- 379 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
Aynalar ne kadar özgür?
Cenab-ı Hak neden peygamber göndermiş? Neden vahyetmiş? Neden insanlığı kudsî metinler/örnekler sahibi yapmış? Bu sorularla hakikaten yüzleştiğimizde, arkadaşım, şöyle bir hikmete ulaşıyoruz: İnsan göreceliliğinden kurtulamayan bir canlıdır. Yani, Hakîm-i Mutlak olan Allahımız, kullarının birini bin kılmak için yahut da binbir hikmetinin pekçok açıdan ayrı ayrı görülebilmesi için veyahut da binbir isminin tecellisinin insanlıkça olabildiğince hasad edilebilmesi için, bize bir parça görecelilik lütfetmiş. (Güzele açılan pencereler sayısınca elhamdülillah.) Bu yeteneğimiz sayesinde birimizin kaçırdığını başkamız seçebiliyoruz. Birimizin söylemediğini diğerimiz dillendirebiliyoruz. Birimizin kuşatamadığını ötekimiz sarabiliyoruz. Böylece yekünde tek bir ’insanlık’ iken bireyler sayısınca ’âlemler’ oluyoruz. Herbirimizin aynasında sûreten benzer başka âlemler yansıyor. Başka renklerini gösteriyor. Başka seslerden bahsediyor. Belki biraz da bu sırla mürşidim diyor: "İnsanın bir ferdi sair hayvânâtın bir nev’i hükmündedir." Yani, bizdeki bireyler arası farklılıklar o seviyeye ulaşmıştır ki, başka canlılarda bu farklılık ancak türler arasında bulunabilir, yahut da yaklaşılabilir.
Bu bizim hem bereketimiz hem de imtihanımız. Fatiha’ya "Elhamdülillahirabbilalemîn/Âlemlerin Rabbine hamdolsun" demekle başlama hediyesine sahip kılınanın bedeli olarak yüklendiği bir sınanma da var: "İyyake na’büdü ve iyyake nestain/Ancak Sana ibadet eder ve ancak Senden yardım dileriz." Yani bu dağılmakta toplanmak da var. "Açılabildiğince açıl koçum!" yok. Zaten daha üçüncü ayette ceketimiz ihtarla ilikleniyor: "Malikiyevmiddin/Din gününün sahibi Odur." Âlemler, kendilerinde ne renkler yansıtırlarsa yansıtsınlar, gidip en nihayet bir normda sınanacaklar. Sadece din kıstaslarının geçerli olduğu, başka bütün değer atıflarının gümleyeceği, o hesap gününde aynalar da sigaya çekilecekler. Göreceliliklerinin ’yevmiyesini’ alacaklar. Neler yansıtmışlar? Ne renklere bulanmışlar? Neyi beyazken kara göstermişler? Hangi renklere/manzaralara zulmetmişler? Bunların da "Dönüşünüz ancak Banadır!" sırrınca verilecek hesabı olacak. Kendi kraliçesine yalan söyleyen, "Benden güzel var mı?" sorusuna "İşte Pamuk Prenses!" diyemeyen aynalarsak, elbette bu yalanın yüzümüze vurulacağı bir zaman bulunacak. Ayna, gördüğünü doğru yansıtmakla görevlidir, çarpıtmakla değil.
Rum sûresinin 55 ve 56. ayetlerini düşünürken bunlar aklıma geldi. Ki gayet kısa bir mealleri şöyledir: "Kıyamet koptuğu gün günahkârlar (dünyada) ancak pek kısa bir süre kaldıklarına yemin ederler. İşte onlar (dünyada da haktan) böyle döndürülüyorlardı. Kendilerine ilim ve iman verilenler şöyle derler: Andolsun ki siz Allahın yazısında (hükmedildiği gibi) yeniden dirilme gününe kadar kaldınız. İşte bugün yeniden dirilme günüdür. Fakat siz onu tanımıyordunuz." Evet. Kur’an-ı Hakîmimiz ilerde yaşanacak bu hâdiseyi musırrane naklediyor. Elbette burada da okumamız gereken bir hikmet var. Görmemiz gereken kanun var. Hatta birçok sır var. Allahu’l-a’lem kaydıyla deyivereyim arkadaşım. Benim kalbime geleni şu: Nâslardan uzaklaşmak insanın kendi göreceliliğine daha fazla kapılmasıyla/savrulmasıyla sonuçlanıyor. Kendi göreceliliğine kapılmaksa en nihayet algıda bozulmalara yol açıyor. Hatta bir noktadan sonra insan sanrılarını hakikat saymaya başlıyor. Bunlardan bir kısmı varlığı dahi hiçliğe atacak kadar ileriye gidiyorlar. Nihilistleşiyorlar. Çünkü bu kadar çok/sık farklı renklere bürünenin hakikatte bir vücud sahibi olamayacağını düşünüyorlar. Anarşiyi/kaosu içselleştiriyorlar.
