İNSAN, HER ZAMAN NİKAH ŞAHİDİ OLMUYOR Kİ....
İNSAN, HER ZAMAN NİKAH ŞAHİDİ OLAMIYOR Kİ..
Milliyette bir sayfa açmıştım, abu supuk yazılara yaptığım yorumların hepsini yayınlıyor, gerçek haberlere yaptığım yorumların hemen hiç birini yayınlamıyorlardı; bende kızdım bir daha yorum falan yapmıyorum dedim, dedim de sanki çok da umurunda milliyet’in.
Artık hiçbir yere ne şiir, nede yazı yolluyordum, kendi kendime küsmüştüm anlayacağınız.
Biz de çok söylenen bir atasözünde olduğu gibi ‘’Ayu meşeye küsmüş, meşenin bundan haberi yok’’ gibi..
Aniden çalan telefon elimi ayağımı birbirine dolandırmıştı. Arayan arkadaşımdı ve ‘’benim nikâh şahidim olur musun?’’ Diye soruyordu bana. Arkadaşıma, tabi ki olurum dedikten sonra, döndüm salona şöyle baktım, salon da tek bir müşteri yoktu, ben tek başıma oturuyordum. Saat ikiye geliyordu.. Serkan evdeydi, Gökhan da dershanede. Hemen evi aradım, telefon çalıyordu ama telefonu açan kimse yoktu. Serkan’ı biliyordum kulağının dibinde top patlatsa duymazdı. Telefon da zaten başının ucundaydı, ya gerçekten de duymuyordu, ya da duyuyor da inadına açmıyordu,belki de telefonun fişini çekmiştir arada sırada bunu yapıyordu çünkü.. Nasıl bir telaş sardı beni, heyecandan her yerim titriyordu.
Arkadaşım aradığında saat bir buçuk tu, ona biraz kızdım neden? Bu kadar geç aradın, Nikâh kaçta başlayacak peki? Diye sordum.
Arkadaşım, ‘’nikâh üçte, Kadıköy evlendirme dairesinde olacak’’ dedi
Ya bu saate mi aranır insan? Tamam, geleceğim de şu an kafe de kimse yok yalnızım. Çocuklara ulaşabilirsem nikâha yetişmeye çalışacağım dedim arkadaşıma. Zaten telaşlı panikatağın tekiyim, iyice her şeyim karıştı ve karmakarışık olmuş, adeta birbirine düğümlenmiştim.
Tam o sırada bir müşteri geldi ve kamera aracılığıyla Fransa da bir akrabasıyla konuşacaktı.
O müşteriyle birlikte, Serkan’ı beklemeye başlamıştık ki, başka bir müşteri gelmiş bilgisayar fiyatı soruyordu bana..Bir yandan zaman hızla akıp geçiyordu ve ben hala kafe de oğullarımdan her hangi birisinin gelmesini bekliyordum. Oğullarımdan biri gelecek, ben eve gideceğim üstümü değiştirim Kadıköy evlendirme dairesine nikâha yetişecektim, yok canım daha neler… bu mümkün değildi.
Neyse ki Gökhan erkenden gelmiş ve ben de derin bir nefes almıştım. Arkadaşıma, yetişemem gelemiyorum diye telefon açacağım ama telefon numarasını unuttum. Aklımda kalan numarayı tuşluyordum ama başka birisi çıkıyordu karşıma.. Bu iş böyle olmayacak, Gökhan’a yapacaklarını bir çırpıda sıraladıktan sonra, ben çıkıyorum nikâha yetişmem lazım deyince. Gökhan,’’ günün bu saatinde, hem de hafta içi nikah mı olur’’ dedi.. Olmaz ama oldu işte, üstelik nikâh şahitliğini de ben yapacağım. Biliyorsun her gün nikâh şahitliğine çağrılmıyorum, bu nikâha yetişmem lazım dedim ve hızla çıktım iş yerinden
Ne yapacağım?
Nikâhın başlamasına bir saat kalmıştı ve ben daha yoldayım, eve gidiyordum.
Önce eve gidip üzerimi değiştirecek, ondan sonra da nikaha yetişecektim..Yaparım ben bunu; nikaha da yetişirim deyip uçarak eve vardığımda ise,Serkan henüz kalkmış üzerini giyiniyordu. Bir yandan ona bağırıyor, bir yandan da telefon defterinde arkadaşımın telefon numarasını arıyordum, arkadaşımı arayıp, evden çıkıp çıkmadıklarını öğrenecektim…
Öte yandan da ne giyeceğime karar vermeye çalışıyordum.
