- 540 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
GUNDİ
GUNDİ
Günlerdir işsizim. Köylüm Yılmaz’ın bekar evinde kalıyoruz. Yan yana iki kanepe orta da bir masa iki sandalye o da bizim hayatımız gibi kırık dökük, tam otursak belki kırılacak. O nedenle yarım oturuyoruz, yarı yaşıyoruz. Babamın yol parası ve harçlık olarak verdiğimi manilerde suyunu çekti. Yılmaz her sabah çok parası varmış gibi aynı soruyu soruyordu paran var mı diye. Sonunda pes etti. Her sabah masanın üstüne en küçük kağıt parayı bırakarak çıkıyordu.
“Bak köylüm büyük şehirler bizim oralara benzemez, şehirliler de köylülere hiç benzemez. Paran yoksa burada sana hayatta yoktur bunu bil isterim.” Dedi ve bu sabah yine her zamanki kapıyı yavaşça örterek gitti. Ben ise onun gitmesiyle ayaklanmam bir oldu. İşsizlik ne kötü şey, insanı yaşama haram ediyor. Yaşamak denen şey çalışmak olduğunu babamın buraya gelirken söylediği sözcükler kulağımda şimdi bir küpe gibi asılı kaldı.
“Evlat diyordu, çalışırken yaşadığını anlarsın. Çalışırken yaşamı anlamlı kılarsın. Belki kattığın şeyler seni bunu anlamaya itecek belki de sana iş yerinin kattıkları.” Demişti.
Ama ben katabiliyor ne de katılabiliyordum. Masamın üstündeki kağıt parayı alarak çıktım yollara her zamanki gibi artık gündelik iş peşine düştüm. Ne olsa yaparım ne verirseniz kabulüm makamında. Şehrin merkezine doğru ayağımda pörsük bir ayakkabı benden yarım metre ileri gidiyor.
Bayırdan aşağıya indim fren yapa yapa. Yolun dibindeki fırının yanından geçiyorum şimdi. Kapısında bir tabloda “ekmek teknesi” yazan siyah tahtada tebeşirlerle çizgiler yatay, dikey çekilmiş bir sayısal veri oluşturuyordu. İçerden mis kokularla birlikte birisi çıktı. Beyaz önlüğüyle çırak çizgiler çiziyordu bir taraftan da ağabey kesene bereket diyordu. “Hayrın hayır ola”yla yolcu etti. Çıtır simit ile ekmek kokusu susam kokusu karışmış beni bırakma burada diye bağırıyordu. Midemde açlığın kuru gürültüsü yine de pas geçiyorum aldırmadan. Kendimi avutuyorum başkalarının günlerce aç kalma hikayesini anlatarak. Bu koku ve gürültülerle ve kandırmacılarla bana benzeyen benim gibi kopukların yeri olan belki bir iş umudunun simgesel yeri olan meydana geldim.
Sabah turfandasıydı şanslı olanlar bugün iş bulacak sevinecekti. Belki bu ben olacaktım, yoğunluk başlamış herkes ileri doğru atılıyor kendini göstermek için arkada bir ses “Kalfa, taş ustası” lazım diyordu o kalın sesli adam. Adamı gördüğümde o ses ondan nasıl çıkmıştı şaşırdım. Ufak tefek ama ses bir filden çıkıyor gibiydi. Biraz da tombul pantolonu askılı kemerle tutturmuş gözünde 10 numara kalın bir gözlük. Doğru kalifiye elemanla açılmıştı gün işçi pazarında. Bizim elimizde ne vardı. Liseden kalma teorik bilgiler.
Uzun boylu birisi -kalfayım- dedi arkasından daha kısa boylu birisi de. Onlara, -ayrılıp gelin bu tarafa- diye ses verdi.
