- 541 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Hatıralarda Büyükkışla
Bir bahar sabahı uyansan gözlerinde yeni bir hayat ışığı,yeryüzü olabildiğince parlak,masmavi bir gökyüzü,insanlar gülüyor gülümsüyor.Bütün kederler dertler unutulmuş ne bir gam ne bir geçim derdi,nede sorun yaratan insanlar.Biliyorum ki kulağa hoş geliyor ama şimdilerde ne kadar imkansız olduğunu hepimiz de iyi biliyoruz.
Bu hisler biliyorum ki bir çoğunuzun sadece çocukluğunda yaşayabileceği şeylerdir,birilerince yaşanmıştır da nitekim.Hangimizin huzur bulduğu anılar yoktur ki, Yaradan herkesi de gamla kederle boğmaz.
O Merhamet eden Rahmet ve esenlik verendir.Anılarımız bizi acısıyla tatlısıyla ayakta tutar bize güç verir.
Bir köy hayatı düşünün gürültüden geçim derdin den uzak bulduğunla yetinir, haline de binlerce kez şükredersin.
Çocukluğumda böyle bir köyde geçti kaygılardan uzak huzur içinde bu bile ne büyük bir nimetmiş meğer insan her şeyin farkına sonradan varıyor.Öylesine güzel öylesine içten ve samimi insanlar vardı ki en kötü insan bile samimiyet kokardı.Güven itimat o güzel zamanlarda kaybolup gitti sanırım.Bırakın senedi sepeti ,ne zaman geri vereceğini bile sormadan para alışverişi yaptıklarını çok iyi hatırlarım . Babam bazen Sadettin Amcaya gönderir git şu kadar para getir derdi. Giderdim sanki sağ cebinden çıkarıp sol cebine koyar gibi çıkarır verirdi sormazdı bile ne zaman verecekmiş diye.Sonra sıkıntı geçince götürür aynı miktarı teşekkür ederek teslim ederdim , karşılığındaki tek söz ise selam söyle babana olurdu.Babamdan gelip alanlar da aynı şekilde olurdu.O dönemde ben daha emanet verilen para yüzünden tartışıldığını ne duydum nede gördüm.Bankaların en kötü dönemi o zamanlar olsa gerek, kimsenin banka kredisiyle işi olmazdı çünkü .Bizim Güzel Eli öpülesi insanlarımız vardı . O güzel insanlarımızdan biri de Halil emmiydi. hep birlikte toplanır bütün çocukları seven , sayan Halil emminin bahçesine giderdik eşi Havva teyzeyle birlikte bizleri misafir eder bahçesinden topladığı meyvelerden ikram ederdi ve başlardı bir şeyler anlatmaya çoğumuz dinlemezdik bile amacımız evin bir köşesine yapılmış tenekeden uçağı seyretmek rüzgar çıksa da pervaneleri bir çevirse diye gözlerimiz ona dikerdik.O pervane dönünce değmeyin keyfimize ne büyük mutluluktu ’aha lan dönüyor bakın bakın hızlandı ’ diye sevinçten birbirimizi itiklerdik .Sonra da meyvelerden yer ellerini öper oradan uzaklaşırdık .Gezilecek ve zaman ayıracak o kadar şey vardı ki, sonra sığır sürüsünü beklerdik hep beraber , sonra yukarı mahalledeki çocuklar da gelirdi, amaç sürü yaklaştığında eşeklere binip yarışmak, bu konuda ben pek iyi değildim ama aramızda kovboy nidasıyla bu işin üstesinden gelecek arkadaşlarımız vardı.yukarı mahalleden gelen çocuklarda da böyleleri vardı ,biz genelde seyirci kalırdık içimizden ve onların içinden bu işin ehli olanlar, en iyi eşekleri seçer binerlerdi ,hangisi uyuz hangisi iyi koşar iyi bilirlerdi.Yarış başlar köprüye kadar kim önce gelirse birinci olurdu bu işinse bir tebriği bile yoktu, kazanan mutlu olur yoluna devam ederdi, kaybeden de bir daha ki yarışı iple çekerdi.Akşam üstü eve gelirdik babam başlardı sokakta sürttün geldin aç bir kitap oku ders çalış demeye. Babam çok çalışkan bir adamdı ,imrenirdim azmine çoğu zaman iş bulamazsa bir yerleri yıkar yeniden yapardı boş durmayı hiç mi hiç sevmezdi.En sevdiğim ânı ise saat beş çayı idi çay demlenir yorgunluk üstüne iyi gelirdi. Çay demleme işini de hep bana verirdi benim içinde bir kaytarma olurdu. Bir keresinde yine bir işler yaparken çay saati geldiğinde abimi gönderdi ocağa çaydanlığı koy gel diye. Bizim kide gidip ocağa çaydanlığı koyup gelmiş.Çay ne oldu gitte bi bak dediğinde ’ben çay koymadım ki ocağa çaydanlığı koydum geldim sadece’ demesiyle kahkahalar koptu. Tabi ki iş başa düştü gittim demledim. Abim biraz kesin komutla çalışırdı bu yüzden olsa gerek.Tarlalar ekilir biçilirdi iş çoktu yapmak iste yeter ki,eskiden hep insan emeğine bakıyordu bunlar ,şimdilere nazaran makineleşme çok kısıtlıydı.Nohut mercimek ekilir harman yerine getirilir.orada günlerce işlemler sürerdi Düven dediğimiz bir araç vardı altında keskin sivri taşlar çakılı olan bir tahta levha eşeklere bağlanır nohut yada mercimek ne varsa o gün o ezilerek taneleri çıkartılır elekten geçirilip torbalanır eve taşınırdı.Kalan samanlar ise hayvanlara yiyecek olarak samanlığa giderdi.Büyüklerimizin anlattığına göre bu işler daha önce de öküzlerle yapılırmış.Biz makineleşmeden önceki son zamana denk geldiğimiz için bunları çok az yaşadık daha sonraları traktörle kapına kadar her şey kolayca gelmeye başladı.Buğdaylar tarlada tırpanla biçilirdi,tırpan fazla savrulunca ayaklara denk gelip kesmesin diye Çıktlık dediğimiz bir süpürge otundan bir bağ yapılır sol ayak üstünde tutturulurdu , babam ve büyük abilerim anlardı o işten .Ben daha öğrenemeden sonraki seneler bu işin yerini biçerdöverler aldı.
