- 705 Okunma
- 2 Yorum
- 1 Beğeni
Öykü köyü
ÖYKÜ KÖYÜ
Avuçladığı suyu yüzüne vurduğunda gözlerindeki tüm uyku leğene boşaldı. Islak elleriyle takkesini başına geçirdi, seccadesini serdi. Tekbir alıp namaza durdu. Sukunet ile ayetleri okudu. Hasetçinin şerrinden tan yerini ağartan Rabbine sığındı. Selametle ruküye varıp izzetle secde etti. Onurla başını kaldırırken kalbi huzurla doldu.
‘İyyake na’budü we iyyâke nesteîn’ dediğinde nun harfi giderek güçlendi. Fısıltılar istenmeden kalbine misafir oldu. Davetsiz misafirler, doğru harflerle zincire vuruldu. Ev sahibi secdeye vardı. Şeytan acı içinde kıvrandı.
“Ettehiyyatu lillahi el mubarekketüsselawati” diyecekken dili sürçtü. Ağzından el mubareketusselameti çıktı. Ayağı sürçmeyince harfler selametle yerine döndü. Kelimeler korkusuzca biat etti. İşaret parmağını şahit tutup şehadet getirdi. Salavat dualarını okudu. Kunut duasını unuttuğunu hatırlayınca sehiv secdesi yaptı.
Ayakları hızla üşüyünce kendini kötü hissetti. Tesbihatını yatağında yapmak için birden çok nedeni oldu. Dedesinin tesbihini çekerken yıldızlar birer birer kaydı gökyüzünden. “Hayır Allah’ın bizim için seçtiği şeydedir.” dedi kendine. Ölmüşlerine rahmet dileyip ruhlarına hediyeler gönderdi.
Rüyasını çözümlerken hikâyesi kapıyı çaldı. Geçmişe tarihsel olarak bakınca güçlendiğini gördü. Kendisine olan saygısı arttı. Nefsine kibir damlaları indi. Üç defa ‘estağfirullah’ çekti, salavat getirdi. Öyküsel durmayı nasip ettiği için şükretti. Kerahat vakti çıkınca gözlerine uyku boşaldı tekrar. Göz kapakları yorganı üstüne çekti. Başı ve sonu belli olmayan bağrı taşlı yokuş uzaktan göründü. Sonra bir yolcu yaklaştı. Bir o kadar da uzaklaştı. Yolcunun kapkara gözlerinden çatlamış toprağa üç damla keder düştü.
Tekrar uyandığında ömründen geçen saniyelerin ve hücrelerin cenazine katıldı. Yas tutacak zamanı yoktu. Çayını ısıttı, kahvaltısını yaptı. “Yaşamak aceleye gelmez.” dedi mırlayan kedisine. Kedi minnetsizce rızkını yedi. Sonra yavrularını beslemek için barkına döndü. Adımlarını atarken hiçbir zaman nankör olmadığını mırlama gereği duydu.
Salondan dinç bir şekilde minder ve defterini alıp bahçeye geçti. Yaşlı bir kavak ağacının dibine oturdu. Sırtını dayayınca kendini daha güvende hissetti. Çiçeklerin kokusunu haset bir çoban gibi içine çekti. Geç uyanmış genç horozun ötüşünü sabırla dinledi. Sahibi ustalıkla bıçağını biledi. Sarı horoz kendisini bekleyen sondan habersiz olduğu için mutluydu.
Kısık sesle konuşulması için göl başkanına ricada bulundu. Kurbağatörün hazırladığı asvad antlaşması kurbağa başkanlığına sunuldu. Başkan istemeden antlaşmayı imzalayınca nihayet uzlaşı sağlanıldı. Bozguncu taraf olmamak için kısık sesle konuşmaya başladı. Kalemi konuşulanları saygıyla yazıya geçirdi. “Mevsim ilkbahar ve ben köydeyim. En sevdiğim mevsim. Dün biriken tüm çoşkumuzla nevruzu kutladık. Her şey çok güzeldi. Keşke sen de gelebilseydin. Ama merak etme. Senin yerine de ateşin üzerinden atladım. Bugün gene hava çok güzel. Bu güneşli havada davarları dışarı çıkarıyor herkes. Her yerde sesleri yükseliyor. Möler, meler, havhavlar birbirine karışmış. Yeni yumurtlayan bir tavuk ise yumurtasını krizden dolayı acil satılığa çıkarmış.
