- 542 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Kapı
Akşam serinliği çökmüş, Medine’nin en güzel yerine kilitlenmişti. Vakit geçmek bilmiyor, dakikalar ruhuna işkence ediyordu. Zaman orada da zalim yüzünü göstermişti. Bedeni ise hastalığa direndikçe, ona teslim olmaya başlamıştı.
Nihayet akşam ezanı okununca ruhunda bir nebze de olsa bir ferahlık ve esenlik duymuş ve kendini imamın duru sesiyle mescidin duvarlarında gezdiren Kur’an ayetlerine bırakmıştı. Namazın derin haşmetine kapılan mü’minler, nefes alıp verme dışında hiç kıpırdamıyorlardı. Her şey önemini yitirmişti, namaz dışında...
Sonunda imam selam vermiş ve kapıdan ayrılanlar olmuştu. O, kapıya yakın yerler arıyordu. Kapı açılır açılmaz yüreğini ona sunmak, gözyaşlarını ona doğru akıtmak ve acıtıp sancıtan ne varsa ona söyleyip şifa ummak için...
Birçok kadın namazdan sonra kalktılar ve boşluk oluşturdular. Boşlukları gözleyen gözleri hemen koştu, kapıya yaklaştı ve şükretti.
Şimdi tam yeşil kubbenin altında oturmuş, kapıya yakın bir yerde beklemeye başlamıştı ve zamanın işkencesine teslim olmuştu.
Oturduğu yerde artık hiçbir boşluk kalmamıştı, gelenler gitmemeye yeminliydi. Ne pahasına olursa olsun hiçkimse kapıdan ayrılmayacaktı. O da kararlıydı. Onu görmeden gitmeyecekti. Ama zaman durmadan işkence ediyordu. Bu işkence ruhuyla birlikte bedenini de hasta etmeye başlamış ve o artık bu işkenceye dayanamaz bir hale gelmişti.
Midesinde bir bulantı başlayınca o güzel mescidi kirletmemek ve mü’minleri rahatsız etmemek için ayağa kalktı.
Son kez kapıya baktı. Gözleri kapıda kaldı, aklı ve yüreği ise zamanın işkencesinde.
Kalktı ve dışarı çıkmak için çabaladı, mide bulantısı arttı.
Derken kusmaya ve sonra fenalaşmaya başladı. Mescid-i Nebevî’nin dışına çıkıp yeşil kubbeyi geçti. Gecenin sessizliği, yatsı namazı vaktininse huzuru çökmüştü. Ama o kusa kusa yürümeye başlamış ve etrafta bir tanıdık yüz bir yardım aramıştı. Gözleri ferini yitirdiği esnada tekerlekli sandalye iten bir genci fark etti. Gence koşup yardım istedi “Kardeşim çok hastayım beni otelime götürür müsün?” Genç şaşkın ama soğukkanlı bir şekilde “Bu sandalyeyi başkasına götürüyordum” dedi. O, gözlerinde çaresizlikle konuştu ve “Ne olur yardım et çok hastayım” diye tekrarladı. Genç sandalyeyi dönderdi ve oturmasını söyledi. Kusa kusa mescidin avlusundan otele doğru ilerlediler. Zaman işkencesine devam ediyordu. Bedeni yeşil kubbeden uzaklaştıkça idraki de ruhunu terk ediyordu. Kendinden geçmeye başlamıştı ama gözlerinde kalan son ışık parıltısını kaybetmemek için direniyordu. Nihayet güç bela otele vardılar. Cebinden birkaç riyal çıkarıp gence uzattı. Sahabe ahlaklı, dalgalı kumral saçlı ve açık tenli genç başını kaldırıp “Para istemiyorum” dedi ve sandalyeyi alıp gitti.
Hasta ve bitkin bir vaziyette odasına çıkardılar. Üzerini başını temizlemesine yardım ettiler. Hala acı çekiyordu. Derken ambulans geldi, doktor ve yardımcısına durumu anlattılar. Mescid-i Nebevî’nin avlusundaki hastaneye getirdiler. O an kendindeydi. İçinde peygamberin kapısından dönmüş olmanın acısını hissetti. Bu acı bedenindeki hastalığından ağır basıyor adeta merhemi olmayan bir yara gibi çaresizliğini ikiye katlıyordu.
İğne ve serum verdiler. Sonra kendinden geçmiş bir ceset yığın olmuş yatıyordu sedyede. Başında bekleyen iki dost. Onların gözü de gönlü de kapıda kalmıştı. Şimdi O’nun kapısında gül kokusunu almak varken bu günaha bulanmış hasta bedenin başında bekliyorlardı. Ama biliyorlardı ki Allah hiçbir çileyi karşılıksız bırakmazdı. Parmağına iğne batsa bile kefaretiydi günahlarının. Böyle düşündüler. Günahlarını O’nun kapısında dökmek de nasip olmazdı herkese. Sahip çıktılar dostlarına. Başında beklediler saatlerce.
Zaman ilerliyor sabah namazı vakti yaklaşıyordu.
Gözlerini otel odasında açtı. Başında arkadaşı bekliyordu. Beklemekten yorulmuş ve gözlerini kapayıp ruhunu uykuya bırakmıştı.
Seslendi: “Buraya nasıl geldim?”
Arkadaşı tekerlekli sandalye ile otele getirdiklerini anlattı. Sonra müsaade istedi. Müsaade elbette onundu. Bu kadarı bile fazlaydı.
Uykuya daldı. Saatler geçmiş gün ağarmıştı. Nihayet hastanın beklediği o sabah gelmişti. Onunla birlikte şifa da gelmişti sanki.
Yataktan doğruldu. Kalbinde bir sancı vardı. Sanki dün gece kalp krizi geçirmiş gibiydi. Peygamberin kapısından dönmenin ıstırabıydı acıtan.
Oda kapısının önünde birileri konuşuyordu. Veysel Karani’den bahsediyordu biri. Diyordu ki, “o zat peygamberin kapısına kadar geldi ama onu göremeden dönmek zorunda kaldı...”
Birden zihninde şimşekler çaktı. Bu kaderi paylaşmanın hem hüznü hem sevinci her yanını sardı. Kapısından geri dönmek sadece nasipsizlik değildi. Belki büyük bir aşığın imtihanıydı...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.