Ekinler biçilir ,Anadut diye bir aletle bir yere toplanırdı , üç parmaklı canavar derdik biz ona.Biçilen ekinler dağ gibi yığılırdı tarlanın ortasına,orada en sevdiğim şey ise öğle sıcağında o yığının gölgesinde mola vermekti. suyu ve yiyecekleri yığının gölgesinde muhafaza ederdik .Bizimle birlikte bazen sürüye katılamayan evde kalmış kuzu ve koçları da getirirdik otlasınlar diye.
Bir keresinde yemek molasında abim Koç’a biber yedirmişti hayvancağız delirmiş gibiydi oradan oraya koşuyordu herhalde rahatlayana kadar garibimin dili çok yanmıştı.Güneşin etkili olduğu saat geçince de mola biterdi bu işlemler tarlanın büyüklüğüne göre belki günler sürerdi.hep emeğimiz zâi olmasın derdi babam, onun için de hep son haddine kadar çalışırdı ,terler alnından sanki sel olur boşalırdı.Kendi işimizin arta kalan zamanlarında da arkadaşlarımızın işlerine giderdik amaç bir arada olmakya hani ,işin çok olduğu zamanlar gezemiyorsak birlikte çalışırdık. Traktöre binip pancar sulamaya boru hattı değiştirmeye giderdik sulama için yapılan su birikintilerini korkuyla izlerdik, içinde yılan var kurbağa var diye de korkardık,hepimizde korkak değildik elbette aramızda suyun içine boru tıkandı diye inip ağzını temizleyenler de vardı.birlikte olunca yorgunluk bilmezdik bizden beklenmeyen performanslar sergilerdik babam beni o işte çalıştığımı kendi işimizde görse benle gurur duyardı eminim.Birlikte olmak yada kafa dengiyle iş yapmak,sebebi her neyse iyi gelirdi.Alet edevatlar vardı Yaba,Atkı,Anadut,Dirgen,Çinik,Galbur,Gözer,Tırmık,Bel,Kürek,Kazma,v.s. bunlar çok kıymetli aletlerdi öyle herkese emanet verilmezdi.Babam kimden ne şekilde geleceğini etüt eder ona göre isteyene verirdi.Ben başlarda niye böyle yapıyorsa ihtiyacı olana verse ya diye düşünürken, bunu ancak zamanla bir kaç kere aletlerin nasıl verildiği yerden geri geldiğini görerek tecrübe edinmiştim.Eskiden her şey kıymetliydi anlaşılan,Öyle giyim mağazası falan çok yoktu,babam Boğazlıyan da ki terzisine her sene bir takım elbise diktirir eskiyeni günlük hayatta yenisini özel günlerde ve bir yere yolculuk edeceğinde giyinirdi. Bizi de bazen yanında götürürdü o terziyi hala hatırlarım babamla dürüstlük üzerine bir alakaları vardı bazen bize sahip çıkar babam önemli işlerini halledene kadar dükkanında beklerdik ,bizlere takılır şakalaşır sohbet ederdik. hemen yakının da birde katıkçı amca vardı Kırmızı bir Ford minibüsü vardı içinde ekmek arası satar geçimini sağlardı, çoğu zaman orada karnımızı doyurur,çaman ekmeğinden tut yumurta ekmeğine, ne istersek yapardı sağ olsun.Bazen de babamın parasının bolluğuna denk gelir restorana girer döner yerdik.İnanın onunla ekmek üzüm yediğimizde çok olmuştur,onunla aynı sofrada olmak her yediğini tatlandırırdı sanki. O üzüm ekmeğin tadını hiç unutmadım.Babamdan sonra ne o tada rastladım nede o güzel insanlara.Akşam olur otobüse binerdik muavin rahmetli Atilla abiydi bagajlarımızı alır bizi otobüse bindirirdi.Çok güzel bir insandı Rabbim Rahmet eylesin.Sonra köyün yolunu tutardık yol üstünde Çalapverdi belediyesi vardı nedense insanları hep yolun ortasında gezerdi yıllarca bu hep böyleydi kenara da kolay kolay çekilmezlerdi o civardaki herkes
de sanırım buna alışkındı.Sonra Uzunlu barajına yaklaşırdık ,sanırım ona yakın da virajı olurdu bize her ne kadar eğlenceli gelse de bu durum yetişkinlerin çoğu bulanırdı o bölgede.Evimizin önünde iner aldığımız erzakları güle oynaya taşırdık hanemize.O otobüsün sigara ve mazotla karışık kokusunu hala hatırlarım.Akşam haber saati gelir televizyonun başına geçerdik eski siyah beyaz olanlardan hani koca koca televizyonlardan.Zaping yok bunu beğenmedim değiştirelim falan yok o gün ekranda ne varsa ona seyircisin.Elektrikler giderdi zaman zaman ve babam başlardı Hollanda da yaşadıklarını anlatmaya bir masal gibi gelirdi inanın elektrik her gün gitse de hep babamı dinlesek derdim.Sabah erkenden uyanır yer yatağını sırtlardık hemen işe koyulurduk hayvanları yemlemeye inerdik bizden önce onlar doyardı her zaman. Abimlerle oturur sabah kahvaltısını yapardık onlar okulun yolunu tutardı bende gezmenin.Bir kaç arkadaş toplanır okulun önüne giderdik çok hevesliydim ama yaşımı bekliyordum.sınıfa yakın bir yerden camın önüne geçer fişleri okumaya çalışırdım bir gün Hilmi öğretmen görmüş ilgilendiğimi izlemiş olacak ki kapıya çıktı tuttu kulağımdan bir kaç bir şey sordu sonra git velîni çağır gel seni okula yazacağım dedi, çok sevinip eve gittim söyledim onlarda günü gelince beni okula yazdırmışlardı.Hilmi Öğretmenin sınıfındaydım sert ama çok nükteli biriydi.Aklının yolundan gidersen gözüne girerdin , aklını derse vermezsen de ’Eşşoleşşek hazır ekmek var yen mi’ der çekerdi kulağından.