Arkadaşımın nikâh şahidi olacağımdan haberim olmuş olsaydı, en azından kıyafetlerim dolapta hazır olurdu. Böyle aniden olunca insan bilemiyor ki ne giyeceğini, hele de biz kadınlar için o kadar kolay mıydı hazırlanıp evden çıkmak…,üstelik hayatımda ilk kez nikah şahidi olacaktım, bu az şey miydi?
.Bir hafta önce gardolapta ne var ne yok bakmış hepsini yıkamış, hepsi de ütüsüzdü. Ütü yapacak zamanım yoktu, o arada aradığım telefon numarasını bulmuş, arkadaşımın evini aradım henüz evden çıkmamışlardı. Arkadaşım‘’Elli dakika kaldı, hadi çabuk ol’’ diyordu bana. Bu saate mi aranır haber verilir? İki ayağımı bir pabuca soktun deyince.
Arkadaşım. ‘’Dayımı aradım dayım gelemedi, bankadan ayrılamam deyince, o an aklıma sen geldin’’ dedi.
İyi ettin beni aradın, zaman çok dar ve benim elim ayağım birbirine dolaştı, deyip hemen- hemen ayni sözleri tekrarlıyorduk karşılıklı olarak. Bir yandan konuşuyor, bir yandan da giyeceklerimi hazırlıyordum.
Saat iki olmuş, iş güç sahibi olan insan bu saate kadar nasıl yatabiliyor? Bu saate kadar, insan nasıl yatar ya…, yatılır mı hiç? Serkan’a, sen korkaksın, senin hiç cesaretin yok, sen tembelin tekisin. Tembel insanlar senin gibi boşa hayal kurar, sonra da o kurduğu hayallerin gerçek olmasını beklerler; tembelin tekisin işte.
Hazır sana destek veriyorum, sen de bunu fırsata çevir değerlendir, atılım yap. Hangi ana çocuklarına bu kadar destek verdi, hangi ana bütün parasını harcayıp çocuklarına iş yeri açtı? Bir yerden başla artık. Önce işine sahip çık, sonra da erkenden işinin başına gelmen yeterli olacaktır. Yeter- yeter artık uyuduğun, iki yıldır sadece uyuyorsun, dedim, ama sadece dedim. Serkan, hiçbir şey demeden, kapıdan çoktan çıkıp gitmişti bile.
Ben, bir o kıyafet, bir bu kıyafet değiştirip duruyordum, oh nihayet birine karar vermiştim. Gene pantolon giyecektim, giydim de. Saçımı taradım ama saçım şekil almıyordu tarağı çekince hemen dağılıyordu saçlarım. Evde ne limon nede jöle vardı. Saçım dalgalıydı, beyaz olması şimdilik sorun değildi ama çok bakımsız olması beni rahatsız ediyordu. Şöyle bir düşündüm, en son ne zaman kuaföre gitmiştim? Hatırlayamadım. Saçımı yeniden ısladım toplayarak bir şekil yaptım ve evden çıktım, minibüs yoluna inip minibüs beklemeye başladım. Minibüs gelmiyordu, gelenler de dolu geldiği için almıyorlardı. Daha şimdiden ayakkabılarım topuklarımı vurmuş nasılda acı çekiyordum…
Minibüs gelmiyor, gelenler de dolu geliyor, ne olur yürürsem, nikâh salonu şurası zaten deyip yola koyuldum, yürümüyor adeta havada uçuyordum, topuklarımın acısını ise hiç duymuyordum. Nikâh dairesinin önüne geldiğimde ise, çıkışta birkaç kişi vardı ama girişte hiç kimse yoktu. Görevli sandığım bir iki kişiye sordum bu kapı kapalımı diye?