“Duvar ustası yok mu, duvar ustası” diye birkaç kez tekrar etti. Anlaşılan aranan bir işti. Duvar ustası yoktu... Şimdi duvar ustası olmak vardı anasını satayım dedim. İçimden dediğimi düşünürken yanımda cılız kuru bir sarışın adam. Evet duvar ustası iyi de para alıyor... Çok az bulunan çok değerli oluyor ona göre de parası iyi oluyor.
Küçük boylu adama, “Sizin mesleğiniz nedir ki?” dedim.
Adam döndü bana... “Meslek mi? Ben işsizim bir mesleğim olsa böyle kalır mıydım?” dedi.
“Sen de haklısın arkadaşım.”
“Sanırım sen yenisin buralarda. İşi gazete ilanlarından aradım uzun süre. Arıyorum CV istiyorlar. Sonra biz size döneriz diyorlar. Ama bu zamana kadar dönen olmadı ne hikmetse...”
“Beni güldürme yahu... Ne üzerine başvurdun ki?” dedi kısa boylu adam.
“Meslek lisesi torna tesviye bölümü mezunuyum. Metal iş kolunda şansımı denedim daha çok.”
“Boş işler boş. Artık modern tesviye makineleri var. Mühendis verileri giriyor diğer taraftan ürün çıkıyor. Makineleşme o alanı kuşattı. Zor iş bulursun...”
Bende sağ ol ya yüreğimi ferahlattın dediğimde...
“Gerçekler açıdır... Ben de İmam Hatip Lisesi terkim. Şimdi ne iş olsa yaparım diyorum ama elimden de hiçbir şey gelmiyor. Çevirip çevirip aynı kitabı okudum. Hayat başka bir şey yazıyor karşılığını bulamadım.”
Hem konuşuyor hemde gözümüz kulağımız biraz önceki toplama yerinde birileri gelirse koşalım ekmeğimizin peşinden istiyoruz. Bir zaman sonra kısa boylu arkadaş “Bugünlük bu kadar gelen olmaz. Gidip şurada bir çay içelim,” dedi.
Ben hangi parayla çay içeceğim ki onu düşünürken, “Hadi, hadi bugün devlet babadansın” dediğinde Şaşkınlığıma haberin yok değil mi? “Şimdi millet kıraathanesi var. Biz işsizler için tasarlanmış.” deyince bir sevindim deme gitsin.
...
Dışarıda oturduk. “Kardeş adım Sefer. Babamın bu sefer tamam demiş ailenin ilk çocuğu olmamdan kaynaklı bu adı koymuş. Ben hem bir ilkim hem bir yolcuyum. Buranın da müdavimiyim. Arada iş çıkar, boya badana, taşıma, kırma dökme işleri olur. Atlar gideriz yevmiyemizi alır evimize sıcak bir ekmek götürürüz dedi. Aç kalmıyor, tok da olmuyoruz. Aslında yakın zamana kadar düzenli bir işim vardı. Kriz var diye bizi kerizledi işveren. Kapattı fabrikasını yurt dışına gitti. Sanırım Moldavya’da iş gücü daha ucuzmuş oraya gittiği rivayet ediliyor. Ya senin durumun nedir?”
“Benim ad hikayemde senin ad hikayene çok benzer. Ben de Yaşar, benim geçmiş o kadar uzak değil toplamda 15 gündür iş arıyorum öncesi baba parası okul vs derken hayatı sürdürebilir kıldım. Şimdi ise işçi pazarına kadar düştüm bu sürede,”
“Ooo hayli pişeceksin burada.”
“Bizim bu kalfalık ve duvar ustalığı işine el atmamız lazım,” dediğimde.
Sefer, “gerçekten sen çok çaylaksın kardeşim. Kalfalık seneliğin bir birikimi, önce düz işçilik sonra ustalık sonra kalfalık yapacaksın. Bir sırası var. Sen bir ayda uçmak istiyorsun, kanatların bile tüylenmeden...”
“O zaman duvar işçiliğini öğrenmeliyim...”