Kapılar ardına kadar açık. Dışarda çaylar içiliyor. Tosunlar kavgaya tutuşuyorlar. Koşuyorsun ayırmak için. Sonra ayağın kayıyor, çamura düşüyorsun. Kızıp elindeki sopayı yere vuruyorsun. Sopayı yere vurmanla boğanın sana dönmesi bir oluyor. Yapılacak şeyi biliyorsun, boynuzlarını tutup kafasını önüne eğdirmek. Fırsat bulursan parmaklarını burun deliklerine geçir. Yoksa durumlar hiç de iyi olmayabilir. Bu bir oyun da değil üstelik. Yetişene kadar tüm gücünle direnmelisin. Sonunda yetişip hayvanı uzaklaştırmayı başarıyoruz. Çamur içinde kalsan da iyi direnmiştin hani. Hatırlıyorsun değil mi o çamurlu günü.
Aşağı yoldan koyunlar geçiyor. Evinizin aşağısındaki yol işte. Kuzular annelerini arıyorlar bağıra çağıra. Siyah bir keçi sürünün en önünde ‘mee’ydan okuyarak karlı dağlara yol alıyor. Yaylalara çıkmak istediği adımlarından belli. Çoban keçiye vereceği cezayı düşünüyor. Ona koyunmuş gibi davranarak işkencesinde karar kııyor.
Baksana köpekler nasıl da koşuyorlar öyle. Bizimkiler mi? Onlar bağlı. Bırakayım mı? Bırak, onlar da baharı kutlasın mı diyorsun. Tamam birazdan bırakırım da biliyorsun işte… Kavga ettiklerinde birbirlerini kan revan içinde bırakıyorlar. İlla bırak diyorsan da sorun yok hemen bırakayım, hiç farketmez.
Uçsuz bucaksız dağları görüyor musun. Sağ elini şapka yapsan daha iyi göreceksin. Başlarındaki beyaz külahlar ne kadar da yakışmış. Bivoklar çıkmış, çocuklar piçoklara gidiyor ellerindeki uzun çubuklarıyla. Havalar da ısınınca pebuklar da geldiler. Bir tanesi üzerimde şu an pebuk pebuk diye bağırıyor. Hikayelerine bu kadar sadık başka bir canlı bilmiyorum. Ya sen?
Sormayı unuttum, bu arada çayın demli mi olsun? Artık eskisi gibi çay içmiyorum, azalttım. Fazla içtiğimde midem biraz kızıyor bana. Yani fazla eşlik edemeyeceğim sana. Bu sefer de sen eşlik edersin bana, olmaz mı.
Toprak damlı evlerden ticaret kervanları yükseliyor. Kavimler göçü bulutların göçüne karışmış. İpek yoluna bulutlar yoldaş olmuş. Nahır yolu bataklığa dönüşmüş. Çamur, yoldan geçen her şeyin ayağına yapışıyor. Her paçada, her yüzde çamur izi var. Millet sabırsızlıkla yolların kurumasını bekliyor. Uzun zamandır ayaklarında olan çizmelerden sıkılmış herkes.
Her yerde ıslanmış ot kokusu var. Sever misin o kokuyu? Köye ait şeyleri sevilmez mi diyorsun. Komşular artan otları damlara çıkarıyor. Sen de bir tane bağı alsana. Bazılarınınki bitmiş. ‘Sizinki mi?’ Biliyorsun-Allah rahmet etsin- baban tedarikli bir insandı. Ne derdi, ‘Bu memlekette et ve ota dikkat etmek lazım. Yoksa kış ayını ne yapacağım diye düşünerek geçirirsin. En iyisi ne yapacağım dememek için şimdi ne yapmalıyım demek.’ Babamın selamı var bu arada. Bir elinde tütünden sardığı sigarası, öbüründe demli çayı... Kulağının arkasında da yedeği duruyor. Yorulmuş biraz. Gözlerinde yüzyıllık bir yalnızlık var. Evinize bakıyor, eski günleri mi düşünüyor dersin. Babanla oturup saatlerce sohbet ederlerdi çeşmenin orada. Sen de çaylarını doldururdun değil mi. Beraber demliği kurutup bırakırlardı hani.
Bu sene onu en çok istediği şey olan hacca göndermeyi düşünüyorum. Dedemin kederli kaderini paylaşmamalı. En azından olmaması için... Nasip olursa tabi… O da kader işte.
