- 1289 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
SANATTA ÖZGÜNLÜK VE BİRİCİKLİK
Şiir sanatı, yetenek temelli bir alan gibi görünüyor olsa da her sanat dalında olduğu gibi felsefi ve kuramsal yönü daha ağır basar. ‘Ben şiirimde kültürümü, duygularımı, sezgilerimi anlatırım, içimden geldiği gibi yazarım’ demek sanat olgusuna biraz sığ bakmak demektir. Her sanatta olduğu gibi kişisel yetenek önemli bir etkendir; ancak yetenek konusunu bir kenara koyup şiiri kuramsal açıdan ele almak, geleceğin şiirinin kurulması için bize önemli veriler sağlar. Sorulagelmiş ya da bugüne kadar sorulmamış farkındalık yaratan sorular sormaya iter bizi. Nasıl ki bugünün bilimlerinin çıkış noktası felsefeden hareket almışsa şiir sanatı da kuramsal bilgi, düşünce ve dilin teknik kullanımından hareket alarak geleceğini kurar. Bu durumda şu soruları kendimize hemen sormalıyız: Şair; şiirini nasıl yazar veya bir şiir nasıl doğar, hangi süreçten geçmelidir; dil, duygu, düşünce ve bilimle ilişkisi nedir?
Tarihe baktığımızda divan şiiri dışındaki şiir anlayışı çoğunlukla halk ağzı ile kendine zemin bulmuştur. Yunus Emre’den Aşık Veysel’e kadar büyük şairler, bugün bile hayranlıkla okuduğumuz insan odaklı şiirler yazmışlar ve bizim şiir yolumuza aydınlık olmuşlardır. Divan şiiri de bu aydınlığın önemli bir parçasıdır. Ancak bütün sanat dalları, modern sanat dönemiyle birlikte kuramsal bilgi, teknik olanak, dilsel ayrıntı ve bilimsel verileri baz alma yoluna girmiştir. Şiir bir sanat alanıdır; bunun yanında bilimsel disiplini olan bir bilgi kütlesidir; yani bir bilim alanı olma yeteneğine sahip bir bütündür. Bu yüzden şiir sanatı, sanat bilimi açısından ele alınmalı ve çağdaş sanat anlayışının öngördüğü bir yön çizmeye çalışılmalıdır. Ayrıca doğa, sosyal ve insan bilimleri ile olan ilişkisi doğru çözümlenmelidir. Kullanılabilir bilgi ve kirli bilgiyi birbirinden ayırt etmek ve şiir sanatının geleceğini insanı kavrayan bir yapıya taşımak, günümüzün görünen bir gereksinimidir.
Sanatı bir bütün olarak ele aldığımızda, sanat bilimi ve ontolojik inceleme sonuçlarına dayanarak şöyle diyebiliriz: Şiir veya herhangi bir sanat eserinin ortaya çıkmasında iki aşama vardır: Birincisi; sanatçının duyusal ve düşünsel dünyasını oluşturan ve imgelemi doğuran bilinç dünyası, diğer deyişle “imgelem” sürecidir. İkincisi ise bilinç dünyasının yani sanatçının imgeleminin, sanat dili, teknik ve teknoloji yardımıyla kendine özgü ve özel biçimlerde nesnelliğe dönüştürülmesidir.
Sanat yaratım sürecinde, yani bilinçten imgeleme kadar (imgelem dâhil) olan süreçte, sanatçı ne kadar bilimsel ve teknik verilere sahipse, artalan bilgisi ne kadar zenginse, donanımı ne kadar güçlüyse, imgelemi o kadar zengin olur ve insanı kavrayan değerlere o denli egemen olur. Onun; görme, işitme, duyma, sezme yetisi daha güçlüdür. Soyut, sanal, bilinç üstü ve fizikötesi görüngüleri daha sağlam temele oturur. Bir anlamda, sanatçının bilinçten imgeleme kadar olan sürecinin asıl kaynağı; duyusal, teknik, bilimsel, insani ve sosyal disiplinlerden beslenir.
Bu yazının temel konusu olması ve sık sık kullanacağım için imgelem kavramını bir kez daha burada açıklamaya çalışayım: “İmgelem; toplam bilgi birikimimiz, belleğimiz ve bilincimizin zihinsel ve duygusal olarak ortaya koyduğu tüm tasarılar, fanteziler, sezişler, anlamsal görünüş ve görüntülerdir. Bilgilerin yoğurularak anlamın derinliklerinde gezinilmesidir; düşlemin daha geniş alanıdır. Düş ve düşünme gücünün zihinde ortaya çıkardığı örüntüler evreni olarak da tanımlayabiliriz. ”
Bu düşünceden hareketle, lisans ve lisans üstü sanat eğitim içeriğinin etki ve ilgi alanı, “imgelem yetisi”nin güçlendirilmesi olmalıdır. Diğer bir söylemle eğitim izlencesinin içeriği, öğrencinin imgelem yetisini güçlendirmeye yönelik olmalıdır. İmgelem yetisi güçlü olmadan insanı kavrayan ve insanın derinliklerine sızan imge yaratılması olası değildir. Bu nedenledir ki imgelem olanakları belli bir düzeye çıkarılmadan ortaya çıkacak sanat, geçmişte var olan klişeleşmiş anlayışı kırabilme yeteneği taşımaz. Her şairin belirli bir dünya algısı ve onu anlamlandırma yetisi vardır. Ancak şair, bilimsel veri ve sanat biliminin ayrıntılarına egemen olmadan kuracağı şiir var olanlara yaslanmak zorunda kalır. Bana göre bu biçimde yazılan her şiir, özgün ve biricik olabilme yeteneğinden ödün veriyor anlamına gelir.
