BEKAR EVİ
BEKÂR EVİ
Birçokları gibi bende İstanbul geldiğimde akrabamızın evine geldim. Daha doğrusu Edirne de olan askerliğimin bitiminden sonra İstanbul’ yerleşmeye karar verdim. Bir süre sonra bir lokantada iş buldum. Bulduğum iş akrabalara çok uzaktı. Bu nedenle bir kaç gün zor da olsa gidip geldim. Sonra iş sahibinin işine geldi. İş yerinde yarıp kalktım. İşyerinde gündüz garson, gece bekçi idim. Bu yedi sekiz ay sürdü.
Çalıştığım yer Sultan Ahmet idi. Aksaray’da mini bir daire buldum. Yarı eşyalı gibi, önceki kiracıdan kalan eşyaların yanında eksikleri de ben tamamlayarak yerleştim. Çok sevinçli idim. Sabah yürüyerek gidiyorum, akşam yürüyerek dönüyordum. Hep böyle bir evim olsun istemiştim. Küçük bir balkonum bile vardı. Yeme içme işini çalıştığım yerde çözüyorum. Mutfağı çay ve kahvede kullanıyordum. Temiz ve titizdim. Apartman sakinleri benim gibi iki üç kişi dışında hepsi aile idi. Buda biz bekârların oraya uymak zorunluluğunu getiriyordu.
Bir gün ev sahibi geldi. Dairesini tanıyamadı, sen evli misin dedi. Bu evde bir kadın var galiba. “Yok, Yalnızım” dedim. “Senin temiz, düzgün bir insan olduğunu görmüştüm" dedi. Adamı bir daha görmedim.
Derken işyerinde bir arkadaş, "benim memleketten kardeşim gelecek, ama benim ev müsait değil, sende birkaç gün kalabilir mi?" Dedi. ’Hayır’ demesini beceremeyen biriydim. Gelen kişi benim yaşlarda biri. İki gün dişimi sıkacaktım. Adam postu bir attı. Bir hafta oldu. Fosur fosur sigara içiyor. Yatağını toplamıyor. Kahvaltıyı, yemeği evde yiyor. Temizlik, düzen diye bir şey yok. Üstelik ben kitap, gazete okuyorum. Araya girip ilgimi dağıtıyor. En kötüsü gözümün önünde, burnunu kurcalıyor. Deli oldum. Adam burun kurcalamanın ayıp olmayan memleketinden gelmiş galiba. Deli oldum. Sağa sola bakıyorum. Çıkardıkları bir yerlere mi sürüyor. Adeta işkence çekiyorum. Alıp başımı çıkıyor, gezip gezip geliyorum. Evim bana zindan oldu. Yedek anahtarı da eline tutuşturmuştum
Bir tatil günü idi. Sabah gazetemi aldım, çay eşiğinde okuyorum. Küs gibiyim, konuşmuyorum. O ise aradaki soğukluğu gidermek için şurası nerede burası nerede gibi sorular soruyor. Bense bilmiyorum diyip, kestirip atıyordum. Bir ara "gardaş gel seninle Balat’a gidek humar oynayak" demez mi? Öyle bir sinirlendim ki, bir kötü bakış fırlattım. Bu arada verdiğim yedek anahtarı masa gördüm. Hemen anahtarı kapıp, aldım, omurundan tutup ayağa kaldırdım. Çık git ulan diye bağırmışım. Ne yapacağını şaşırdı. Anahtar aldığıma bozuldu ve bunun bir kovulma olduğunu anladı. Arkasından kapıyı şiddetle çarptım. Müthiş rahatlamıştım. İki üç gün evi temizledim. Sonra öğrendim ki, her gün iş aradığı söyleyen bu adam. Her gün Balat da kumar oynuyormuş…
Abisi özür diledi. Tekrar memlekette göndermiş. Ama orada kumar borcu olduğu için gitmemiş. Meğer borcu yüzünden kaçmış, İstanbul’a gelmiş. Artık dersimi almıştım bir daha misafir almayacaktım. Bir de yalan uydurmak zorunda kaldım. Annemle kalıyorum dedim. İnandırıcı da oldu. Buna rağmen iki üç defa misafir olmak isteyenler oldu. İnatla istemedim. Ve şunu anladım, benim ev çok ayak önünde idi. O yüzden tutumunu sürdürmeliydim.