İstiklal marşı okurken ki koro şefliğinde ,salata doğrar gibi bi hareketi vardı o harekete gülmeden edemezdik, ha birde müzik dersindeki çilli horoz şarkısı sanıyorum ki herkesin hatrındadır,Çok iyi bir eğitimciydi. Abim anlatırdı Hilmi öğretmen Beden derslerinde öğrencilerini tarlasına götürür taşlardan bir kule dikip öğrencilere hadi bakalım bunları devirin diye oyun hazırlar ,bir taraftan da tarlasındaki taşları ayıklatırmış, abimler oyun sanarlarmış tabi ,her iki tarafa da gayet faydalı bir spor olduğu kesindir.Okula gidişlerimiz de yine arkadaşlarla toplanarak olurdu ,yol üstünde köye çok sonradan yerleşen genelde yazları gelen Sünnetçi Şakir amca vardı, gelip giderken bizlere takılırdı "Soner Ömer Caner Taner nereye böyle okula mı? gelin bal var kaymak var yiyin "derdi, çocuklarla arası iyiydi meslek icabı olsa gerek.Çok sonraları öğrenmiştim ki bizim Halil emminin kardeşiymiş meğerse.Kendisini daha sonra ki zamanlarda Kayseri’deki evinde de defalarca ziyaret etmiştim, çok hastaydı ekmek almaya bile dinlene dinlene yarım saatte falan giderdi.O haliyle bile sohbetini esirgemezdi bizlerden nur içinde yatsın inşallah.
diyorum ya hep ne güzel insanlarımız vardı bizim diye Birde Halil emmiyle Şakir amcanın ablası olduğunu sonradan öğrendiğim Yanık teyzemiz vardı İsmi İkbal di ama vücudunda ki yanıklar sebebiyle herkes ona Yanık derdi .Kocası Çolak emmi de kendisiyle aynı kaderi yaşıyordu kolunun birinin çolak olması sebebiyle onunda adı çolak kalmış olmalı ,halbuki iki tane de ismi vardı Mustafa diye bilinen ismi birde Rıfat diyede kimlik ismi vardı ama bizim köyde lakaplar vazgeçilmez şeylerdi. Yanık teyzemizde tıpkı kardeşleri gibi sevgi ve iyilik doluydu, galiba bu değerler onlara ailelerinden miras olacak ki üçüde sevecen insanlardı. Babaları Ahmet ustayı ve annelerini bilmem ama eminim ki onlarda böylesine güzel olmalılar.Küçükken yerli malı haftası olurdu o dönemlerde meyve de herkeste olmazdı annem Yanık teyzeye gönderir di.O da sağ olsun bahçesinden topladığı ne varsa elma ayva ceviz ikişer üçer verirdi. bizler de onlarla yerli malı haftasına katılırdık.Yanık teyze torunlarını çok sever sırtından bile indirmezdi.Kocası Çolak emmi ise onun kadar konuşkan ve güleç değildi daha az konuşan ve sır dolu bakışları olan biriydi sanki gözleriyle konuşurdu. Bir de köpeği vardı ki aralarından su sızmazdı Çolak emmim nereye oda oraya camiye gider caminin önünde bekler, namazdan sonra birlikte evinin yolunu tutardı, Vefalı bir dost gibiydi hayvanların dilini iyi biliyordu ve çok iyi bir Vetriner sayılırdı, köy yerinde herkes hayvanların sıkıntılarını bile bilirdi ama içinden çıkamadıkları birşey olunca hemen Çolak emmiye başvurulurdu işin uzmanı oydu. saat kaç olursa olsun gelir müdahil olurdu.Bir keresinde gece yarısı doğuramayan bir koyunumuz için onu çağırmaya gittim beraber geldik bir doktor gibi hayvanı kontrol etti. baktı ki kuzu ters geliyor koyun sancıdan ölecek ,bildiğiniz sezeryanla kurtarmıştı.insanlar da vefa vardı, hatır gönül vardı. Çolak Emmiyi de Yanık teyzemide Rahmetle anıyorum. Güzel insanlarımız bitmez bizim ,
Yaşar hocam vardı, Bizler okula başlarken o emekli olmuştu ama ona hep hocamız gibi saygı gösterirdik.Bir gün bahçe sulamak için arkın yollarını kontrol ederken su birikintisinin çok olduğu yerde bir adacık oluşmuştu , bizlerde arkadaşlarla köprünün başında boş boş otururken bizi çağırdı,gelin bakalım çocuklar dedi, hepimiz gittik bize o minik adacığı gösterip ’bu etrafı suyla çevrili birikintinin adı nedir bilin bakalım ’dedi .Kimimiz çamur diyor kimimiz toprak biz bilene kadar sormaktan vaz geçmedi. AğMehmet ada deyince aferimi almıştı, bizde o gün ki dersimizi tabi.Eğitim dört duvarla sınırlı değildi elbette, onun görevi bilinçli nesiller yetiştirmek için faydalı olmaktı. büyüklerimizin anlattığına göre çok sert bir öğretmenmiş özellikle akrabağ olduğu öğrencilere karşı bırakın torpil geçmeyi iki katı bir sertlikle muamele edermiş.Onca dayağa rağmen okumaya yüzü olmayan akrabalarının çocuklarınıda bilir onları o günki derste koyun başı tutturmaya gönderirmiş .O dönemde dayak olmasaydı eminim ki ne yapsa iki lafı bir araya getiremeyen nesiller olacaktı ,ne diyelim elleri dert görmesin mi diyelim bilmiyorum ama onada bi Rahmet dileyelim.Nurlar içinde yatsın.