Sefer bir daha baktı bana. Birde kendine. “Sence bizden bir duvar işçisi olur mu?” dediğinde bana mı kızgındı kendine mi sonra da; “Bizler bildiğin arık ve koruk insanlarız. O beden gücü ister.”
“Yaparız ya iş taşı kesmek biçmek değil mi? Sonuçta onu kaldıracak aletler var büyük olanları onu dert edinme dediğimde. Sen sanki çalışmış gibi söyleniyorsun. İstersen gidelim sahaya gör çalışma temposunu,”
Çaylarımızı yudumlarken... İş bulmak değil iş yaratmanın ya da meslek yaratmanın uğraşısını veriyorum. Başka çıkış yolu bulamadım. “Her şeyi denedim.... iş yok. İş yoksa açsın. O zaman biz iş yaratamayacağımıza göre meslek yaratacağız...”
“Seni inşaat sahasına götüreyim. İş yerinde sahada gör isterim her şeyi ondan sonra karar verirsin artık,”
“O zaman yarın yine aynı yerde takılırız onların arkasına yetişemedik mi, koşarız, yürürüz, varırız yerlerine. Zaten uzak değil... Kuş bakışı 3 km.”
“Bizim adımlarımızla ne kadar olur”
“Bizim için de olsa olsa 5 km bulmaz.”
“Senin orada çalışan tanıdıkların var mı? Sen onu söyle bana.”
“Var, var kalfa bizim oralıdır.”
“Tamam.”
“İnşaat sahasına girişinde bizi sokmazlarsa Recep Ustanın yanına geldik diyeceğiz. Alana girelim gerisi kolay.”
Henüz karkas halinde büyük büyük binaların yanından geçtik. Kentsel dönüşüm bağlamında mahalleyi talan etmişler ya da düzen veriyorlar. Aralarda küçük küçük gecekondular var pencereleri halen tüllü ya da perdeli. Bir yaşam formu varmış gibi görünüyor. Sordum Sefer yoldaşa. Zaten o da benim oraları izlediğime tanık olmuştu.
“Gardaş onların halen hukuki problemleri var. Ama mesele değil an meselesi.”
Nasıl yani diyecektim ki, bu neyi çözecekti ki... Biz de görünen şeyleri örterek geçtik. X inşaatın alanına girdik.
‘X inşaat alanına girmek yasaktır’ Altında ‘lütfen iş elbiselerimiz ve baretlerinizi takınız’ yazıyordu.
Bekçi, “O nereye böyle elinizi kolunuzu sallayarak gidiyorsunuz. Görmüyor musun şurada yazılanları.”
“Biz Recep kalfayı görmek için geldik.”
“Hangi Recep’tir söyleyin buraya çağırayım. Alana giremezsiniz inşaat çok tehlikelidir.”
“Rizeli Recep Kalfa,”
“Ha o bizim Hemşinli olur da.. Bak sen hemşehri sayılırız. Tamam tamam bak şimdi şunları giyin, iki baret yerleştirin kafanıza.”
X inşaat yazan önlükler yırtık dökük harfler silinmiş.
Sefer şöyle bir süzdü beni sonra “Çok yakıştı gardaş, tamamına erdirsin Allah” dedi.
“Gardaş sen ne maceracısın ben böyle şeyler bilmem,”
Girişle çalışan alan hayli uzaktı şose bir yol vardı. Sağında solunda yine yıkık dökük gecekondular.
Sefer, “Şu gecekondu sahipleri ne şanslı”
“Neden ki?”
“Hiç yoktan nitelikli evleri olacak.”
“Bu binalar şimdi nitelikli konutlardan mı oluşuyor?”
Mevcut durumunu düşünürsek. Hem de devletin arazine bir gecede koy ev olsun senin mülkün. Sonra bir gün milli piyango vursun. Yıkılsın evin hem tapulu bir yerin ve de değeri artmış bir mülkün elinde olsun. Güzel değil mi? Bizim pederde altılıda büyük ikramiyeyi kazanmayı beklesin.
