- 919 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
579 – BİR ÖLÜYE
Onur BİLGE
“Bir Ölüye,
Bir gün, acılı genç bir anne gelmişti dükkânıma. On yaşında ölen kızının ardından senelerdir yas tutuyormuş. Olanları ve altüst olan ruhsal durumunu anlattı bana, dilinin döndüğünce. Ben de onu, Antalya’da kaldığı ve yanıma geldiği zamanlarda, Ankara’daki evine döndüğünde yazdığım mektuplarla teselli etmeye çalıştım ama yeteceğini sanmıyordum. Onun hayata dönmesi için ne yapmam gerektiğini düşünüp duruyordum.
Olay, sıradan değildi. Anne de herhangi bir yaslı anne olsaydı belki daha farklı olurdu. Fakat o aşırı duygusal, haddinden fazla kederliydi. Anlattıklarına göre, olayın şokundan çıkamamış, çıkmak için gayret sarf etmemiş, ne kadar güç olursa olsun acısının bir nebze dahi hafiflemesini istememişti. Çocuğunun odasının kapısını o gün kapatmış, dört yıldır oraya hiç girmemiş, giremiyormuş.
Düğüm noktasının o oda olduğunu düşündüm. Şayet oraya girerse, girmeyi başarabilirse, normale dönmek için büyük bir adım atmış olabilirdi. Orası, yasaklanmış gibi kapalı durdukça o acı yüreğinde öylece kalacak, birazcık olsun azalmayacak, aksine belki de günden güne artacaktı.
“Ne yapsam ne etsem de onu matemden kurtarıp hayata döndürsem!” diye düşünmeye başladım. Öyle ara sıra değil, aklıma geldikçe, yani sık sık, günlerce düşündüm. Çünkü kadıncağızın halinden çok fena etkilenmiştim. O azaba ortak olmuştum bir anlamda.
Aklına bir fikir geldi. Hemen kâğıt kaleme sarıldım, başladım yazmaya:
"Canım Anneciğim,
Sen benim için ne kadar önemlisin, biliyor musun? Canımsın, canımdan da değerlisin! Bunu sana tam manasıyla anlatacak kadar vaktim olmadı. Yanından ansızın, istemsiz olarak ayrılmam gerekti. Onun için sana, seni ne kadar çok sevdiğimi ancak şimdi ve bu şekilde anlatabilirim.
Senden, elimde olmayan bir nedenle uzak kaldığımda derin bir kederle kahroldun, biliyorum. Bu zamana kadar sana ulaşamadığım için beni affet. Arkamdan çok gözyaşı döktün, çok üzüldün, kendini paraladın! Halen öyle yapmaktasın ve ben burada sadece bu yüzden acı çekiyorum. O eşsiz mutluluğum tam olamıyor.
Nasıl anlatacağımı bilemiyorum ama hayal bile edemeyeceğin bir ortamdayım. Her yer ve her şey dünyada asla rastlayamayacağın güzellikte ve ben burada tahmin edemeyeceğin kadar mutluyum.
Yeryüzünde kalmış olsaydım, ne yaparsan yap, bu güzelliklerin binde birini bile sağlayamazdın bana. Onun için beni hiç mi hiç merak etme. Bitir artık gereksiz yere tuttuğun ve uzattıkça uzattığın yasını! Bitir ki ben de burada rahat ve huzur içinde olabileyim! Burada bana bahşedilen nimetlerle sonsuz haz ve huzur içinde olmam gerekirken sen üzülüp ağladıkça ağzımın tadı kaçıyor, mutluluğuma gölge düşüyor.
Odama neden girmediğini anlayamıyorum. Benim orada olduğumu farz et. Yanıma gel, benimle otur, konuş. Bak, ben de sana böyle hitap ediyorum. Mektupla bağlantı kurabiliyorum. Aç odamın kapısını, benim orada olduğumu hayal et. O şekilde bağlantı kurmaya çalış benimle. Aslında ben yok olmadım ki! Var olan hiçbir şey yok olmaz ki anneciğim! Şekil değiştirir sadece.
Odama gelmezlik de etme! Aç kapıyı artık! Kaldır aramızdaki engeli! Bana ait eşyalardan rahatsız oluyorsan, ihtiyacı olanlara dağıt onları! Değilsen öylece bırak ama yanıma gel! Yanıma gel, anneciğim, beni daha yakından hisset! Ben de seni hissedeyim. Hem de sık sık gel.
Ne kadar isterdim sana eskisi gibi sarılabilmeyi, yanaklarından defalarca öpebilmeyi ama biliyorsun ki bu şimdilik mümkün değil ama uzaklardan da olsa hayal etmek ve hissetmek imkânsız değil.
Lütfen çıkar aramızdan o heyula kapıyı artık! Ne kadar güzel bir ortamda olduğuma, ne kadar huzurlu ve mutlu olduğuma inan ki odam da eşyalarım da rahatsız etmesin seni.