Şahin Bey mi? Dışarıda bağlı. Hacının atını görünce kişniyor, şaha kalkıyor. Ben gittiğimde ipini koparıp peşimden gelmiş. Aramız bazen bozulsa da mesafeyi pek açmıyoruz. Küskünlükler çok sürmemeli. Buraya geldiğinde binersin Şahin Bey’e. İspanya eyeri diyorlar ya ondan bir tane aldım. Damatlığı Şahin Bey’e de çok yakıştı. Diğer atlar kıskanıyor olabilir mi. Bir ara babam Şahin Bey’i satmayı düşünmüş. Kaderini son dakika haberi olarak alan Şahin Bey kederlenmiş, herkese küsmüş. Şimdi gene eskisi gibi neşeli ama. Heyecanı ve coşkusu onu ayakta tutmaya devam ediyor.
Zaman geçtikçe hep bir şeyleri özlüyor insan değil mi. Günler geçtiğinde özlenecek şeyler daha da artıyor üstelik. Bu yüzden hatıra defterini her karıştırdığında biraz daha acı çekiyor insan. Bazen de acı çekmek için defterleri açmalı belki de. Dostlar biraz dertli olmalı.
Oradan oraya da zıpladığımın farkındayım. Ama ne yapayım bir seferde her şeyi anlatmak istiyorum. Aceleciliğimden hiç vazgeçmedim. Sonucunda bedel ödemekten de aynı şekilde. Hergün çay içtiğimde ağzım yanıyor. Asla uslu bir çocuk olamadım gitti. Bunu başaramıyorum, biliyorsun. Bu yüzden beni suçlamamalısın.
‘Kaçta mı kalktım?’ biliyorsun erken kalkarım ben. Senin gibi öğlene kadar uyumuyorum yani. Gerçi bugün biraz fazla kuyuda kaldık da. Yıllarca uyku nimetinden mahrum kalınca kuyunun dibi geç göründüJJ Rüyamın bir yerinde bir bebeğin hıçkıra hıçkıra ağladığını gördüm. Gerisini ise hatırlamıyorum. Mamasının geç hazırlanması ağlaması için en mantıklı neden olsa gerek. Yusuf amcayı da bu sabah yolcu ettik. Biraz duygulandım. Sana vermesi için ona bir kartopu verdim. Erimeden alabilirsen yahut getirebilirse…
Kar taneleri dönüşümlerini tamamlayınca harfler üçer beşer dökülüyorlar. Vahşi harfler boş sayfalarda toz kaldırmadan dört nala koşuyorlar. Dilleri hiç bozulmamış, ağızlarına bir gün bile gem vurulmamış . Sözlerin ayaklarına ne nal değmiş ne de çivi.
Kanallar yeter artık dercesine taşmışlar. Denizlerine ulaşacak damlalar ‘yolu açın’ diye bağırıyorlar. Bir hikâyeye sahip olmak için yarışıyor damlalar. Satırlara ne kadar çabuk düşerlerse yaşama ihtimalleri o kadar yüksek olacak. Bazıları gözlerini açar açmaz buharlaşıyor. Yaşamak için nedenler olması yetmiyor bazen. Yeniden doğmak için ömürlerinden tam sekizbin dörtyüz doksan altı saatin geçmesi lazım. Üçyüz elli dört gün sonra kim bilir nerede ve kimin dünyasına anlam olacaklar. Kederlerini biraz bilirken kaderlerine nerden bileyim, kimden öğreneyim.
Ben bir kırlangıç gibi doğduğum ay ve günde sevemediğim bir dünyaya geldim. Belki de getirildim, onların kaderini ise dediğim gibi… Ölüm dertlerle inerken üzerimize, decelerle iner onların üstüne. Geride kederler kalırken tövbe duvarları yükselir. Sonra ince sıvası çekilir. Ve bir kervan yüklerini toplayıp kaldığı yerden yollara düşer. Dün akşam vefat eden Züleyha teyzeye bir fatiha okumayı unutma emi.
Babanı kaybettiğinde yanında olmayı isterdim, seni yalnız bırakmak zoruma gitse de gücün nedenden zayıf olduğu bir sonuç vardı. Engelleri aşamadım. Emin ol çok üzüldüm. Fakat sözümü tuttum. Geç de olsa bir hatim okudum. O zamanlar elimden gelen buydu. Başka ne yapabilirdim bilmiyorum.