Hemen evlerinin yanında Emmi vardı ,
Çok fazla hatırlamam ama ondan hep iyi bahsederlerdi,herkesin yardımına koşan ve kimseye yok diyemeyen biri olarak,
Karısı bizi korkuturdu bahçede kocaman beş metre yılan gördüm bahçeye falan girmeyin sizi sokar diye bizde oralarda gezmezdik onlar da göçüp gittiler.Allah Rahmet eylesin...
İsmail emmi vardı ,kimseye bir zararı dokunmaz öyle gölge bir yer bulup şapkasını gözlerinin önüne yıkar başlardı saatlerce uyumaya.En çok kestirdiği yerler meydanda ki bekçi kulubesinin merdivenleri ve evinin orda ki köprünün yüksek köşesiydi. Uykuyu çok severdi hatta söylerler ki damda yine bir gün böyle uyuklarken, evinin önündeki ağaç devrilmiş biraz ötesine farkına bile varmamış çocukları uyandırmış.O ve eşi Rabia teyze de nurlar içinde yatsınlar inşallah.
Az ötesinde de komşusu köyümüzün en yaşlı çınarı Şahri Emmimiz vardı.Çok dünya kelamı ettiğini hatırlamam varsa yoksa beş vakit namazı.Oda o yaşına rağmen arı gibi çalışırdı.Sabahın henüz karanlığında yoldan baston sesi gelirdi o zaman bilirdim ki Şahri emmi sabah namazına camiye gidiyor.Hanımı da kendisi gibiydi ne bir köprü başında nede bir çeşme başında dedikoduda gördüm.İkram sever biriydi bayramlarda kapısını çaldığımızda bizleri önce doyurur sonra şekerlerimizi ikram ederdi.Çok ağır başlı biriydi Şahri emmi de ona hürmetkar davranırdı.Karı koca ocakta kete pişirirlerdi ben ilk gördüğümde çok yadırgamıştım bu durumu çünkü babamdan böyle bir şey hiç görmemiştim hamur işi hep kadın işiymiş gibi gelirdi bana.Şahri emminin hanımı vefaat ettiğinde küçük kıyameti kopmuş olacak ki Hanımının Yanına kendi elleriyle bir mezar daha kazarak bizlere işaret etmişti, ben ölünce beni buraya gömün diyede nemli gözlerle bizleri iyice tembihlemişti.Her mezar ziyaretinde de bizlere hatırlatırdı .Bana öbür tarafta Şahri emmi dünyada nasıl biriydi diye sorsalar, o hep ön saflarda olan biriydi derdim.İki büklüm olana kadar bile o caminin yolunu hiç bırakmamıştı. Tarlasının üstünde bir derede,suyu çok zayıfta olsa akan,kendisinin yaptığı bir çesmesi ve ağaçları vardı.Onu da Eşinide Rahmetle anıyorum.