Ben ölü değilim, bir başka boyutta yaşıyorum anne. Hem de dünyada yaşadığımın binlerce kat fevkinde… Yok olmak hayvanlar için, insanlar için değil. Hem artık bir daha ölmek yok, sonsuza kadar yaşamak var burada. İstese de yok olamaz kimse! Sonsuza kadar bu böyle…
Haydi, sil gözyaşlarını artık ve benim gibi mutlu olmaya başla. Paylaşalım cennet mutluluğunu. Dünyaya getirdiğinden beri maksadın beni mutlu etmek değil miydi? Bütün gayretin onun için değil miydi? O bana kısa yoldan sağlandıysa amacın gerçekleşmiş demektir. Anlayamıyorum, neyin yasını tutuyorsun ki?
Haydi, katıl sevinç ve mutluluğuma! Kederinle yasınla tasanla gölgeleme. Yalnız bırakma beni.
Ben, özlediğin anda, istediğin yerde olacağım. Sen de benim istediğim yerde, benimle ol, lütfen. Birbirimize kavuşuncaya kadar bu şekilde devam edelim. Söz ver bana. Bir daha hiç üzülmeyecek, asla ağlamayacaksın.
Seni çok ama pek çok seviyorum. Sana bu mektubu ulaştıran arkadaşının aracılığıyla mektubunu bekliyorum. Sen de bana duygularını yaz, lütfen.
Sevgiler… Saygılar…
Kızın Kıymet”
Bir mektup da ben yazdım ve ikisini de aynı zarfa koydum, postaladım. Mektupları okuyunca şaşırmış kalmış ama çok sevinmiş. Sanki ahirete intikal eden, dört yıldır haber alamadığı kızından gerçekten çok güzel haberlerle dolu bir mektup almış gibi mutlu olmuş. İlk işi o odaya girmek olmuş.
Oda, bırakıldığı gibi duruyormuş. Oldukça tozlu ama olduğu gibi… Yatak toplanmamış, giysiler çıkarıldığı gibi kalmış. Çalışma masasının üstünde defterler, kitaplar, kalemler, oyuncaklar, bebekler… Sanki az önce kullanılmışlar da her an kullanılmaya hazırlarmış gibi… Oralardaymış gibi yavrusu… Duyuluyormuş gibi evlat kokusu…
Sonra sarılmış kaleme kâğıda, iki farklı mektup yazmış. Biri kızına, biri bana… Kızına hitaben yazdığı, dört yıllık hasretini ve ona olan sevgisini anlattığı mektubu okurken adeta kendimden geçtim!
Olağanüstü bir olaydı bu! Ölen çocuğun ağzından yazılan, yaslı annesine gönderilen bir mektubun tesiri ne kadar da güçlü olmuş! Her zamanki gibi benden gelen bir mektup zannederken, açtığı zarfın içinden, yıllardır haber alamadığı kızının dilinden yazılmış olan bir mektupla karşılaşınca ne yaptığını, neler hissettiğini, o andan itibaren nelerin nasıl değiştiğini yazmış bana. Ağlayarak okudum.
Düşünsene, ölümünden beri çocuğundan en küçük bir haber alamayan anneye, birdenbire uzunca ve tafsilatlı bir mektup geliyor, ahiretten. Ahiretten, hem de cennetten... Uzun uzun cennet tasvirleri... Birlikte olduğu kimseler... Yedikleri içtikleri, gezdikleri yerler... Gılmanlar, huriler...
O zamana kadar gittiği tüm doktorların, dertleştiği bütün insanların yapamadıklarını yapıyor birkaç sayfalık bir yazı. O yazıyla değişiyor, ölü gibi yaşamakta olan bir kadının hayatı. Gözyaşları içinde okuyor mektubu. Okuyor, kokluyor, bağrına basıyor! Tekrar tekrar okuyor. Sonra ilk iş olarak o odanın dört yıldır kilitli duran kapısını açıp içeriye giriyor.
Zaman durmuş orada. Yatak, dolap, oyuncaklar, defterler, kitaplar, giysiler, bebekler... Yaşasaydı, defalarca yer değiştireceklerdi. Açıyor penceresini, havalandırıyor, temizliyor ve kullanmaya başlıyor.
Aklı başına geldiğinde tüm minnettarlığıyla bana bu değişimi anlatan müjdeli bir mektup yazıyor.
Ben de tersini yapacağım artık. Diriden ölüye mektuplar yazacağım. Adres belli olsa da olmasa da yerine vasıl olmayacağını bile bile hem de…
Tövbeden sonra kuvvetle hissetmeye başladım Müslümanlığımı. Meğer ölüymüşüm bu zamana kadar. Kaptan’ın ellerinde dirildim.
Sen diriydin ben ölüyken. Senin ölümün hayat verdi bana.
Darısı başına!
Diri”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 579
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.