Çağı aşan şiiri yazabilmek ve şiire yeni bir gelecek kurmak, şairin imgelem gücüne ve zenginliğine bağlıdır. Bizler, uyutmak için büyük sahte tasarıların içine itilen ve bu anlayışla sanat üretmeye çalışan şanssız bir kuşağız. Salt sosyal alanda değil bütün alanlarda, bölünmüşlük, bilgiye saygısızlık, okumadan yazmak, kendini gösterme bencilliği, ideoloji ve inanç kaygısı gibi etkenler, ne yazık ki Türk şiirinin de derinden etkilendiği onulmaz bir hastalıktır. Konuyu dağıtmamak için öncelikle şunu söylemeliyiz: Şiir sanatına bir gelecek kurmak istiyorsak kuramsal bilgiye ve bilgiler arası eşgüdüm ile onun bilimsel çözümüne gereken önemi vermek durumundayız. Onu, gerektirdiği disiplinlerle ele almalıyız. Örnek olması için, 24. İzmir Kitap Fuarı’ndaki izlenimlerimden edindiğim sonucu burada dile getirmeliyim. Günümüzün şair ve yazarları, çevrede ne olup bitiyor, öneme değer eser var mı, kim ne kadar nitelikli yazıp çiziyor, bakmıyor bile. Tanınmışlığı, tanıdıklığı veya popülarite devşirme beklentisi yoksa, diğerinin eseri onlar için yok hükmündedir. Bunun kısaca tanımı, okumadan yazmak demektir; hedef, sanat ya da yazın değil demektir. Oysa iyi eser nitelikli etkileşim sonucunda üretilebilir. Birbirimizden öğreneceğimiz o kadar çok şey var ki; ben yetkinim diyen şairler buna dahildir. Bilgi bilgiyle, bilgi katılımla, bilgi çoğul düşünce yaklaşımlarıyla çoğalır. Sanat eseri bireysel çıktıdır; gerisindeki imgelem, toplumsal, yaşamsal, deneyimsel, bilimsel, olgusaldır. Sanat kültürü ve sanatta yaratıcılık bilginin çözümü, yorumu ve deneyim sonucu gerçeklik kazanır; estetik değer üretme yeteneğine sahip olur. Deneyim aktarılmazsa ve deneyimden yeterince yararlanma yoluna gidilmezse, şiirin varacağı nokta bugünün gerisinde kalması demektir; durağanlık, geriye gitmek demektir sanatta.
‘Türk şiiri magazinsel söylemler üzerinde yönlendirilmektedir.’ diye bir tümce kurarsam pek çok şair karşı çıkacaktır; ancak işin ayrıntısına girdiğimizde bunun gerçek olduğuna tanık oluruz. Sanatçının imgelem gücü, çok boyutlu veri akışıyla artırılabilir. Biz insanların en onulmaz hastalığı neyi bilmediğimizi bilmiyor olmamızdır. Şiirin birkaç teknik ayrıntısını bildiğimizde dünya şirini anlamışız gibi duyumsarız. Aslında şiirin teknik ayrıntısı herkesin kısa bir eğitimle edinebileceği bir konudur. Asıl olan şiiri yazdıran ve imgeyi kurduran imgelemdir. İmgelem gücü öyle kolay elde edilecek bir sonuç değildir; yaşam, evren, insan ve bilimlerin karşılıklı ilişkilerinin çözümünden doğan bir yetenektir. Geleceği kucaklayan şiiri ancak ve ancak bu güce sahip şairlerin yazabileceğini söylemek yanlış olmaz.
Sanatın doğumundaki ikinci aşama ise teknik kısımdır. Biraz da ustalık ve yetenek alanıdır. Renge, ışığa, sese, harekete ve güzel söze dökme işidir. Zaten bu konu her yerde, her yazıda, her kurs ve sohbette insanlara aktarılmaya çalışılıyor. Aslında sanatı ticari sektörlerle iç içe çalışmak zorunda bırakan aşama ve süreç burasıdır. Herkes Nazım’ın iyi şiir yazdığını bilir; ancak kimse ona o şiirleri yazdıran imgelem gücünün kaynağını sorgulamaz. Sanat, estetik ve şiir gibi kavramlar; insan zihninin sahip olduğu bilgi ve deneyim yüküne, yaşam koşullarının şekillendirdiği duygu gücüne göre şekil alır.