Bir gün işyerinde çok sevdiğim bir arkadaşımın yanına yakını geldi. Genç biri idi. Bir derdi vardı. İki hemşeri dertleşme bitince ikisi de sessizce düşünceye daldılar. Onları öyle görünce dayanamadım. "Ne oldu kardeş bir durum mu var" dedim. Yalçın: "Var kardeş" dedi. Ne olduğunu sordum. Hemşerisinin ağabey ile kaldığını ve müthiş bir şekilde kavga ettiğini söyledi. Kendi evine misafir etmenin riskli olduğun, çünkü abisinin bunu bilinmesini istemiyordu. Genç çocukla tanıştık, mazbut bir köy çocuğu, saf ve temiz bir yüzü var. Üstelik üniversitesi de okuyor. Ağabeyinin siniri yatışana kadar kalacak bir yer arayışı içinde idiler. Oteller o yıllarda çok tehlikeli idi. 12 Eylül olmuştu. Oteller polis denetimi altındaydı. Bir çözüm buluncaya kadar bende kalmasını kabul ettim. Adı Fikri idi. Bir sır taşıyordu. Süt dökmüş bir kedi gibi bir hali vardı. Fazla eşelemedim. Ama Fikri’nin durumu hiç hoşuma gidmiyordu. Sürekli düşünüyor, bir kaç kez ağlarken yakaladım. Küçük bir çocuk gibi bir hali vardı. Aklıma kötü şeyler geliyordu. 12 Eylül öncesi okullarda her gün eylemler oluyordu. Bu çocuk bir eyleme mi katılmıştı. Birini mi vurmuştu. Ya da abisinin parasını mı çalmıştı. Bir sürü soru, uykumu kaçırdı.
Hemen sabah Yalçın’ı buldum. Fikri hakkında endişelerini anlattım. Yalçın: "Kardeş, Fikri’ye evini açtın, bize yardımcı oldun. Gerçeği bilmemde hakkın, senden bir şey sağlamayacağım. Yalnız bu anlattıklarını Fikir’i bilmesin. Bunu affetmez."Tamam” dedim.
Başladı, anlatmaya. Yalçın’ın dilinden; Fikri’nin ağabeyi beş yıl önce Samsun’dan gelip İstanbul’a yerleşmiş. Alibeyköy de bir gecekonduya yerleşip, yine Alibeyköy’de bir fabrikada işe girmiş. İş bulmanın sevinci ile gece gündüz çalışmaya başlamış. Adeta iki vardiya. Bu arada Fikri de üniversiteyi kazanarak, İstanbul’a gelmiş. Okula kaydını yaptırmış. Bu işe abisi de sevinmiş, uzun süreli çalıştığından, evde birinin olması onu sevindirmiş. Yengesi de sevinmiş. Önceleri bu sevinç kardeşçe imiş… Fikri üniversiteli olarak, kendine çeki düzen vermiş. O köy genci gitmiş, başka biri gelmişti. Fikri yeni bir şehre alışmasını peşinde, derslerinden başka gözü bir şey görmüyor. Uzun süreli çalışan Ağabeyi eve yatmadan yatmaya geliyor. Eşi ise kanlı canlı genç ve yeni evli bir kadın, doğru dürüst cinselliğin yaşamamış, yaşadıkları ise acemice...