“Hayli bilgilisin mülkiyet üzerine. Bu işe ne kadar yakınız?”
Geldik sayılır. Burası bayır bir bölge olunca yer yer istinat duvarlarıyla alan sağlama alınmaya çalışılıyor. Duvar ustaları az olduğundan işte yavaş gidiyor. Müteahhitte bir an önce teslim etmek istiyor. Taahhüt ettiği bir zaman var.
Alana ulaştığımızda bir hummalı çalışma var. Taşlar kırılıyor, düzeltiliyor taşıyor, harçlar dev makinelerle karılıyor. Usta bağırıyor -şu tarafa şu tarafa, şu büyük taşı bu köşeye koyalım Veli Usta.... Burası tam yeri... Diğerleri ise başka bir hengamenin içinde.
Sefer, “Hadi geldik bakalım... Ne yapacağız?”
“Şimdi biz onları uzaktan takip edeceğiz. Eylem ve edinimlerini.”
“Nasıl yani... Recep ustayı görmeyecek miyiz?”
“Yok yok. Adama ne diyeceğiz... Biz duvar ustalığını öğrenmeye mi geldik”
O bilmeyecek bizim bu durumu. Sen şimdi ustaların kullandıkları aletleri söyle.
“Ustam, gönye, Murç, çekiç, mala, eldiven, baret, gözlük bunlar ayrılmaz bir parçasıdır. Yani mütemimcuzidir ustanın.”
“Tamam birde buradaki taşların yapısı nedir? Hangi tür taşları kullanılır. Kayrak cinsi taşlar kullanılmaktadır. Doğal ve yüksek dayanıklığa sahiptir. Çıktığında yumuşak işlendikten sonra hayli sertleşen bir taş çeşididir. Ama burada kullanılanlara da yığma taş diyorlar.”
“Sahi sahi sen duvar ustası olacaksın ya bravo.”
Gardaşım ben sanat okulu tesviye bölümü mezunuyum. Her türlü düzeltme kesme işleri benim işim. Kaldırma, indirme de diğer işçilerin işi mesele yok benim için. Biraz belki zorlanacağım ama bu işi alacağım başka çaresi yok.
Sahada küçük çaplı bir kaldırma indirme yuvarlama işi de yaptık. Hamlandık yorulduk, elimiz çizildi. Şimdi düz pamuk gibi bir el yok karşılarında. Hırpalanmış bir çift el duruyor. İş deneyimiz yok diyemeyiz. Değil mi dedim Sefer’e.
“Yarın duvar ustası işine talibim gel sende yanıma bu işi ite kaka götürürüz.”
Yola çıktık yürümeliyim ama ayaklarım hiç gidesi yok.
Sefer “hadi minibüse binelim”
“Yok, ben biraz yürüyeceğim.”
“Ya öyle mi?”
“Şaşırttın beni. Hadi hadi nazlanma ilk iş günü yorgun argın bu yol yürünmez.”
Bindik taka tuka bir hat minibüsüne. Güzergahtaki en eski araç bu olmalı...
İçeriden kadın bir yolcu, -şoför bey şu klimaları çalıştırsan- dedi.
Şoför çok ukala bir şekilde -hanım abla bu araç doğal klimalı aç pencereleri essin püfür püfür- dedi.
Kadın, “O zaman içeriye toz duman doluyor,” dedi.
“İşte bu hattın yolcularının kaderi burada çizili.” dedi. “Batsın bu dünya” adlı bir şarkı şimdi kulakları tırmalıyor.
Bende “batsın bu dünya” kardeşim... Herkes kurtulur belki bu dertten dedim.
“Yaşa varol abim...”
Müziği sesini biraz daha arttırdı. Şarkı bitmeden ulaştık yerimize.
...
En yakın millet kıraathanesine gittik. Çay ve keklerimizi söyledik. Çay bayat kek ise kalmamıştı.