İmgelemin nesnelleştirilmesi ve somutlaştırılması sanattaki ikinci aşamadır, demiştim. Bilim ve teknolojiyi çok daha yoğun ve görünür biçimde kullanan süreçtir. Ayrıca sanat dili kullanımı bu aşamadan sonra öne çıkar. Salt duygunun ivmesi ile sanatsal edim açıklanamaz. Söz ettiğim iki nedenden dolayı, sanatı ve eleştiriyi bilimselliğin dışında düşünmek, sanatçı, sanat, bilim, bilinç, imgelem ve bilgi kavramlarının arasındaki bağıntıya bütüncül verilerle bakmamış olmayı gerektirir. Aslında burada anlatmaya çalıştığım şey, sanatın yaratım sürecidir. Özgün ve biricik olma özelliğine giden yoldur. Aslında B. Croce’nin dediği gibi “estetik yaratma süreci” ile benzerlik gösterdiğini söyleyebiliriz. Hatta, B. Croce’nin estetik yaratma sürecindeki ilk üç aşama, “izlenim, tinsel sentez ve hedonist eşlik” bilinçten imgelem sürecine karşılık gelen aşamayı oluşturur. Son aşama ise imgelemin nesnelleştirilmesi aşamasıdır ve Croce bunu “fiziki fenomenlere aktarılması” diye ifade eder.
Şiirimizde en çok ilgi duyduğumuz alan, sanat yaratım sürecinin ikinci aşamasıdır; yani dilsel ve imgesel alanıdır. Genel duruma baktığımızda, şiir nasıl yazılır, imge, bağdaştırma ve sapma nasıl yapılır, türündeki soruları yanıtlamaya çalışırız. Bunların yanıtlarını bulunca iyi şiir yazılır düşüncesindeyiz çoğunlukla. Oysa bu soruların yanıtları, sanat eseri ortaya koymanın teknik gerekliliğidir. Şiirde dilin yetkin kullanım ayrıntılarıdır. Bunları her şair bilmek zorundadır zaten; bilmeden şiir yazılamaz. Yazıldığını varsaysak bile yazılanlar, öykünen ve sıradan bir metin olmaktan öte geçemez. Şiir, gördüğünü, duyduğunu, içinden geleni anlatmak değildir; gördüğünü, duyduğunu yeni baştan anlamlandırmak ve estetik değer yaratacak biçimde insanı kavrayan imgeyi ve imge bütününü kurmaktır.
Şiire sanat eseri olma özelliğini kazandıran, salt dil kullanım yeteneği değildir. Anlamsal derinliğin; insan, yaşam ve evren ile olan ilişkisindedir. İmgelem gücü ve zenginliği; her sanat eserinin doğumunda ön koşuldur. Başka bir deyişle güçlü imgelem, gelecekle anlam ilişkisini kalıcı ve yaratıcı kurmak demektir. Bu nedenle, şiir eğitimi/kursu veren ve okullarda şiire yönelik çalışanlar, hedef kitlesinin imgelem yetisi, gücü ve zenginliği üzerine yoğunlaşmalılardır.
Sonsöz olarak şunu söyleyebilirim: İmgelem yetisi yüksek şair, aynı zamanda dili çok iyi kullanan kişidir. Bilgiyi çözümlemiş, yorumlamış ve daha yetkin dil kurgulama yeteneğine sahiptir. Dile, çağa, deneyime, iletişime, okumaya ve araştırmaya önem veren; bunları yapan kişidir. Okurun algısını, estetik kaygısını, yaşam ve evrenin gelecekle olan ilişkisini, zihninde çözümlemiştir. Var olana değil; estetik ve sanatsal değer taşıyan ögelere kendiliğinden yönelecek demektir. Sanattaki “özgünlük” ve “biriciklik” kuralı bu noktadan sonra geçerlilik kazanır. Usta çırak yöntemi yetişmiş olmak elbette önemli bir deneyimdir; ancak özgün ve biricik kuralına uyan eser üretmek için yeterli bir süreç değildir. Bu nedenle; okumadan, sanatın felsefesine girmeden, kavram ve terimler arasındaki anlamsal konumu ve hiyerarşisini zihinde çözümlemeden şiir yazmak, trenin raylar üzerinde seyretmesine benzer; yönü ve hareketi raylar belirler. Sanat kumandanın dış etkenlerde olmasını kabul etmez. Özgür olmalı ve sınır gözetmemelidir. Sanatın sanat olabilmesi için; biçimden anlama, anlamdan anlatıma, sesten çağrışıma, coşumdan estetiğe kadar tüm varlık katmanlarında sanatçının özgün yaratısı gereklidir. Temmuz 2019, Narlıdere
Çağdaş Türk Dili dergisinde yayımlandı...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.