- 761 Okunma
- 2 Yorum
- 1 Beğeni
"KALBİM SENİNDİ" adlı romanın tanıtım yazısı
Ali Tuluk, 1962 yılında Afyon’a bağlı Dazkırı İlçesi’nin Yukarı Yenice Köyü’nde dünyaya geldi. İlköğretimine burada başladı.
Ailesi ile birlikte Kıbrıs’a göçmen olarak gitti. Ortaokul ve lise öğrenimini Mağusa Canbulat Lisesi’nde yaptı.
Askerliğini bitirdikten sonra uzun yıllar KKTC Emniyet Müdürlüğü’nde polis memurluğu yaptı. Polis çavuşu olarak 2011 yılında emekliye ayrıldı.
Şair ve yazar olan Ali Tuluk, kendini, önce, yazdığı şiirleriyle tanıttı. Kıbrıs’ta birçok şiir kitabı yayınladı. Emekli olduktan sonra Denizli’ye yerleşti. Şiirleri, Denizli’de günlük çıkan “Horoz Gazetesi” Ocakbaşı sayfasında ve Yaz-ar Bir’in çıkarmış olduğu aylık dergide yayınlandı.
Ali Tuluk, aynı zamanda Egeli Araştırmacılar Ve Yazarlar Birliği’nin yönetim kurulu üyesidir. Burada genel koordinatörlük görevini yapmaktadır.
Evli ve 2 çocuk babası olan Tuluk tam 26 tane kitap yayınladı. Bir yazar için oldukça verimli bir durum diyebiliriz.
Tuluk, sadece şiir alanında değil, tiyatro, hikâye, roman ve deneme alanlarında da kalem oynattı. Yaz-ar Bir’in ekip olarak kaleme aldığı “Bir Ahi Zaman Oyunu”na imza attı.
Tuluk, son olarak roman sahasına da girerek “Kalbim Senindi” adlı romanı yazdı.
İşte bu yazımızda Şair ve Yazar Ali Tuluk’un “Kalbim Senindi” adlı romanını ele alacağız.
“Kalbim Senindi” romanı, Denizli Büyükşehir Belediyesi Kültür Yayınları arasında 2019 yılında Denizli’de basılmış bir eser olarak karşımıza çıkıyor.
210 sayfa tutarında olan bu eserin imtiyaz sahibi Büyükşehir Belediye Başkanlığı adına Denizli Belediye Başkanı Osman Zolan olmuş. Genel koordinatörler olarak Mustafa Gökoğlan ve Hüdaverdi Otaklı isimleri yer alıyor.
Editör olarak ise karşımıza Kadir Gülkaya çıkıyor. Sayfa düzeni ve kapak tasarımı Sinem Güngör tarafından yapılmış.
Sunuş bölümünde Belediye Başkanı “Denizli’nin geleceğini ya da geleceğin Denizli’sini düşünerek ilimizde yaşayan insanlarımızın kültür mirasımıza sahip çıkma adına 2019 yılı itibari ile 150’yi aşan kültür yayını çıkardık ve çıkarmaya devam edeceğiz.” diyor.
Roman yazarı Ali Tuluk kitabının önsözünde “Bana göre ilk defa Denizli’de gerçek dışı, hayal mahsulü yaşanmış veya yaşanmamış olan bir aşk hikâyesinin kurgusunu sayfalarda romanlaştırdım. Uzun soluklu bir eser olduğuna inanıyorum. Roman kahramanlarının bir kısmı gerçek hayattan alınmış, bir kısmı da hayal mahsulü, kurgudan ibarettir. Romanda geçen mekânlar ve olaylar Güzel Denizli’mizin en güzide yerleridir. Bunu yapmakla hem şehrimi; hem de bu şehirde yaşayan değerli insanlarımızın yâd edilmesini amaçladım.” diyor…
Açıklamalardan da anlaşılacağı gibi “Kalbim Senindi” romanı bir aşk romanıdır. Bir gençlik romanıdır. Roman kahramanı Oğuzhan’ın küçüklükten beri birlikte olduğu, hiç ayrılmadığı, Ülkü adlı bir genç kıza duyduğu kalbi alakayı anlatan, hisli, duygulu bir roman…
Her ikisi de lisede okuyan ve üniversite sınavlarına hazırlanan, ergenlik çağında bulunan iki samimi arkadaş romanın kahramanlarını oluşturuyor.
