- 742 Okunma
- 4 Yorum
- 2 Beğeni
"Çocuklar hıçkırır anneler ağlar"
“Çocuklar Hıçkırır Anneler Ağlar”
Sekiz çocuklu bir aile olunca meyvenin de dilimle pay edildiği zamanlardı bizimkisi. Tarlaya götürecek azığınız yoksa jokerimiz toz şeker bir büyük tas suda eritilip ekmek peynir eşliğinde altı yedi kişi kaşık sallayarak doyurup karnımızı çapaya devam ettiğimiz yıllar yani.
Sahurda her ailenin zulasında gevretilmiş yufka eğmeği ufalanıp şekerli su ile karıştırılıp bu sefer gevretilmemiş yufkayla avuçlanırcasına lokma haline getirdiğimiz orucu “ufak”la tuttuğumuz günler.
Ekmeği ekmeğe katıktı bizimkisi.
Orta ve lise döneminde iki üç öğrenci ev tutup kaldığımız senelerdi. Ana ve tek mönü küp peynir beş günlük çörek ya da kömbe yanında çay o haftanın da üç öğününe el koyardı eksiksiz.
Hafta sonları köye geldiğimizde rahmetli annemin artırdığı bir köşeye sakladığı elma ya da portakalı yalnıza denk getirip hadi çabuk ye şunu aceleciliği yok mu. Kendi sehmini bize ayırması bizi ne kadar daha yüklenecek bu kadın iç çekmelerime de eşlik ederdi gizliden gizliye.
Cuma okul çıkışı ilçeden köye gelir, pazar ikindi üzeri tekrar yola revan olurduk. Sırtımızda beyaz tehliz torbada beş günlük ekmek küp peyniriyle birlikte. Her defasında yola çıkacağımızda annem ısrar eder sofra hazırlamaya koyulur ben de aynı inatla 2,5 kilometrelik asfalta varasıya acıkacağımı bile bile yemeği yemeden ayrılırdım. Hele de asfalta inince vasıta bulamaz da 12 km yolu da yürüyünce pişmanlığım katlanır da katlanırdı.
O pazar da yine alelacele tatar ocağını yakmış dışı isten kapkara olmuş küpeli tencerede kaynayan yemek bize yetişmek için çırpınıyordu. Ayrılma vakti gelmiş benim sinirimde tepemde olduğu halde annem danışmadan sofrayı bile kurmuş emri vakisini yalvarırcasına yapıpta ben çaresiz sofraya da oturmak zorunda kalmış yalandan bir iki kaşıkla dağ yoluna koyulacak iken. İlk lokmayla beraber o lezzeti, bırakın damaklarımda tüm hücrelerimde hissedercesine koca tabaktaki yemeği siler süpürürcesine tek oturuşta bitirdiğimi bir ben bilirim. Tandırda kaynarken lokurtusundan, ocakbaşını bırakın bütün eve yayılan rayihası beni büyülemişken ilk lokmayla gelen lokum gibi kıvamındaki kuru fasülyenin tadını onca namlı mekanlarda dahi tadamayışımı nasıl unutabilirim ki.
Bizimkisi on iki kilometrelik bir mesafeydi. Çaresiz kalınsa kış bile olsa yürüyerek gidip gelinme lüksümüz vardı. Ya ilde okuyan abimin haleti ruhuyesini empatize edemiyordum o yıllar.
Bu pazar onu yolcu edecektik önce. Otobüs parasını ne yaptıysak bir araya getirememiş hepimiz cep harçlıklarımızı annemde toplamış ucu ucuna gidiş parasını denkleştirebilmiştik. Düşünüyorum da o gittiği yere hadi vardı ne yiyip ne içecek bir iki ay. Okul masrafını nasıl halledecek. Tekrar dönüşte nasıl neyle gelecek 17-18 yaşında birisine bu yük nasıl taşıtılır aklım almıyor şimdi. Ya bu çaresizliği an be an yaşayan annemin iç alemi!
Hacdan gelmiş karşılamaya gitmiştik şehirötesine. Çok sevinmişti. Ayrıldık bir ay sonra bir sabah telefon geldi onu kaybettik diye. Bu kadar sıradanmıydı bu cümle. Yola çıktık beş saat sürecek. Cenazeye bari yetişmek için.
Dönüşte tarihe baktım. Aylardan mayıs ve günlerden pazardı. Hem de ikinci pazar. Sahi şimdilerde bizimkiler hep anneler günü kutlar oldu bu tarihte. Biz mi? Onu o gün kaybetmişiz meğer. Yetmiş yıl kutlamayışımıza inat.
Mekanın cennet biliyorum.
YORUMLAR
Seyit Hamoğlu
Eksikleri de yazsam hiç inanamazdınız.
Eyvallah
Teşekkürler