Mesdiğin memmet,Mestiğin Mustafa,Mestiğin Memiş vardı.Bunlardan en çok köyde kalan Memmet emmimizdi onada Mestik derdik çok şen şakrak bir adamdı türküler mırıldanırdı. torunları yaramazlık yapınca çabuk parlar "Guzum Evladım Gavurun Ermeninin sıpaları niye doğru durmuyorsunuz." diye başlardı kızmaya. Çok iyi bir arkadaşımdı diyebilirim çok sohbet eder şakalaşırdık Karısı Melehat teyze desen o zaten köyün neşe kaynağıydı beni gördüğü yerde çevirir omuzlarına masaj yaptırır bir yandan da havadisler anlatırdı . Falanca şunu yapmış, filancanin kızı şunu sevmiş ooo lafin sözün sonu gelmezdi.Çok güzel de sesi vardı maniler okur deyişler okurdu herkesçe de sevilirdi. Rabbim Onlara da Rahmetiyle muamele eylesin inş. mestiğin Memiş emmi ve Mustafa emmiyse köye çok az gelir giderlerdi . Memiş emminin Karısı Satım teyzeyle balkon sefalarını hatırlarım, sadece ikisi karşılıklı oturur höpürtete höpürtete çay içerlerdi.Memiş emmi uzun iri yarı bir adamdı,Karısı Satımsa çok sert ve katı yürekli bir kadındı. Ne torunlarına karşı nede çocuklarına karşı bir tatlı söz bir tebessümünü hiç görmemiştim.Mestiğin mustafa emmiyse çok sessiz sakin bir adam dı ne zaman gelir ne zaman gider bilinmez di bile.Kapılarının önunde kavak ağaçları vardı ,bizim oturma odamızdan yüksek yerleri görünürdü,rüzgar estikçe bir sağa bir sola yatarlardı,inanın seyrine doyum olmazdı,terapi gibi gelirdi. Bir kaçının üzerinde de karga yuvaları olurdu , rüzgardan düşerlermi acaba diye onları merak ederdim.Rabbim onlarada Rahmet eylesin inşaallah.Mercan teyzemiz dip komşumuz dünyanın en tatlı insanı çok severdim yazları her gelişinde de seviniridim,gelirken bizleri unutmaz mutlaka şekerlerimizi getirirdi. Genelde onun Fare avcısı bendim Eve giren farelere birlikte Fak kurardık. Çok şakalaşırdık abimle balkonda yatarken camına kayısı çekirdekleri atardık çıkardı dışarıya " o naaaz o kim ulaaan" derdi bizde saklanır gülüşürdük.bir gün yine böyle camı taşlarken uyuya kalmışız gözümüzü bir açtık ki Mercan teyze kulaklarımızı tutmuş bizi babama şikayet ediyor o gün son olmuştu.tabi ki unutulana kadar.Çok dut ağacın dan dut ,vişne ağacından vişne kayısı ağacından kayısı yedik Bağlarında kini söylemiyorum bile, herkes yesin helal olsun derdi Rabbim mekanını cennet eylesin inşallah Çok eli öpülesi biriydi.
Hamis Hoca ve Kardeşi Duman amca vardı iki kardeş komşularımız.
HamisHoca diyorum çünkü çok ehli sünnet birisiydi. Bir karış sakalı vardı çok konuşmazdı bir mobileti vardı Karısı arkasına biner birlikte köye gelir giderlerdi.İsraftan çok korkar sadece bir tas suyla abdest aldığını söylerlerdi.Duman amcaysa şeker gibi tatlı dilli biriydi. Bana hep arkadaş diye seslenir di.Birlikte bazen yıkılan duvarları onarır bezen de yükselen otları koparırdık duvarı örerken şöyle olsun mu dediğim de Babam iyi bir duvar ustası olduğu için, ben bilmem ustanın oğlu sensin derdi. Oda mercan teyze gibi bahçesinde ki ağaçların meyvesini dallarını kırmamak şartıyla helal etmişti. Bir tatlı cekirdekli kayısı ağacı birde lezzetli mi lezzetli kayısı ağacı vardı. Bir dut ağacı birde ayva ağacı vardı. Dut ağacı pek bahçeye uyum saglayamamıştı,her seferinde kuruyor kuruyan dallari budaniyor meyve verememeye başlıyordu ama Ayvanın maşallahı vardı, Oturma odamızdan çok kez çiçek açtığını ayvaların büyüdüğünü seyretmiştim .Ayva ağacının kuruyan yapraklarından toplayıp çok çayını demlemişizdir.Soba yanarken üzerinden o çay eksik olmazdı. Rabbim hepsinden razi olsun mekanları cennet olsun.
Arka bahçeden komşumuz Hacı Veli emmimiz ve Karısı Akkadin vardı. Haci Veli emmim beni çok severdi bende onu severdim, koca bir adammışım gibi beni karşısına alır muhabbet ederdi. Bir keresinde babamla Tandır evlerinin üstüne çatı yaptık,bir kaç gün çalıştık en eğlenceli işlerimizden biri de buydu sanırım. Molalarda çay içerdik bazende benle güreşirdi.Beni yıkarsan sana bir çebiş, bir tosun, bi bu evi ,birde Akkadini verecem derdi. başlardık güreşe,beni her seferinde ensemden tutar yere sererdi. bir daha bir daha denerdim ama nafile babam gülerek dediki oğlum sen o kim biliyor musun o bir eski pehlivan sırtı yere gelmez boşa uğraşma dedi. O günden sonra Hacı Veli emmi beni ne zaman görse güreşe varmısın derdi. Çok sonraları hastayken elden ayaktan düşmüş gördüm geçmiş olsuna gittiğim. Hala gülüp varmısın güreşe demişti.Çok duygulanmıştım.Rabbim Rahmetiyle muamele eylesin inşallah. Hacı Emmimiz (Alle ) vardı, Çok beyefendi ve saygı duyulan biriydi çayı iki bardakta soğutarak içerdi .Topal Bibimin kocası Babamın hem eniştesi hemde amcasının oğluydu. Uzun boylu şık giyinir yeleğinin cebinde de köstekli saati olurdu. Bibim çok iyi biriydi bizleri çok severdi Kayseriden gelirken bizlere üst baş getirir öpe koklaya bizlere giydirirdi ,ölüm haberini aldığımızda hepimiz çok üzülmüştük,babamın ağladığını ilk o gün görmüştüm.Bende içeriye kapanıp o günleri ve bana olan şefkatini hatırlayıp saatlerce ağlamıştım. Hacı Emmim (Alle) ise ondan çok sonraları vefaat etmişti yaşı yüze yakındı,Rabbim her ikisinede Rahmet eylesin.