Roman, Denizli’de bir Eylül Ayı ortasında başlıyor. Denizli Lisesi’nin bulunduğu Lise Caddesi pırıl pırıl, canlı bir cadde olarak veriliyor: “Ortalık öğrenci kaynıyordu. Rengârenk üniformalı kıyafetler içinde ilkokul, ortaokul ve lise öğrencileri, Denizli’ye bambaşka bir çehre kazandırmıştı. Yaz tatili sonrası öğrenciler, okul arkadaşları ve öğretmenleriyle yeniden buluşmanın heyecanı ve özlemi içindeydiler.” (Sayfa 17)
Romanda ilk dikkatimizi çeken en belirgin özellik, kahramanlara verilen isimlerdi. İsimler, Öz Türkçe diyebileceğimiz türden isimlerdi. Kimileri tarihimizden alınmış bazı kahramanların ismi, kimileri etrafımızda gördüğümüz, yakinen bildiğimiz, tanıdığımız eşimizin, dostumuzun, arkadaşlarımızın isimleri idi. İsimlerin halis Türkçe olmasına dikkat edilmişti: Oğuzhan Göktürk, Ülkü, Alp Amca, Ayperi Hanım, Kürşat Yiğit, Bengisu, Fatih Özmen, Timur Özmen, Gökçe Özmen, Melek Kutlu Özmen, Aynur, Mete, Alperen…
Kahramanlar, eserde tüm ayrıntılarıyla tasvir edilerek veriliyor. Yazar, bu konuda en ince detaya kadar inmiş. Adeta kahramanları fotoğraf gibi beynimize nakşediyor:
“Oğuzhan Göktürk, orta boylu, ince, kumral, kestane saçlı, kahverengi gözlü, duygusal, merhametli ama lider ruhu taşıyan, azimli ve idealist bir delikanlıydı. Ailenin tek oğluydu. İnsanlarla çabuk iletişim kuran, dost ve arkadaş yanlısı bir insandı. Mahallede kimseyle kolay kolay kavga etmez, kendini çabuk sevdiren ve mahallenin de saygın çocuğu idi. Düzgün karakteriyle herkes tarafından sevilirdi.” (Sayfa 18)
“Babası Alp Amca ise kısa boylu, zayıf, sessiz, sakin, sert mizaçlı ama yüreği yumuşak, 50 yaşlarında, efendi dürüst bir aile babası idi...” (sayfa 18)
Oğuzhan’n annesi Ayperi Hanım ise 49 yaşlarında, güler yüzlü, etine dolgun, uzun boylu, sempatik, iyi yemek yapan, tatlı dilli, misafirperver, sözü dinlenen bir ev hanımı idi. Aynı zamanda mahallenin terzisiydi de…” (Sayfa 19)
Yazar, uzun zamandır birbirlerini görmeyen Oğuzhan ile Ülkü’yü okul açıldığında karşılaştırıyor. İki arkadaşın karşılaştığı ilk günü heyecanlı olarak veriyor. Her iki gencin de duygularını romantik bir şekilde veriyor. Okuyucu daha bu ilk satırlarda bu iki gencin aralarındaki kalbi alakayı sezinleyebiliyor:
“Oğuzhan ile Ülkü, birdenbire göz göze geldiler. İkisinin de sol yanı küt küt atıyordu. Sanki kalpleri yerinden çıkacak gibiydi. Hiç konuşmadılar… Konuşamadılar… İkisinin de gözleri buğulanmıştı. Bir müddet öylesine beklerken sükût ettiler. Adeta bir heykel gibi donup kalmışlardı. Birden ansızın birbirlerine sarılıp tek vücut oldular. Sımsıkı sarılmışlar birbirlerini bırakmak istemiyorlardı. Oradan gelip geçen bütün öğrenciler de onlara hayretle bakıyordu. Sanki bu özlem onlara bir asır gibi gelmişti.” (Sayfa 19)
Ülkü Oğuzhan’a “Beni ne kadar özledin? İnan çok merak ettim. Yoksa unuttun mu?” sorusuna Oğuzhan “ Seni nasıl unutabilirim Ülkü? “Seni günde bir defa düşünüyordum, o da 24 saatimi alıyordu.” diye şairane bir şekilde cevap veriyor.
