GÖZYAŞSIZ AĞLAMAK
Fatma mavi gözlü, sarışın boylu boslu bir kız idi. Güzel olduğu kadar da sevimli bir kızdı. Onu güzel gösteren hafif hokka sivri minik bir burnu vardı. Bazıları da ona Fadik derdi. Nüfus da Fadime yazılmış, ailenin her iki tarafı yani baba ve anne tarafı hangi ismi yakıştırıyorsa öyle hitap etmeye başlamış. Fatma sekiz kardeşin en küçüğü yani tekne kazıntısı. Bütün ağabey ve ablalar büyük kente İstanbul’a gitmişler. Bu dağ başı dedikleri Artvin şehri onları doyuramamış. En büyük Ağabey Servet, askerliğini İstanbul’da yapmıştı. Asker bitimi orada bir fabrikada iş bulup yerleşti. Fabrika da Artvin’li bir kız bulup evlendi. Arkasından diğer kardeşleri çekip, götürdü.
Herkes orada evlendi, çoluk çocuğa karıştı. Yalnız Fatma ve kendisinden iki yaş büyük Mehmet abisi babası ile birlikte kalıyorlardı. Annesi sekizi hayatta bir düzineden fazla çocuk yapmaktan erken yaşta ölmüştü. Fatma annesini emmedi bile… Fatma’nın babası Ömer yaşlı, inatçı bir adamdı. Ata toprağını bırakıp bir yere gitmem diye diretiyordu. İstanbul’daki çocukları ne kadar gelmesi için diretiyorlarsa, o da gelmemekte diretiyordu. Gerçi haksız da sayılmazdı. Arada bir gidiyor, bakıyor ki, onların halı kendisinden de beter. Büyük kentte yaşam zor… Kiralar, çoluk çocuk gailesi gibi bir sürü yükü var. Üstelik pekte tanımadığı damat ve gelinler vardı. Zaten gidince suratları değişiyor. İnsana oralar dar geliyor.
En küçük oğlan Mehmet’in askerliği geldi çattı. Kaldı bir başına Fatma ile babası. Fatma’nın babasından başka birde sevdiği vardı. Komşu oğlu Yunus’la aralarında müthiş bir aşk vardı. Bu aşk Ağabey Mehmet’in askere gitmesi ile daha da alevlenmişti. Her iki sevgili Ağabeyden çekiniyordu. Nede olsa bütün kardeşlerin göz bebeği, Fatma, en küçük kardeş Mehmet’e emanet idi…
Kışın bastırması ile birlikte baba Ömer hastalandı. Oğullarına Ferhat gelip, bacısı Fatma ile birlikte babasını alıp İstanbul’a götürdü. Bu hengâme de Fatma sevdiği ile vedalaşmaya bile fırsat bulamadan, kendini İstanbul’da buldu. Telefonların ancak resmi daire ve zengin evlerinde olduğu bir devir. Aklı Yunus’ta kalmıştı.
Gerçi geleceğe dair planlar yapıp, nasıl bir yol izleyeceklerini, kabaca da olsa yapmışlardı. Yunus’un da askerliği yakındı. Askere gitmeden, Fatma’yı isteyecek, nişan yapıp, askerden sonra evleneceklerdi. Şimdi ikisini de altüst eden bir durum olmuştu.
Yusuf, ailenin tek erkek çocuğu ve anne, baba ve bacıların hamisi idi. Bütün bunlara rağmen bir yolunu bulup, Fatma ile bağlantı kuracaktır. Fatma ise Ferhat Ağabey’in evine yerleşmekle birlikte iki ablası ve dört ağabeyi arasında mekik dokuyordu Bir yandan da hasta baba ile ilgileniyor. İlk önceleri her kardeş Fatma’yı bir birinden kaçırıyor. O derece seviyorlar. Gelinler ve kızlar kıskanıyor. Zamanla geçim sıkıntısı, büyük şehrin zorlukları, insanların kendi sorunları arasında Fatma’ya olan ilgi azalıyor. Bu ilgi azalırken, çevrede müthiş bir ilgi odağı oluyor. Birçok hemşeri Fatma’ya talip oluyor. Bu güzel kızı kaçırmak istemiyordu.
