün öğretmenin...
Sınıftaki yorgunluğu bir nebze hafiflemiş, kendini dinlenmiş hissetmişti çocukların ciddi tavırları karşısında. Anlıyordu ki; onlara daha çok emek verecek, verdiği emeğe de değecek düşüncesindeydi. O gün dersleri talebeleri ile dersler konusunu uzun uzun konuşarak ders saatini bitirmişti. Okul çıkışında çok sevdiği kitapçı arkadaşı Yasemin’e uğramış, onunla yeni gelen kitaplar hakkında bilgi almış, içilen çayların keyfinde sohbet etmişlerdi. Aygün öğretmen, Necdet Sevinç yazarın kitaplarını çok severdi. Neredeyse yayınlanan tüm kitaplarını alıp okumuş ve öğrencilerine de tavsiye ederdi. En son yayınlanan ’’İstiklâlin Bedeli’’ adındaki romanını sormuştu Yasemin’e. ’’Henüz gelmediğini, iki hafta içinde geleceğini’’ söylemişti Yasemin’de. Amine, Yasemin’le olan sıkı dostluğu lise yıllarından geliyordu. İkisi de aynı anda liseye başlamışlar ve aynı sınıfta, aynı sırada oturmuşlardı. Aynı mahallede olmamalarına rağmen, birbirlerine sık sık giderlerdi. Annelerinden müsaade aldıklarında birbirlerine yatıya kaldıkları olurdu. Özellikle hafta sonları. Özel hayatlarındaki sırlarını yalnızca Züleyha ile Yasemin bilirdi. O kadar içten candan üç arkadaş olmuşlardı ki; yaşadıklarını kendilerinden başka diğer arkadaşları ile paylaşmazlardı. O denli cancağızdılar birbirleriyle. Sırlarını kimse açmazlardı
Bazı ailevi nedenler yüzünden Yasemin, liseyi bitirdikten sonra üniversiteye gitmeyi çok istese de gidememişti. O da çok sevdiği sahaflık mesleğini şehrinde hizmet etme düşüncesini babasına aktardığında, babası da ona ’’Ülkü Kitabevi’’ işletmesini açmıştı şehrin en işlek yeri Atatürk caddesinde. O artık kitap ve kırtasiye işi yapıyordu. Aygün ise; İstanbul Üniversitesi, Dil ve tarih bölümünü kazanmıştı. Çok sevdiği tarih bölümünü tercih etmişti. Tarihe ilgisi çok fazlaydı. Hele Türk tarihi onun asıl gayesi idi. O nedenle genelde tarihi romanları okur, Hüseyin Nihal Atsız’ın tarihi romanları baş tercihiydi. Yasemin şehirde, Aygün’de İstanbul’da dört yıl ayrı kalmışlardı. Sürekli telefonlaşarak, mektuplaşarak hasretliklerini dindiriyorlardı.. Okul tatillerinde doyasıya birlikte zamanın tadını çıkarırlardı. Okulu bitirdiğinde, Konya Cumhuriyet lisesine öğretmenliğinin ilk iki yılı mecburi hizmet yeri olarak tayini çıkmış, iki yıllık görevi orada sona erdiğinde kendi isteği ile şehrine geri dönmüştü. Bir daha da başka bir şehre tayini çıkmamış, şehrinde öğretmenliğini seve seve icra ediyordu. Öğrencilerine, velilere, öğretmen arkadaşlarına kendini sevdirmesini bilmişti. Sosyal yönü kuvvetli ve çok faaldı.
Aygün, günün yorgunluğu ve sıkıntısı ile evin kapısından içeri kendini zor atabildi. Elindeki çantasını fırlatıp attı koltuğun üzerine. Yatak odasına geçerek günlük giysileri çıkarıp pijamalarını takıştırdı aceleyle. Mutfağa daldı bir şeyler atıştırmak istedi. Ocaktaki tencerenin kapağını şöyle bir kaldırdı, dudak bükerek kapağı kapadı. Karnı açtı ama ne yiyeceğini kestiremedi. ’’ Amaaann! zaten yorgunum. Kanepeye bir iki saat uzanayım bari!’’ diye geçirdi içinden. Mutfaktan çıkarak bahar çiçekleri gibi süslü kanepeye fırlatıp attı yorgun bedenini...
Devam edecek!
Zafer Direniş
...
Karabulut