Oğuzhan şiire ve edebiyata düşkün bir genç olarak veriliyor romanda. Günümüz açısından bakacak olursa, günümüz öğrencileri ile pek uygun düşmeyen bir durum diyebiliriz. Çünkü günümüz öğrencisinin öyle sanatla, edebiyatla, şiirle pek derdi yok. Okumayı sevmeyen, yazmayı unutan ve üretmeyen bir öğrenci kitlesine sahibiz desem bilmem ne dersiniz? O nedenle Oğuzhan’ın yazar tarafından çok idealist bir kahraman olarak verildiğini düşünüyorum.
Oğuzhan, hep Ülkü’yü düşünerek O’na açılacağı günü sabırla bekler. Ne zaman açılmak istese mutlaka bir engel çıkar ve bir türlü açılamaz. Bir gün tam kararı verip açılmak ister. Hatta “Önemli bir konuyu görüşmek istediğini” söyler. Tam söyleyeceği sırada Ülkü’ye bir telefon gelir ve Ülkü ayrılmak zorunda kalır. Oğuzhan yine duygularını dile getiremez.
Ülkü, çok samimi bir kız arkadaşı ile görüşmeye gider. Aynur ülkü ile samimidir. Her şeyini onunla paylaşır. Mete adında birinin kendisine aşık olduğunu, ama ne yapması gerektiğini bilmediğini söyler. Ülkü “Yüreğinin sesini dinlemesini, aşk ile meşk işlerinin okul ile derslerle bir arada yürümeyeceğini, önümüzde bir üniversite sınavı olduğunu, kendimizi bu durumlara odaklamamız gerektiğini” söyler. Ve cevabı ileri bir zamana bırakmaya karar verirler.
Romanlarımızda genelde aşık genç yoksul, işsiz biri olarak verilir. Kız, genelde varlıklı bir aile kızı olur. Bu romanda da buna yakın bir durum vardır. Oğuzhan, biri işçinin oğludur. Babası bir çay ocağında çalışmaktadır. Kendisi de tatillerde babasına yardım ederek çalışır. Hem harçlığını çıkarır; hem de babasına yardım etmektedir. Ülkü’nün babası emeklidir. Durumları iyidir. Didim’de bir yazlıkları vardır. Her yaz buraya tatile giderler.
Ülkü, sık sık kalp nöbetine düşer. Önceleri bunu gelip geçici bir kas ağrısı zanneder. Ama sürekli devam edince durumu anne ve babasına açıklar. Onlar da çocuklarını doktora götürür. Ülkü’nün kalp yetmezliği hastası olduğu ortaya çıkar. Artık hiç üzülmemesi, rahat olması, strese girmemesi, canını sıkmaması gereklidir.
Bu durumu öğrenen Oğuzhan iyice çıkmaza girer. Bunun üzerine artık Ülkü’ye açılamayacağını düşünür. Çünkü onu böyle bir durumla üzmek istemez:
“Evine geldiğinde Oğuzhan, tarif edilmez bir durumdaydı. En çok sevdiği arkadaşı kalp hastasıydı. Ona henüz açılamamıştı. Artık bundan sonra da hiç açılamazdı. En küçük bir heyecan ve üzüntü karşısında içinde bulunduğu rahatsızlık onun hastalığını tetikleyecekti. Çok karamsar ve çaresizdi. En iyi çözüm susmak ve her şeyi zamana bırakmaktı.” (sayfa 49)
Yazar, romanda Denizli’ye ait birçok yerden ve mekânlardan da söz eder: Pelitlibağ Mahallesi, Çatal Çeşme, Lise Caddesi, Doktor Cafe, Bayram Yeri, Kale İçi, Yazıcıoğlu Parkı bunlardan bazıları idi.
Özellikle Doktor Cafe’yi ön plana çıkarıyor. Lise son ve üniversiteye hazırlanan gençlerin devamlı uğradığı bir mekândı. Gerçekte de burası Denizlili yazar-çizer takımının sürekli uğradığı, edebi sohbetler yaptığı, dinlenip çay kahve içtikleri bir mekân idi. Yazar, romanda da buranın özelliğini olduğu gibi okuyucuya aktarıyor.