Sefer’le yarın işçi pazarında değil direk X inşaatının yönetim yerine giderek işçi talep edelim istiyorum.
Zaten iş ilanları kapıda da var. Sorun olacağını sanmıyorum dedim.
“Ya gardaş! sen sahiden mi diyon, bir yerden başlamak böyle bir şey olmalı herhalde.”
“Bizden babayiğit duvar ustası mı var!”
“Bizden iyisi mi var buralarda ki olsa zaten bulurlardı. Bunu değerlendirelim,”
Ayrıldık.
Yılmaz’ın evi uzak değil ama bayıra yukarı çıkmaz zor geldi. Sabah Yılmaz’ın sözleri kulağımda -akşam ekmeğini al- diyordu...
Yokuşu tırmanmadan önce fırının önünden geçiyorum. Akşam ekmekleri çıkmış yine koku içinde. İçeri girdim. “Ekmek Teknesi” nedir diyecektim ki.
Tombalak bir genç üstünde beyaz bir önlük, başında ahçı şapkası gibi Bir şey, suratıma şöyle bir baktı. Sonra gözü ayağıma takıldı. Sanırım ayakkabılardan hareketle, kaç tane dedi.
"İki ekmek alacaktım."
Hemen iki ekmeği bir poşetin içine koyup koltuğumun altına verdi. Para istemediler, çıktım. Arkamdan tombalak oğlan çıktı. Kara tahtadan iki çizgiyi bu kez sildi.
Eve giderken ekmeğin kuru ve gevrek yerlerini bir fare gibi ısırarak yedim. Bana enerji verdi tek odalı bekar evimize ulaştım. Akşam yatak olacak kanepeye oturdum. Bir parça ekmek daha kopardım, yedim. Ne gündü. Yoruldum. Bugün hayatta kalmanın yolunu bulmanın erincini yaşadım. Uyuyup kaldım hemen oracıkta.
“Gardaş gardaş sabah oldu uyan” dediğini duyduğumda.
Panik halinde kalktım. Elimi yüzümü yıkamak için lavaboya yöneldim. Soğuk suyla kendime geldiğimde Yılmaz’a “saat kaç?” dediğimde “sabahın ilk saatleri,” dedi.
Dışarıya baktığımda hava aydınlanmamıştı.
“Gardaş şaka şaka yahu daha akşam.”
“Ya içim iyice geçmiş, yorgunluk beni yatağa bağladı.”
“Gardaş taş mı taşıdın yoksa?”
“Aaaa sen nereden biliyon ki!”
Yılmaz gelmiş çay suyu koymuş. Demlemişti. Masamızda etli pide kokuyordu.
“Çayımız hazır hadi otur şu virane masaya da aç karnımızı doyuralım.”
Masada iki adet ekmeği gören Yılmaz, “banka mı soydun, para da masanın üstünde duruyor.”
Bugün bedava dağıtıyorlardı ekmeği.
“Ooo bedava çay ve kekten sonra ekmekte mi bedava dağıtılıyor,”
“Ne yaptın benim için işyeriyle konuşacaktın ne oldu?”
“Ustaya söyledim. Köylüm iş arıyor ne yapabiliriz diye.”
O da bana “Yaşar ne yapar ki?”
“Yaşamaya çalışır. Benim köylüm...”
O da bana “Gundi’ye iş mi olur” dedi.
“Gundi nedir ki?”
“Sanırım acemi anlamında ya da cahil anlamında mı kullandı bilmiyorum geri dönüp sormadım da.
“Vay be... olsun ben bugün acemiliğimi attım sayılır. Yarın iş başı Allah izin verirse.”
“Sahi mi diyon la. Oğlum sen şaka mısın? Demir tesviye işi nere duvar ustalığı nere.”
“Oğlum hep gundi mi kalacağız Şimdi duvar ustalığına terfi ettim.”
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.