Körkuş Emmi vardı ve eşi Nafuk teyze,
Körkuş Emmi nin kafasinda dikiş izlerini görmüştüm .Babama sorduğumda kafasını devesinin ısırdığını öğrenmiştim İsmi Rıfat idi Şahri emmi ve Emmi ninde amca çocuklarıydı Köye hep bulgur kaynatma zamanında gelirler ,bulgurlarını erzaklarını tamamlayıp bir süre sonra onalarda Kayseriye dönerlerdi. Hallo Dayımız ve İkinci Eşi olan kürtkızı vardı.
Hallo dayı Ağır başlı çokta bonkör biriydi filitreli sigarasını bir özenle içer ,köstekli saat takardi.zamana yenik düşen gözlerinde şişe dibi gözlükleri olurdu.her gittiğimizde bize harçlık verirdi.Eşi kürt kızı bizleri koyun başı tutmaya çağırırdı bizlerde giderdik iş bitiminde bizi hiç boş göndermezdi.Çok iyi insanlardı.Evlerinin az gerisinde Bahattin amcanın evi vardı,
Köyde ilk traktörü olanlardan biriydi bizim bütün tarım işlerine o traktör koşmuştur,Bahattin amcayla babamın derin bağları vardı hem akrabağlık hemde dostluk Bahattin amca çok bilgece konuşur ne söylediğini ağzından ne çıktığını iyi bilirdi.Iyi bir sigara tiryakisiydi Bahattin amcanın birde bakkalı vardı meydandaki dükkanlarda ,çok kez gofret tarttırıp yemişliğimiz vardır ,Bakkal o zamanlar iki taneydi zaten diğeride Demirci Ali nin bakkalıydı. Genelde çocukları yoksa Ali emmi parayı hep şaşırırdı onun para birimi millordu bizim ki lira 😊.Daha öncesinde demirciydi yine meydanda demir ocakları işlikleri vardı. Ben çalıştığı zamanları pek hatırlamam ama abimler körük çekmeye çok gitmişlerdi.O işliğin hemen ön tarafı kahveydi epeycede kalabalık olurdu.Ali abim bez bir torbanın içinde çay bardağıyla çekirdek satar.Azmi abimde boya sandığıyla ayakkabı boyar ,okul sonrası harçlıklarını çıkartırlardı.Milli bayramlarda kahvenin önündeki boş alanda kutlanırdı .Yirmi üç nisanlarda Belediyeden hoparlörlere Neşet ertaş türküleri verilir bütün köy bayrama ortak edilirdi.Kahvenin önüne torenin izlenmesi için sandalyeler dizilirdi.köyün bütün büyükleri de orayı şereflendirir izleyici olurlardı. Ögrenciler bir düzenle yerleşir sırayla şiirler şarkılar yarışlar başlardı .
Kızların haftalarca çalışıp prova ettiği folklor oyunları vardı,içlerinden biri gelin kiyafeti giyer, gelin olur ortaya oturur diğerleri foklor kıyafetlerini giyer tahta kaşıklarını alıp başlarlardı etrafında oynamaya "Hele Meryem meryem kele meryem meryem eller kınalı meryemde gözler sürmeli meryem" diye ve ardından da Türkmen kızı oyunu oynanırdı.Erkekler Çuval yarışı, Suda elma yeme yarışı. Yoğurdun içinde bozuk para bulma yarışı oynardı.Karışık olarakta iğne iplik yarışı yapılırdı.Hepsi herkesçe begenilerek ve eğlenerek izlenirdi.Bütün dükkanlar bayraklarla donatılırdı Kahvenin sırasında Tek in yeri vardı Pıtın Metin ile Rüstem amca tek görevlileriydi.Bazende Tokanın muhammer katılırdı onlara.Bir dükkan yanı da Acar Hacının başında durduğu parti derneğiydi. Sıralı dükkanların alt köşe başı bir dönem yine kahve olduysa da ,bir kaç sene Nezaket Ablamın Kızı Nilüfer Koç tarafından kütüphaneye dönüştürülmüş, bir coşkuyla köy halkına arz edilmişti.Çok da iyi bir etüt yeri olmuştu Başında emekli olan Hilmi hocam duruyordu.İlk giriş yaptığım da çizgi romalar dikkati mi cezbetmişti hemen hemen hepsini okumuştum. Sonra ansiklopedileri merak ettim ve kurcalamaya başladım baktım ki nice derin bilgiler saklı.Neyi merak ediyorsam harflerden ansiklopedileri buluyor onu ögreniyordum Hilmi hocam beni çocuk romanlarına yönlendiriyordu onlardan da okumuştum. Sonraları nedenini bilmediğimiz bir sebeple kapısına kilit vurulmuştu.Bu beni gerçekten çok üzmüştü ara sıra gidip camın görünen yerlerinden içerideki ansiklopedileri dikizlerdim. Belki birgün geri açılır diye ümit ettimsede.O günden sonra hiç açılmamıştı ve bizlerde ümidi kesmiştik artık. Belkide o kilit köyün kaderini çoktan değiştirecekti ama hiç kimse bunun farkında bile değildi. Eğer o gün o kilit vurulmasaydı . Bu gün kuzu kuzu önüne geleni yutup hazmedenlerden değil, Okuyan ,öğrenen ,merak edip araştıranlardan olabilirdik. Hayır işimiz çoktu ama hayırsızımız da çoktu ne yazık ki.Köyümüzde otlamaya giden sürülerin sulanmasi için ve hayrına su içilmesi için yapılmış bir çok çesme vardı.Şahrinin çeşmesi ,bir tepe arkasında Çirçir oluk , kör pınar, kötü çeşme , Esebaan suyu (Havın çeşmesi),
Cennetin pınarı ,
Saminin çeşmesi, Emminin çeşmesi , Hopanın oluğu,Demircilerin çesmesi, Hamisin çeşmesi ,Gunayın Çeşmesi, Yusufun çeşmesi, Hasan Alinin Çeşmesi,Dedenin çeşmesi,Tavukkıran çeşmesi, Soğulcak,Amirin çeşmesi, Cüvezin çeşmesi ,Topcunun çeşmesi,Yukarı oluk , Kösenin çeşmesi Güllü bucak , Dedenin oluğu,Mezarın gözü ,Cahonun çeşmesi,Halil emminin öncülüğundeki Meydan çeşmesi. Ve tabiki de en önemlisi ve en değerlisi Çatma Pınar.