Onlar da, ‘’yok açık’’ dediler
İyi ama neden kimse yok? İçeriye girdim, hiç kimse yoktu, bir kapıdan girdim, öteki kapıdan çıktım. Eyvah, kaçırdım nikâhı diyerek dolanmaya başladım. Ne çabuk geldiler, üstelik nikâhı kıyıp gitmişler bi de… Yok, o kadar da geç kalmış olamam,en azından çıkarken görmeliydim, nikah bu kadar çabuk mu bitiyor?. Hay Allah, nikâhı kaçırdım deyip nikâh dairesinin bulunduğu alanı dolaşıyordum, o kadar geç haber verirsen olacağı da buydu işte, dedim ve gelinin gireceği kapıdan içeriye daldım, kimseyi de tanımıyorum, kime ne sorabilirdim ki?
Ben orada öyle gezinirken bir de baktım ki damat adayı karşımda durmuş bana bakıyor. Oh nihayet birisini gördüm, demek ki geç kalmamışım. Yanına gittim onunla tokalaştım, o da benim gibi gelini bekliyordu zavallı.
Damat adayına, Nerdeler? Diye sordum
..’’Henüz gelmediler’’ dedi damat adayı.
Ya nasıl olur? Ben onlardan önce nasıl gelebildim? Bi anda haber alınca elim ayağım dolandı nasıl hazırlandığımı hatırlamıyorum; bunlar nasıl gelemezler, olur şey değildi. Ben, haketten de uçarak gelmiştim Nikâh dairesine.
Damat adayı elini omzuma koyarak, gel seni annemle tanıştırayım dedi ve beni dışarıda duran, annesi, ablası ve kız kardeşiyle tanıştırdı. Kız kardeşi hariç, ötekiler sanki köyde, çeşme başında sırasını bekleyen kadınlar gibi sıradan kıyafetleri vardı üzerlerine..Bizler, köyde bile çok daha özen gösteriyorduk üstümüze başımıza. Ama çok sıcak, çok içten samimi insanlardı. Üstelik benim nikâh şahidi olmama da çok memnun olmuşlardı.
‘’ İşte nihayet geliyorlar’’ dedi damat adayı, sonra da saatine baktı, ‘’ancak mı gelebildiniz?’’ diye sordu
Arkadaşım ise salına- salına, yüzünde alaycı bir gülümsemeyle, kendi nikâhı değil de, her hangi bir nikâh ’’şuradan geçiyorduk ne var diye merak ettik bi bakalım dedik’’, havasındaydı. Damadı ve de ailesini görünce suratı değişti, o an herkese saldıracakmış gibi bakmaya başladı. Küsmüş, kırılmış bir duruşu vardı arkadaşımın. Sonra bana baktı, zoraki de olsa gülümsedi kucaklaştık. Gelin adayı nikâhına, babası, kız kardeşi bir de yengesiyle birlikte gelmişti. Gecikmelerinin sebebi, onlar da benim gibi minibüs beklemişler, minibüs gelmeyince bir taksiye binip gelmişlerdi. Gelin adayının annesi geride kalmıştı, çünkü taksi beş kişilikti ve altıncı kışı olarak anne binememişti taksiye, bu yüzden geri kalmıştı ve şansına boş bir minibüs gelirse o minibüse binip gelecekti.
Damat adayı, ‘’hadiyin zaman geldi geçiyor şimdi çağırırlar’’ dedi
Gelin adayı,’’ annem gelmedi, annem gelmeden asla olmaz;
Annem, taksiye yer yoktu o yüzden arkada kaldı’’ dedi.
Madem öyle oldu hepiniz kalsaydınız ya, bir şey değişmedi ki sizin gelişinizle, dedim.
Damat adayı bizi nikâhın kıyılacağı salona götürdü, ama kızın annesi gelememişti.
Kızın babası, nerde kaldı diyerek eşini aramak için dışarıya çıktı, öteki kapıdan kızın annesi içeriye girdi, bu kez de baba yoktu ortalıkta.
Baba nerde?
Gelir- gelir dediler. Nihayet nikâh memuru gelmiş bizi nikâhın kıyılacağı masaya çağırıyordu.
Ben neden? O kadar heyecanlanmıştım, bir türlü anlayamadım. Gelin adayının hiçbir şey umurunda değilmiş gibi davranıyordu. Nikâha gelişi de nasıl bir gelişti onu da hiç anlamamıştım zaten…
Kız, kendi ailesinden üç kişiyle birlikte nikâhına gelmişti, ne damat adayı, nede damadın her hangi bir yakını vardı kızın yanında. Okadır düğün görmüş, o kadar nikâha katılmış birisi olarak böylesine ilk kez rastlıyordum..