Kadir Hoca, Oğuzhan’ın okuldan edebiyat öğretmenidir. Onu edebiyat alanında yönlendirir. Şiir konusunda teşvik eder. Bir gün Doktor Cafe’de oturup edebi sohbet ederler.
“Oğuzhan burası, bak, şairlerin mekânıdır, uğrak yeridir Bunu biliyor muydun sen?”(Sayfa 59)
Kadir Hoca ile Oğuzhan arasında edebi sohbet yaşanır. Kadir Hoca Oğuzhan’a öğütler verir. Nasıl olması gerektiğini, neler yapması gerektiğini, nasıl yazması gerektiğini anlatır:
“ Sana yine de tavsiyem, önerim şu olsun ‘Sanat için sanat yapma’ sakın. Sanatı icra edeceksen toplum için sanat yapmayı kendine ilke edin. Hiçbir zaman asla bencil olma. İleride sözü edilen, belleklerde kalınan iyi bir yazar, şair olmak istiyorsan çok kitap oku. Kitap okumak senin hem ufkunu açar, hem de bilgi hazineni zenginleştirir. Kimseden çalıp çırpma! Kendin yaz, kendin üret ve hep kendin ol” (sayfa 60)
Yazar, şiir hakkındaki görüş ve düşüncelerini Kadir Hoca’ya söylettirir.
“Şiir olayı ilham meselesi… Yürekten gelen bir şey. Bir insanın içinde bir şeyler varsa vardır zaten. Bu Allah vergisidir. Şiir, şiir yazayım diye yazılmak için gelişi güzel bir şeyler karalamak değildir. Her şeyin bir kuralı, adabı, üslubu vardır. Bunlara dikkat etmek lazım. Ona bakarsan bizim buralarda önüne gelen şairim diye geçiniyor. İki hece şiiri yazdım diye egosunu tavan yapanlara bile rastlarsın şairler meclisinde. Bunun sırrı ne çok kitap çıkartmakta, ne de öyle heceli şiirler yazmakla, betimleme yapmakla itibar görmüyor. Önemli olan “Bu gök kubbenin altında hoş bir seda bırakmaktır.” gerisi ucuz kahramanlık ve şarlatanlıktır. Şiir, öyle cümleleri alt alta sıralamakla olmuyor. ‘Şair olunmaz, şair doğulur’ bence” (Sayfa 61)
Yazarlar, şairler, içinde yaşadığı toplumların yaşadıkları olayları, afetleri, savaşları, kötülükleri, iyilikleri ve güzellikleri anlatırlar. Bu olaylardan etkilenerek bunları eserlerine alırlar. Burada yazar da son yıllarda Türkiye’de sıkça yaşanan şehitlerimizden etkilenerek bu olaya eserinde yer veriyor. Böylece toplumun yaşadığı acı olayları dile getiriyor. Toplumsal konulara parmak basıyor…
Ülkü ile Oğuzhan yine bir sohbetleri sırasında Ülkü “Neden artık aşk şiirleri yazmadığını” sorar. Oğuzhan şöyle cevap verir: “Ülkenin içinde bulunduğu hal belli. Gün olmuyor ki şehit haberi gelmesin, analar ağlamasın. Her gün şehit haberleri ile yıkılıyoruz. İçimiz kan ağlıyor. Toplumun bu acı gerçekleri ile karşı karşıya kalırken, sarsılmamak elde değil. Ben de toplumun bir bireyi olarak, onların yürek sesi, gönül tercümanı olmaya çalışıyorum yazdığım bu şiirlerle… Bu yüzden içimden aşk meşk şiirleri yazmak gelmiyor. Hem etik değil! Nasıl yazarım ki?” (Sayfa 66)
Nihayet gençler üniversite sınavlarına girerler. Bir umutla bekleyeceklerdir. İstedikleri okullara gitmek umuduyla çıkarlar sınavdan. Ülkü, şehirde dolaşmak istediğini söyler ve Oğuzhan ile birlikte gezerler.
Ülkü, ertesi gün ailesi ile birlikte Didim’e yaz tatili için gideceklerini söyler. Ayrılırken vedalaşırlar. Oğuzhan’ı büyük bir üzüntü sarar. Ülkü’süz koskoca bir yaz tatili nasıl geçecektir?