Süreç içinde iki insan arasında bir elektriklenme olmuş. Birlikte olmaya başlamışlar. Bu birliktelik bir süre sürmüş. Sabah kocasının koynundan çıkıp, Fikri’nin koynuna giriyormuş. Bir sabah işe giden ağabeyi, unuttuğu bir şey için geri dönmüş. Gece geç geldiğinden anahtarı olan adam, kapıyı açıp içeri dalmış. Bir de ne görsün, eşi ve kardeşi çılgınlar gibi sevişiyorlar. Çılgına dönmüş. Önce karısını ele geçirmiş, onu döverken, Fikri, bir çırpıda giyinip, kaçmış. Fikri bir süre evin etrafında dönmüş durmuş. Ağabey’in yengesi öldürmesinden korkmuş. Yani anlayacağın cinselliğini yaşayamamış iki genç insanın durumu… Gerisi bildiğin gibi…
Fikri benim evde bir ay kaldı. Okulu da terk etti. Bu arada merak ettiği yengesinin, ağabey tarafından memlekete babasının evine götürüp, bıraktığını öğrendi. Kadının hamile olmadığına sevindi. Bende kaldığı bir ayda kaynaştık, olanları bana anlattı…
Yengesi için çok üzülüyordu. Benden yardım istedi. Yengesinden haber alıp, almadığını sordum. Köyde evden çıkmıyor ve sürekli ağlıyormuş. ‘Kız çıkmadığı’ diye kocası, geçte olsa babasının evine getirmiş diyorlarmış. Durum içimi acıttı. "Fikri" dedim. Merakla ve yardım istercesine yüzüme baktı. Fikri’ye fikrimi açacaktım. "Fikri, o kadın orada ağlıyor, sen burada" dediğim de, dikkat kesildi. Abisi aklıma geldi, çok üzülür diye ondan hiç söz etmedim. İhanete uğramış bir adamın yarası daha derindir…
Sözümün devamı olduğunu biliyordu ve pür dikkat kesilmişti. "İstenmeyen şeyler olmuş, iki insan acı çekiyor. Şimdi yapacağın şey, gidip o kadını alıp gelmek, onu ikna et ve getir. Buradan, ikinizi Kıbrıs’a gönderirim. Eğer birbirinizi seviyorsanız evlenirsiniz" Fikri’nin gözü ışıdı. "Abiciğim, benim kafam allak bullak oldu, böyle bir çözüm düşünemedim. Beni düşündüren, Ağabeyime bir kere daha kötülük yapmış olacağım" Baktım kafasında sorun var. İkna etmeye çalıştım. "İstenmeyen bir kaza olmuş. Şimdi önemli olan yaralı insanların yaralarını sarmak… Abin ise yarası daha ağır, ama o da iyileşecek" dedim. İkna oldu. Kıbrıs’a nasıl gideceklerini öğrenmek istedi. Çalıştığım lokanta turistler uğrak yeri idi. Buraya gelen ve Kıbrıs’ta otelleri olan bir iş adamı ile tanışmıştım. Beni, Kıbrıs’ta kendi otelinde çalışmam istiyordu.
Kendimden önce Fikri için yardım isteyeceğim. Çünkü adam, benimle birlikte çalışacağım, arkadaşlara da yardımcı olacaktı. Fikri’ye durumu anlattım. Gözleri iyice ışıdı. _"Net misin" dedim. _"Netim abi" dedi. Para verdim. _"Git memlekete Ayşen getir" dediğimde, günlerce yüzü gülmeyen bu genç insan iyice güzelleşti.
Fikri iki gün sonra, Ayşen’le geldi. Ağabey’ini görmedim. Ama bu iki insan bir birine çok yakışıyordu.
Benden önce onlar Kıbrıs’a gittiler. Bir süre otelde kalıp, çalıştılar ve evlendiler. Daha sonra ben gittim. Ayşen vesilesi ile bende sevdiğim kadını buldum. Her iki insan çok mutluydu. Ben evlendiğinde daha mutlu oldular. Bir minnet borcu öder gibiydiler...
Ağabey’i ilk celsede boşandığı, Ayşen’den sonra ikinci bir evlilik yapmış. Hatasını da anlamış gibi, sabah işte, akşam erkenden evde imiş. İkinci baharı yaşıyormuş...
Dediğim gibi bu olayın en yaralısı, Fikri’nin ağabeyi idi. Yarası derindi, izi kalsa bile iyileşmişti.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.