Sonunda sonunu ve başını bilmediğim yeni bir başlangıç çizgisinden topa vurdum. Tek ümit ettiğim topun taca gitmemiş olmasıydı. Belki de vuruşum baraja çarpıp geri dönerdi. Fakat bir olasılık daha vardı. Topun tam doksandan filelerle buluşması. Ceza sahası içinde faul yapılınca sanırım bir penaltı kazandım.
Bahsettiğim öykü kitabı da bitti. Farklı konumlardan aynı yerin fotoğrafını çektiğim bir albüme benziyor. İçinde rüyanda gördüğün sarı çiçekli beyaz çilek yavrusunun hikâyesi de var. Sarı çiçek dünyaya geldiğine hiç pişman değil. Gündüzleri güneşin ve suyun tadını çıkarırken geceleri mışıl mışıl uyuyor. Bu arada gelecek seçimde muhtarlığına adaylığımı koymayı düşünüyorum. Seçimler erkene alınırsa sana haber veririm.
Kendine iyi bak dostum. Hayatındaki sözde özneleri geride bırarak gerçek özneye ulaştığın gün beni arayacağını biliyorum. Tıpkı buraya döneceğini bildiğim gibi. Seni çok özledik fakat henüz değil… Sana tavsiyem sıkıldığında gökyüzünde miskince otlayan koyunları izle ve vahşice koşan atlara bin.
Kitap konusundaki eleştirilerini en yakın zamanda bekliyorum. Baran Dicle’ye ulaşmalı, sakın unutma. Hikâye olmaya layık kelimeler ancak seçilen harflerin öyküsel duruşu ile hayat bulup anlam kazanır. Öyküce yaşamak emeliyle. Unutmadan son bir şey. Bence dünya kupasını Fransa kaldırır.”
Semadan odaya süzülen ışık taneleri Baran’ın ruhunu huzur verici bir aydınlığa bürüp geceye umut oldu. Pencereyi açıp yorulmuş gözlerini gecenin gözlerine çevirince gözler birbiri içinde kayboldu. Ayın etrafına toplanmış yıldızlar dünkü gecelerden daha parlaktı bugün. Hele dolunay o kadar berraktı ki.
“Dünyanın değeri bir dal sigara olmadığı müddetçe hayatın anlamı da bir paket sigaradan fazlası olmaz.” Dedi Baran. Bir öykü kadar kurallarıyla yaşadı. Gurur ve kurguyla yol alırken kimsenin gölgesinde kalmamak için yalnız yürüdü. “Bir harf olarak başkasının anlamı olmamak isterken tek başıma ise bir sesten fazla olamadım.” Dedi kendine.
Acıları bir sigara gibi yakıp içmek için paketinden zaman ve mekânı çıkarıp tutuşturdu Ehmed. Sonra bir izmarit gibi eksildi. Kelimeleriyle zamana savruldu. Şekesiz kahvesini ayak üstü içerken, çayını boş sayfalar içti.
Kendini kuşatılmış bir karanlığın içinde görürken ay ışığına kanaat etmeyip umutla güneşin peşine düştü. Yıldızları da dinlemedi. Sözlerine kulak asmayıp sınırları aşmak istedi. Sonra ilham ve vesveseleri birbirine karıştırdı. Tıpkı isim ve sıfatları birbirine karıştırdığı gibi.
Bir damla yaşadığı gibi düştü gökyüzünden. Öyküsel durdu ve romansı yaşadı. Kendinden başka kimseyi rahatsız etmedi. Ağır adımlarla çaya veda ederken geride unutulacak bir tat bıraktığının bilinciyle yol aldı.
YORUMLAR
Ehmed mîrzade
Hayat kimine göre vasat bir oyun. İlk perdesi burada açılıp son perdesinin örtüleceği günü beklerken…hem.
“Yanıp aşk ile solanlar, sakınmaz, ataşa gelir.” demiş türkünün biri.
Güneş ve aydan ayrılmış o kutlu ateşten atlamak arındırsın bizi de ve kovulsun ruhlarımız tüm kötülüğü.
Nefis bir “öykü köyü” ve nefis bir anlatım. Naif bir kırgınlığın kelimelere bu denli sirâyet etmesi ve ardında okuyucuda bıraktığı huzur.
Çok güzel bir paylaşımdı.Yazan yüreğinize sağlık.
Saygılar ve selamlar.