Her ikisi de üniversiteyi kazanır. Ülkü, beklediği bölüme girmese de İzmir’de iyi bir bölüm kazanır. Oğuzhan ise Konya’da Edebiyat Fakültesi Türk Dili Ve Edebiyatı Bölümü’ne girer.
Ve nihayet aralarında ilk büyük ayrılık başlar. Oğuzhan Konya’ya gider. Ülkü ise ailesi ile birlikte İzmir’de bir ev kiralayarak İzmir’e yerleşir.
Oğuzhan yurtta kalır. Oda arkadaşı, kendisi gibi idealist olan Alperen adında bir gençtir. Aynı bölge insanıdır. Her ikisi de derslerine ciddi şekilde çalışan, geleceklerini düşünen kişilerdir. Aralarında birçok ortak nokta vardır. Bu da onları birbirlerine iyice yaklaştırır. Artık hiç ayrılmayan iki dost olmuşlardır. Öyle ki sırdaş olmuşlardır. Durmadan edebi sohbetler yaparlar.
Türk romanlarında genelde bir aşk üçgeni vardır. Bir genç kız ve bunun etrafında dönen iki genç âşık bulunur. “Kalbim Senindi” adlı romanda da bu aşk üçgeni gözümüze çarpıyor. Oğuzhan ve Ülkü arasında yaşanan ve fakat adı bir türlü konamayan aşka bir de ortak çıkıyor.
Ülkü, İzmir’e geldikten sonra genç bir doktor olan Fatih ile sürpriz bir şekilde karşılaşıyor. Adeta aralarında gizli bir aşk başlıyor. Ülkü bu durumdan önce emin değildir. Burada Oğuzhan ile aralarındaki ilişkiyi sorgular: “Oğuzhan için duyguları karmakarışıktı. Bu bir özlem miydi yoksa onun yokluğunun doldurulamaz boşluğu muydu? İkilem içinde kalmıştı. Akıl tutulması oldu. Ne yapacağını şaşırdı. Kendini sorguladı durdu. ‘Oğuzhan ile benim ilişkimin tanımı nedir?’ diye adlandırmak istedi. Duygularını bir yere koyamadı. Ama buna karşın Dr Fatih ile olan düşünceleri farklı bir boyuttaydı. Ona karşı bambaşka hisler beslemeye başlamıştı. Açık ve netti.” (Sayfa 147)
Dr Fatih ile Ülkü arkadaş olurlar. Aralarındaki dostluk nereye varacaktır? Ülkü’nün Oğuzhan ile olan ilişkisi ne olacaktır? Oğuzhan ne yapacaktır? Bu durumu duyunca nasıl bir hal alacaktır? Ülkü, bu iki gençten hangisine yönelecektir? Sonunda çocukluk aşkı Oğuzhan’a mı; yoksa yeni tanıştığı yakışıklı bulduğu Dr Fatih’i mi tercih edecektir? Okuyucu roman sonuna kadar bu soruları soracaktır kendine?
Roman incelemesi yaptığım çalışmalarımda okuyucuya sonucu vermek âdetim değildir. Çünkü o heyecanı okuyucuya bırakmak isterim hep. Okuyucu, heyecanla eserin son sayfalarına gitsin ve her sayfasında “Acaba ne olacak?”, “Bu eser nasıl bitecek?” diye merak etsin diye düşünürüm. Burada da öyle yapacağım. Sonucu, okuyucuların eseri okuyarak öğrenmesine bırakıyorum.
Yalnız şu kadar ipucu vermem gerekirse Oğuzhan, Üniversiteyi bitiriyor, şiirleri de kitap olarak yayınlanıyor. Öğretmenlik için atama bekliyor.
Yine çok merak eden okuyucular için belirteyim: Kitabı okurken yazar, zaten sonucun nasıl biteceği hakkında okuyucuya ipucu veriyor. Eğer, Oğuzhan’nın gördüğü son rüyayı iyice okur ve üzerinde düşünürseniz romanın nasıl bir sonuçla bitebileceğini tahmin edebilirsiniz. Ben, öyle yaptım. Rüya üzerinde birazcık fikir jimnastiği yapınca sonucu tahmin ettim ve yanılmadım.