Oysa Fatma’nın aklı fikri Yunus’ta idi. Mektup yazacak, çekiniyor, ya birinin eline geçerse. İlişki ortaya çıkarsa. Yunus’un gelip kendisini bulma, umudunu hep diri tutuyor. Bir taraftan da Ağabey ve Ablalar sıkıştırıyor. Filanca seni istiyor, falanca seni istiyor. Babam ölmeden senin de Mürvetini görsün. Bu arada takiplerde birbiri ile yarışıyor. Fatma bir arada bir derede kalıyor. Ne yapacağını şaşırıyor. Bir tarafta, gözü yolda Yunus bekliyor, bir tarafta ağabeylerin evinde sığıntı gibi. Bir ara Fatma tutturuyor, bir işe girip çalışacağım. Herkes karşı çıkıyor. "Bu kadar Ağabey, abla varken çalışmakta ne. Hem babaya kim bakacak, herkesin çoluk çocuğu var"
Memleketten gelen haberden de anlaşılacağı gibi Yunus askere gitmiş. Oysa Fatma’yı isteyecek, nişan yapıp, öyle gidecekti. Yoksa vazgeçti. Bu habere Fatma çok ağladı. Açık açık, gizli gizli çok ağladı. Gözyaşsız da ağladı. İnsan gözyaşısız ağlar mı? Ağlar hem de yıllarca, hele bir de mutsuz ise…
Fatma o kadar çıkışsız kalmıştı ki, bu bunalım ile takiplerde birine evet dedi. Tanımadığı bilmediği, beğenip, beğenmediğini bilmediği bir evlilikti. Görücü usulü bir evlilikti. Yunus’u düşündü. Ama ona hiçbir zaman sitem etmedi. Onu da kendi gibi bir biçare saydı. Aslında bu sitemsizliği bile onu ne kadar sevdiğinin bir belirtisi idi. Sitem bile edemeyecek kadar seviyordu…
Düğünde de çok ağladı. O kadar çok ağladı ki, yengesi Mesude’nin dikkatini çekti. Hemen Fatma’yı sorguya aldı. Fatma en çok bu yengesinin severdi. Yaşı da kendine yakın olduğundan adeta kardeş, arkadaş gibiydiler. Fatma bütün olanları, Yunus ile olan aşklarını anlattı. Yenge Mesude de oturup, birlikte ağladılar. Şimdi bütün bu gelişme ve düğün aşamasında, Yunus kapıya dayansa bile dönüş zordu. Yunus da bırak kapıya dayanmayı bir haber bile göndermemişti. Mesude yenge de bu toplumun bir ferdi olarak toplum gibi düşünüyordu. Nikâhta keramet vardır, bazı evliliklerde, nikâhtan sonra aşk durumları oluyormuş falan filan...
Fatma da böyle bir şey olmadı. Eşine bir türlü ısınamadı. Yıllarca gözyaşsız ağladı, ağladı. Ama yine de eşine üç çocuk verdi. Yemin etti. Annesi gibi çok çocuk yapmayacaktı. Oysa buna bu büyük şehir, bu zor şehir de izin vermiyordu. Böyle geçim sıkıntısı içinde üç çocuk bile fazla gelmişti. Ama verdiği sözde durabilmek adına, doğum kontrol yöntemleri öğrendi. Seminerlere bile gitti. Fatma’nın bir oğlu iki kızı vardı. Bir diğer yemini, kızlarını hiç bir zaman görücü usulü ile evlendirmeyeceği idi. İsterse evde kalsınlar.
Büyük kız liseyi bitirip, herhangi bir üniversite kazanmayınca, iş değişti. Eve gelip giden eşinin bir akrabasına kızını verdi. Kızla oğlan hiçte bir birine uygun değildi. Sırf yabancıya gitmesin, mantığı ağır basmıştı. Bakalım ikinci kızda ne yapacak...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.