Ben kendi nikâhımda, buzdan bir heykel olmuş, uyurgezer gibi dolaştım, etrafımda olup bitenlerden haberdar olmayan bir ruhtum... aynı durum düğünüm içinde geçerliydi.
Nikâh memuru konuşmayı uzattıkça uzatıyordu, bir ara konuşması hiç bitmeyecek sandım. Parmağına baktım, parmağında yüzük yoktu. Acaba bekâr mıydı bu adam? Eğer bekarsa hiç de fena birisine benzemiyordu hani..Adam haklı, benim gibi bir kadın karşısında ne yapacağını şaşırdı zavallım... Bu işin şakası tabi ki de ama memur konuşmasını gerçekten de çok uzatmıştı, herkes şaşırmış birbirine bakıyordu neler oluyor diye? Hani desem gelin çok güzel, damat çok yakışıklı, aile alımlı ya da kalabalık, yok böyle bir şey. Herkes çok sıradandı, hatta çok sıradandı ama memur o masadan sanki kalkmak istemiyordu.)) Bu söylediğim şaka ya da abartı değildi.
Bizler, çekilen resimlere bakıp bize ait olanları ararken, Nikâh memuru, bizden sonrakileri ardı ardına çağırdı. İnsanlar, aa baksanıza memur onlara hiç konuşma yapmadan çar çabuk nikâhı kıyıp yolluyor, neden bizim nikâhta o kadar uzun konuştu acaba? Dediler.
Nikâh bitmiş, arkadaşım resmen evlenmişti. Hemen herkes gözyaşlarına boğuldu ve birbirlerine sarılarak tebriklerini sundular. Akan gözyaşları sevinç gözyaşlarıydı tabi ki de.
Resimler alındı paylaşıldı, bende bana ait olan bir resmi aldım günün anısına olarak
.Hiç de fena çıkmamıştım resimde, memur, konuşmayı uzatmakta haklıydı aslında, kendi kendime tebessüm ettim.
Nikah bitti, resimler alındı herkes nikah salonunun bahçesinde toplandı ve bundan sonra neler yapılacak ona karar vermeye çalışıyorlardı..Damat bana bakarak, ‘’ bu sabah iş yerinden, kendi nikahıma gelmek için zor izin aldım, alamadım da’’ dedi.
Damat:’’ İş arkadaşlarıma, bu gün benim nikâhım var evleniyorum dediğimde herkes, yok, çok iş var bir yere gidemezsin dediler bana’’ dedi ve garip bir bakış attı oradakilere ve de eşine…
‘’Nasıl gidemiyorum, size bu gün benim nikâhım var diyorum, onlar bana, nikâhın varsa var bize ne dediler. Ben de onlara, işte atarlarsa da atsınlar ben gidiyorum dedim ,kapıyı vurdum çıktım’’derken sanki çok büyük bir olayın altına imza atmış gibi anlatıyordu olayı....
Ben ise şaşkın -şaşkın damadın yüzüne bakıyordum bu ne diyor, diye.
Sen bugün iş yerinde miydin? Diye sorunca..
Damat, ‘’Evet, sabah iş yerine gittim izin almak için, yoksa kız neden tek başına gelsin nikâha, gider ben alırdım; iş yerinden de direk buraya geldim bu yüzden biraz geciktim’’ dedi…
İnsanın inanası gelmiyor dimi? Damat sabah kalkar kalkmaz işe gidiyor, kız ise, babası ve de yengesiyle birlikte bir taksiye atlayıp kendi nikâhlarına geliyorlar. Damada iş arkadaşları, yok, olmaz, çok iş var bir yere gidemezsin demişler, şaka gibi değil mi? İlk başlarda arkadaşları damada bir şaka yapmışlardır diye düşündüm ama şaka değilmiş. Damat, halı toptancılığı yapan bir firmanın depo sorumlusuydu.
O günde fazlasıyla halı siparişleri gelmişti ve bu işin sorumluluğunu diğer arkadaşları almak istememişler. Burası özel sektördü ve bir de devlet dairelerine bakın hele, sanki babalarının çiftliği gibi oldu buralar.
İnsanlar, ne yapalım diye konuşurlarken, ben damatla geline, gidin gezin, dolaşın, buradakileri düşünmek size kalmadı, onlar bir şeyler yaparlar mutlaka… hele siz aradan bir çıkıp gidin de, gerisi hallolur nasılsa ,dedim..