Son bir tiyo da benden olsun. Zaten Romanın adı da sonucu size verebilir. İlk başta “Kalbim Senindi” adı ile ne demek istediğini anlamamış olabilirsiniz. Ama biraz kafa yorunca sonuca ulaşıyorsunuz. Zaten eser adları, öyle boş yere verilmiş adlar değildir. Yazarı mutlaka bir şeyler düşünerek vermiştir bu adı…
Yazar, romanın genelinde sade bir dil kullanmış. Günümüz Türkçesi ile yazmış eserini. Gerçi çok nadir derecede bazı eski kelimelere de yer vermiş ama bunlar yok denecek kadar az.
Yazımın son kısmında eserde yapılan yanlışlara değinmek istiyorum.
Romanda çok denecek derece imla hataları, yazım kuralları, cümle düşükleri ve anlatım bozuklukları var. Benim bu konuda ilk düşüncem “Eserin, yayınlanmadan önce neden iyi bir editör elinden geçmediği?” oldu. Yok, eğer bir editör tarafından incelenmişse; o zaman hiç kusura bakmasınlar, üstünkörü ve umursamaz bir şekilde geçmişler. Yani bir romanda bu kadar hata olmaz dedirtecek cinsten olmuş.
Özel isimlerin küçük harflerle yazılması, ayrı yazılması gereken “de” lerin bitişik yazılması, bitişik yazılması gereken “de”lerin ayrı yazılması; yine ayrı yazılması gereken “ki”lerin bitişik yazılması, bitişik yazılması gereken “ki”lerin ayrı yazılması. Noktadan sonra küçük harflerle başlanması. Gözden kaçan yanlışlar vs vs…
Kısaca tüm bunlar eserin gidişatını, güzelliğini bozmuş ve başarısına gölge düşürmüş… Umarım kitabın ikinci baskısında bu yanlışlar tespit edilerek düzeltilir.
Bu yanlışlara örnek verecek olursak:
“Pelitli bağ Mahallesinde” (sayfa 29), Doğrusu: Pelitlibağ Mahallesi’nde
“Onlarda seni bu başarından dolayı kutluyorlar.” (Sayfa 32) Doğrusu: Onlar da seni bu başarından dolayı kutluyorlar
“Onların dertlerime çare olmalısın” (sayfa 33) Doğrusu: Onların dertlerine çare olmalısın.
“Huşu içinde okunan ezanı birlikte dilediler.” (Sayfa 36) Doğrusu : Huşu içinde okunan ezanı birlikte dinlediler.
“Az bir zamanız kaldı.” (Sayfa 48) Doğrusu : Az bir zamanınız kaldı.
“Ülkü’nün durumu ortaydı.” (Sayfa 38) Doğrusu : Ülkü’nün durumu ortadaydı.
“-Aaa! Ne güzel Bir ara bende bakıp okuyayım.” (Sayfa 68) Doğrusu: - Aaa! Ne güzel Bir ara ben de bakıp okuyayım.
“… Beni kadar sevindirdin, Allah da seni ve sevdiklerini sevindirsin dedi” (Sayfa 86) Doğrusu “Beni ne kadar sevindirdin, Allah da seni sevindirsin, dedi.”
Tabii kitaptaki bütün yanlışları ve hataları buraya almamız mümkün değil. Sadece bu basit birkaç hatayı göstermekle yetineceğiz.
“Kalbim Senindi” adlı roman, Ali Tuluk’un roman türünde yazdığı ilk eser. İmla hataları dışında güzel bir eser olarak karşımıza çıkıyor. Akıcı, eğitici ve yol gösterici bir roman olmuş diyebilirim. Duygusal bir roman olarak beğeneceğinizi umuyorum. Özellikle liseli gençlerin çok seveceği bir kitap olmuş. Çünkü onların dünyasını anlatıyor…
Kısaca tüm roman severlere rahatlıkla tavsiye edebileceğim bir eser olmuş. Yazarı olan Dostum Ali Tuluk’u kutluyor, başarılarının devamını diliyorum.
HAKAN YOZCU
YAZAR-ŞAİR SANAT DANIŞMANI
EM.EDEBİYAT ÖĞRETMENİ/KKTC
YORUMLAR
vefa arayan şair
Güzel bir eserdi. Zevkle okuyup inceledim. Kaleminize sağlık. başarılarınızın devamını diliyorum...