O dönemler de köyümüzde bolca su vardı her yerden sular fışkırırdı,bizlerde ellerimize inşaat hortumlarından parçalar alır ,suların gözlerini bulur boruları yerleştirir , kendi çeşmelerimizi yapardık .Keçiağlının deresindeki kayaların arasında bolca içilebilir su olurdu , Günayın çeşmesinin yakınındaki bakılarda bolca su olurdu. Acar saha dedigimiz okulun yanındaki yapılamayan sahanın orda da kaynak suları olurdu .hepsinde de küçük küçük çeşmeler yapmıştık.Okullar açılınca tenefüslerde arkadaşlara çesmelerimizi gosterir oradan su içirirdik.Okula bir şenlikle gider bir şenlikle dönerdik bazende Perihan abla başlayacak diye de eve koşardık.Bir gün öğle arasında eve giderken arkadaşımın amcası Şakir amcalar veterinerlerle koyunlara aşı yaptırıyorlardı bizde onları seyre dalmıştık ki birden Şakir amca fenalaştı baktık ki dil altı falan geliyor kalp krizi geçiriyordu. Belediyemizin Ford dolmuşu vardı ambulans olarak kullanılırdı bindirip götürdüler Sarı köprüyü geçmeden vefaat ettiğini söylediler,sonra arkasında tam on bir yetim bırakıp gitti belki en küçük kızı ise henüz kucakdaydı sonrası mı hüsran tabi. daha sonra Rahmetlinin oğlu Mustafa bunun acısını ve eksikliğini çok kötü boyutlara taşıyıp tümüyle yoldan çıkmıştı. Ahlâken tamamen bir çöküşün içindeydi saygısız küfürbaz bir çocuk olmuştu,nereden öğrendiğini bile bilmediğimiz kötü alışkanlıklar ediniyor,akıllara gelmeyecek şeyler öğreniyor , bunu da etrafındaki tüm çocuklara aşılıyordu köydeki bütün çocuklar kötü alışkanlıkları ondan öğrenmiştir diye bilirim, sanki şeytanla ortak gibiydi bundan yakın çevresinde olan bende ister istemez etkilenmiştim.İlk sigara alışkanlığını ondan öğrenmiştim mesela yada birinin bahçesine gizlice girip bir şeyler aşırmayı ,anlam verilemez bir şekilde bizi etkiliyor,bu olayları tamamen basite indirgeyip bizlere güzel gösteriyordu. Halbuki ailemizden ahlaken iyi beslenmiş haramı helâli iyice kavramış çocuklardık ama ne yapıyor ne ediyor bizi yoldan çıkartıyordu.İlerleyen zamanlarda evden onunla gezmemem konusunda sıkılama gelmişti.Ben ise Mustafa’nın halini hep babasının yokluğuna veriyordum .Onunla koyun kuzu yaymaya giderdik çay saatlerinde hayallerine, içindeki çocuksu yanlarına ulaşırdım onun bu taraflarına sanki sadece ben kulak veriyordum ,çocuksu tüm yanlarını paylaşırdı benimle ama bir türlü harekete geçiremezdi, sadece hayallerde kalabiliyordu anlattıkları. Mustafa ile ilgili yasaklar bir tek bana değil bütün çocuklara gelmişti, kendi amca çocukları bile bu uyarıları alıyordu, bazende düşünmedim değil hani onu bu duruma biz mi itiyoruz acaba diye, çünkü onu hiçbir oyuna dahil etmiyorduk o gelince oyun bitiyor dağılıyorduk oda kendince alışmış olacak ki bu duruma, oynatmayacağımızı bildiğinden daha çok direk oyunu bozmaya gelirdi.Hiç top oynamayı bilmezdi mesela,çünkü onu hiç oynatmamıştık , şundan eminim ki bu durumda bizlerinde etkisi çok olmuştur. Mustafa’nın o zamanlardan sonu görünür gibiydi ne yapılsa ıslah edilemiyordu. Zamanla bir çoğumuz onu kaderiyle baş başa bırakıp yollarımızı ayırmıştık.
Hazır oyunlardan da bahsetmişken çocukluğumuzu süsleyen oyunlarımıza da değinmek isterim elbette.