Arkadaşım ‘’işimiz bitmedi ki; daha gelinlik alınacak, gerdanlık alınacaktı onu da alamadık, çünkü altın çıkmış iki katına, dedi..
Şu an bunları düşünecek zaman değil, boş verin, gidin dolaşın kendinizi şöyle bir toparlayın, yarın sağlam kafayla düşünür halledersiniz, ben de bu arada Satıyla’ kaçayım dedim.
Satı gelinin kız kardeşi.. Orta boylu, zayıf sakin görünüşünün altında çok sinirli bir yapıya sahipti ama sır küpü ve çok sadık bir kızdı. Satı, iki şer yıllık olsa da iki üniversite diploması almış, Bir yıl bilgisayar kursuna gitmiş oradan da bir belge almış, şimdi de İngilizce kursuna gidip oradan da bir başka belge alacakmış…
Yani, toplamda dört diploması olacakmış ama hala daha bir iş bulup çalışmış değil, bulamaz da.
Satı’ya, ben bu gün iş yerine gitmiyorum, Kadıköy yakın ve arabaya binmeye değmez, hem yürür, hem de sohbet ederiz, senin de işin yoksa tabi ki de… İşin olursa da olsun, aman canım boş ver, işler her zaman olur ama bu günü her zaman yakalayamayız, hazır bulmuşken bugün seninle biraz dağıtalım, dedim
Satı’da,’’ olur, dağıtalım’’ dedi.
Benim karnım acıktı, ne yeriz? Diye sordum Satı’ya
Satı, o her zamanki sakinliğiyle’’ benim karnım aç değil, yedim de öyle çıktım evden’’dedi
… Hı-hı yediğin çok belli, rüzgâr değil, ben üflesem uçacaksın, ama ben açım, önce bir şeyler yiyelim, daha sonra da, bak kıyıdan tekneler kalkıyor, bir de boğaz turu yaparız seninle olmaz mı? Boğaz turunu hep istiyordum ama bir türlü gidemedim, yalnız olmuyor, yalnız hiçbir şeyin keyfini çıkaramıyor insan, iyi oldu be, bak seninle gideriz eğleniriz,heyt, gün bizim, güneş bizim, kim tutar bizi dedim bir de nara atar gibi güldüm.. .
Satı da, tamam, olur, sen ne dersen o olsun’’ dedi.
Kıyıda, vapurların yanaştığı iskelenin hemen yanındaki bir büfeye yaklaştık, bir buğaça, bir tost, iki de su aldık; nasılda pahalıydı, neyse yapacak bir şey yoktu.
Sonra boğaz turu yapan teknelere yaklaştık, ama biletler bizim düşündüğümüzden çok daha pahalıydı. Aslında o paraya değerdi ama o gün benim canım hiç para harcamak istemiyordu ve para da kısıtlı olunca gitmekten vaz geçtik. Satı da zaten para yoktu, onun da biletini ben alacaktım, yani evde ki hesap çarşıya uymadı açıkçası.
Aldıklarımızı bir ağacın gölgesinde oturduk ve yedik. Bir yandan da uzun uzun sohbet ediyorduk. Teknenin gelişiyle biz kalkmak zorunda kaldık. İlerde bir park vardı ve bir süre o parkı aramış sonunda bulmuştuk. Bulmuştuk ama oturacak yer yoktu. Kadıköy meydanın da tek orası kalmıştı oturulacak yer olarak. Her yeri yıkıp otopark yapmışlardı. Daha ilerde sahile yakın bir park vardı, o güzelim ağaçları da kesip yerine yollar, duraklar yapılmıştı. Dolmuşlar bekliyordu ağaçlar ve çay bahçelerinin yerinde. Buraya, Kuşçular Sokağı deniyordu, her çeşit hayvan vardı buralarda ve her yer ağaçlıktı. Şimdi ise kenarda, suyu sıkılmış limon gibi küçük bir park kalmıştı Halka açık yerlerdi buralar, sanırım yakın bir zamanda halkın uğrayacağı bir yer olmayacak buralar, çünkü neredeyse oturacak yer kalmadı. Çok az yer kalmıştı, tiyatro binasının olduğu çevre ve bir de o park kalmıştı, o kadar.
Gündüz Yavuz
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.