Güzel ahlakın yaslanacağı bütün direkler devriliyor. Menfaat herşeyin rengini andan ana dönüştürüyor. Siyah beyaz oluyor. Düşman dost oluyor. Çünkü yukarıda bağlayıcı otorite kalmıyor. Ancak nâslara inananlar ayakta durabiliyorlar. Göreceliliğin imtihanından değişmeyenlere tutunarak kurtuluyorlar. Değişmeyenler nedir? Değişmeyen evvelemirde Cenab-ı Hak’tır. O böyle kusurlardan münezzehtir. Şeyler daha fazla kemale erebilmek için, yani önceki hallerinde eksiklikler olduğu için, ileriye doğru değişebilirler. Ne bileyim: Diksiyonlarını düzeltebilirler. Üniversite bitirebilirler. Saçlarını kestirebilirler. Fakat Allah için kusurlu/eksik bir halden bahsedilemez ki sonrasında değişip onu gidersin. Hâşâ. Sonsuz kemalde olan Allah için böyle bir ihtiyaçtan bahsedilemez. O halde normlar normu, hakikatler hakikati, doğrular doğrusu ancak Onun yed-i hikmetindedir. Beşerin bunlara ulaşarak kendi görecelilik selinden kurtulması da yine Onun keremiyle olur. O lütfederse nebiler gönderir. O lütfederse vahiy indirir. O lütfederse vicdanları sızlatır. O lütfederse bizi ’bir’ler.
Mezkûr ayetlerde kâfirler imtihanın süresi hakkında diyorlar ki: "Ancak pek kısa bir süre kaldıklarına yemin ederler..." Peki mü’minler ne cevap veriyorlar: "Andolsun ki siz Allahın yazısında (hükmedildiği gibi) yeniden dirilme gününe kadar kaldınız." Yani onlar zamanı tartarken dahi sanrılarına değil nâslara başvuruyorlar. Kendi algıladıklarına değil Levh-i Mahfuz’da yazılı olana dayanıyorlar. Ona atıfta bulunuyorlar. Doğruya böylece isabet ediyorlar. Öncekiler bu sırrı ıskaladıkları için zaman algıları bozuluyor. Saate bakmadıkları için tahminleri yanılıyor. Bugün mü’minler olarak biz de bunu yapıyoruz. Elhamdülillah.
Tarih boyunca müslümanlar zaten hep bunu yaptılar. Allah’a tevekkül ettikleri her yerde nâslardan öğrendikleri bir marifete yaslandılar. Hakka ibadet ettikleri her şekilde nâslara dayanan bir fıkıhla amel ettiler. Gündelik yaşamda gözettikleri her edepte bir nâsın ellerini öptüler. Evet. Biz bunları yaparken de, işte, yukarıdaki ayetlerde aktarılan sırrı gözetiyorduk. Dünyayı ’göre’mizden aşkın bir sistem üzerine yaşıyorduk.
Demek; bugün bu sistemin parçası olmak istemeyenler; yani birgün mezheplere, birgün hadislere, birgün tarikatlara sataşanlar da; evvelkilere özeniyorlar. Sabitelerin koruyuculuğundan soyunuyorlar. Ne için? Görelerine sözde bir özgürlük kazandırmak için. Fakat normlardan soyunmuş bir görecilik anarşiden başka ne doğurur ki? Trafik kuralları olmadan yollar ne hale gelir? Hangi can güvende kalır? Hangi araba menziline erer? Hiç. Hiçbirisi. Asla. Bu nedenle o kadar çok modele, renge, aksesuara ve daha bilmem nelere rağmen trafiğin yalnız ’bir’ sistemi var. Herkesin ittiba etmesi gereken yazılı kanunları var. Evet. Bu kanunlara uyuldukça farklılıklar güvenilir hale geliyor. Yüz kilometreye birkaç saniyede çıkabilenler dahi şehir içinde hadlerini aşmıyor. Durması gereken yerde duruyor. Beklemesi gereken vakti bekliyor. Yoksa cezasını çekiyor. Yani herbirisi başka bir âlem olan şoförlerin ’hepsinin üstünde olanı’ kabul etmesiyle başlıyor bu iş. Herşeyin Fatiha’sı böyle. Biz cümle âlemler Rabbinin aynı Allah olduğuna imanla başlıyoruz. Onlar da otoriteye imanla.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.