Montak diye bir oyunumuz vardı ; eski bir salça tenekesi bulunur bir yere dikilir belli bir mesafeden elimizdeki kel dediğimiz yassı taşlar sırayla atılır gereken uzağa devrilir sayılmaya başlanırdı Lalempe lulempe kındırabiç kırk üç kırk dört diye devam edilir uzun bir mesafeyse bir kaç kişiyi seçer en son kalan ebe olurdu oda ellerimizdeki kelleri dizer üzerine de o tenekeyi diker saymaya başlardı herkes saklanırdı ebe bizleri ararken birileri yakalanmadan tenekeyi devirir kelleri dağıtır baştan bir daha sayardı bu işlem herkesi bulana kadar devam ederdi işi baya bir zordu yani.En zevkli oyunlarımızdan biriydi diyebilirim.
Car oyunumuz vardı ;iki gurup oluşturulur üçer yada beşer kişi ,büyük bir taş koyar iki tarafta aşağı yukarı üç yüz dört yüz metre arayla karşılıklı iki gurup ayağıyla taştan can alıp koşarak çıkar daha önceki çıkanı yakalar dokunursa onu oyun dışı bırakırdı en son hamle karşı tarafı etkisiz hale getirip onun taşına ayağıyla değmek ve oyunu sonlandırıp yeniden eşleşmek.Hızlı koşanlar hep bu oyunun favorisi olur eşleşmeler buna göre yapılırdı.
Çelik Çomak oyunlarımız vardı ;İki taş kısa aralıklarla bir yere konulur o oyunu kalesi olur,önünde geniş boş bir alan olmak şartıyla tabi.Met dediğimiz iki ucu karşılıklı çapraz kesilmiş bir karış odun parçası olurdu, bunu genelde yaş söğütlerden kesilir dayanıklı olması sağlanırdı,birde ona vurabileceğimiz bir sopa.sopayla met i yukarıya bir hamleyle kaldırır sopayla olabildiğince uzağa vurulurdu.Rakibi eğer havada yakalarsa oyunu kazanır yakalayamazsa düştüğü yerden.kale taşlarının önüne yatay konulan vurma sopasına atış yapar onu vurmaya çalışırdı. Vurabilir ise atış hakkı ona geçer vuramazsa karşılayıcı olarak devam ederdi.Bu oyununda üstatları vardı elbette ama güzel tarafı kızlarda oynardı bu oyunu.
Kozalakla,Cevizle,Gazoz kapağıyla ve Misketle oynanmış birbirine benzeyen oyunlarımız vardı ;Kale derdik ben misketle olanını anlatayım diğer nesnelerle de aynısı oynanırdı zaten.Misketler bir yere dizilir karşı tarafa da bir çizgi çekilir on veya yirmi metre kişi sayısının çokluğuna göre uzaklık değişirdi,iki şer oynarsan herkes ikişer tane dizer beşer taneyse beşer tane dizer karşı çizgiye atış yapılır, çizgiye en yakın atışı yapan ve ona yakın olana göre atış sıraları belirlenirdi.İlk atanın çok kazanma şansı olurdu her zaman ,sona kalan bir taraf seçer söyler dizli misketlerin sağ başı yada sol başı seçerek söyler ,atıcı ona göre atar neresinde vurursa söylenen yöne yakın olan misketleri alırdı ve herkes sırayla bitene kadar atış yapardı.Herkesin elinde enek dediğimiz misketler olurdu bunlar en gözde olanlar yada uğurlu saydığımız misketlerden seçilirdi.Bu oyunu eğer gazoz kapağıyla oynuyorsak da eneklerin içine katı çamur basılarak ağırlaştırılırdı. Bu oyunlarında üstatları vardı.Tokanın Ali,Şakirin Hüseyin,Aşçı Ademin oğlu Ayhan en iyileriydi diyebilirim ,hatırladığım kadarıyla onlar misketin her türlüsünü daha beceri gerektirenlerini iyi oynaya biliyorlardı,daire dediğimiz misket oyunu mesela, atış biçimleri falan farklıydı, tırnaktan atma dediğimiz deyim bence buradan doğmuştur.Rakibin misketini bir mermi gibi kendi misketleriyle vururlardı.Ben o oyuna fazla giremezdim.İşin önemli taraflarından biride kazanılan misketleri koruya bilmekti.Bir define gibi gömen de olurdu çıkarıp çıkarıp sayanda belki hiçbir maddi değeri yoktu ama emin olun çok kıymetliydi elinde bin tane olanlar olurdu Banka gibiydi muamele görür isteyenlere borç misket verirdi . ben daha kimsenin para verip misket aldığını görmemiştim biri üter biri ütülür ondan ona geçerdi işte. Bazıları gaddar oynar ütüp ütülene kadar diyerek oyuna başlar karşısındakinin son misketine kadar üterdi,bazıları da korkak olur bir yada iki el oynarım diyerek başlardı oyuna.Hasılatı iyi olanın kullandığı sevinçli söz Kevmek olurdu.’Nasıl kevdim ama ’diye sevinirdi.Bu oyunun en güzel alanı genelde damlardı her damda bir Lo taşı olurdu sık sık da lolanırdı dümdüz bir oyun alanı çıkardı. Aşağı mahallede İsmail emminin damı, Şakiremminin damı yukarıda da Zöberin Bayramın damı en iyi misket oynanan yerlerdi.Damlardan kovulursakda yol kenarlarında yerler ayarlar oynardık.
Pers oyunu vardı;Çiviyle kişi sayısına göre oynanır iki kişi ise V çizilir ,üç kişi ise Y çizilir,dört kişi ise X çizilir herkes bir ucundan devam eder amaç diğerlerini sıkıştırıp içinden çıkamaz hale getirmektir,diğerlerini sıkıştıran birinci olurdu.
devam edecek...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.