- 347 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
Dozerle kaybeden aşkla kazanır
Şantiyego’da ne derler bilirsiniz: Dozerle kaybeden aşkla kazanırmış. Bizde de aşkla kazanmak isteyen dozerciler buzulçağından kalma gölü simsalabim kaybettiler işte. Gümüşhane’de kepçe/dozer marifetiyle kurutulan, sonra da "Aman biz ne yaptık!" telaşıyla kalp mesajıyla, pardon, taşıma suyla hayata döndürülmeye çalışılan Dipsiz Göl mevzuunu işitince aklıma hemen Ali Ural’ın kaleminden okuduğum Bolotnikova gölü hâdisesi geldi. "Ne olmuş Bolotnikova gölüne be adam?" derseniz arzedeyim: Bu da kaybolmuş.
Ama bunda kepçe/dozer marifeti yok. En azından olayın zâhirinde âdemoğlu parmağı görünmüyor. Çok şükür. Öyle birkaç günde falan olmuş birşey de değil bu ha. Yanlış anlaşılmasın. Bir gecede olup bitmiş herşey. Sessizce. Yüzyıllardır varolan gölü "Ne olabilir ki canım!" rahatlığıyla bırakıp evlerine dönen balıkçılar, sabah bakıyorlar ki, göl olmuş şinanay. Balıklar olmuş sizlere ömür. Evet. Aynen. Bir yatımlık zamanda kayboluyor koca göl. Kim yapar? Nasıl yapar? Müge Anlı’yı arasak mı? ABD’den falan bile şüphelenenler varmış köyde.
Ben ihtimal vermiyorum. Böylesi suçlamalar soğuk savaş dönemi Rus alışkanlığıdır. Ne yapsın coniler gölü? Uydudan pipet uzatıp hüpletecek halleri yok ya. Yoksa var mı? Aman! Bilimkurgu yapımları yüzünden evimizin emektar mutfakrobotundan bile "Kızdırırsak birşeye dönüşecek!" diye korkar olduk. Ne yerlilerin ne yeryüzünün huzuru kalmadı vesselam.
Dikkatinizi çekiyor mu? Böylesi haberleri duyma aralığımız sıklaştı. En doğrusunu Allah bilir ya içilebilir su kaynakları giderek tükeniyor diyorlar. Aral gölünde bile büyük çekilmeler başgöstermiş. Çoklarımız azalmış. Barajlar kuruyor. Hasılı: Dünya sonuna doğru koşuyor. Biz de motivasyonunu arttırmak anlamında elimizden geleni yapıyoruz. "Üçüncü Dünya Savaşı sudan sebeplerle çıkacak!" diyenlere "Öncekiler de öyle değil miydi?" dedikten sonra "Haaa!" diye katılıyoruz. Gülüyoruz da. Hakikate sonradan uyananların iştirakidir bu. Ve bütün bu dünyevî muhabbetlerin arkasından Mülk sûresinin gayb-aşina sesi/suali duyuluyor: "Eğer suyunuz çekilse size kim bir akarsu getirebilir?"
Sadece Mülk sûresi mi? Hayır. Kur’an’da su kaynaklarımızın faniliği üzerinden bize ihtarlarda bulunan çok yerler var. Bunlardan bir tanesi de Kehf sûresinde. İki bağ sahibinin kıssasında. Hani orada da acizliğini unutanı diğerine kısa bir mealiyle diyor: "Bunun hiç yok olacağını sanmıyorum. Kıyametin kopacağını da zannetmem. Şayet Rabbimin huzuruna götürülürsem muhakkak orada bundan daha hayırlı bir sonuç bulurum." Diğeri onu bu kem halet-i ruhiyeden vazgeçirmek için birçok nasihatte bulunuyor. İçlerinden bir tanesi şöyle: "Yahut bağının suyu yerin dibine çekilir de bir daha suyunu çıkarıp bağını sulayamazsın."
Sadede koşayım: İşte, arkadaşım, ’kıyametin inkârı’ bahsinin ardından ’suyun çekilmesi’ uyarısının gelmesini manidar buluyorum. Hatta ’bir kanunun ifadesi’ olarak görüyorum. Hani 20. Söz’de de deniliyor: "Kur’ân-ı Hakîmde çok hâdisât-ı cüz’iye vardır ki, herbirisinin arkasında bir düstur-u küllî saklanmış ve bir kanun-u umumînin ucu olarak gösteriliyor." Burada da bence öyle birşey oluyor. Çünkü, malumundur, her neyin kıyameti yaklaşsa onun cansuyu çekiliyor. Cansuyunun çekilmesi başlayınca az-çok tahmin ediyoruz ki: Bunun kıyameti yakındır. Aynen. Ağaç kuruyunca böyle oluyor. Göl çekilince böyle oluyor. Gayret sönüverince böyle oluyor. İhlas yitirilince böyle oluyor. İlgi kaybolunca böyle oluyor. Hasılı: Hayatta tutanın sahaya çıkmaz oluşuyla üzerinde yükselen binalar da yıkılıyor.
Suyun yitirilmesinde kabahatimiz yok mu peki? Elbette var. En az Dipsiz Göl’ü gümleten dozerciler/kepçeciler kadar var hem de. Bir kere evveliyetle aynı hatayı yapıyoruz zaten: Elimizdekini önemsememeye başlıyoruz. Bunun önsözünde şükürsüzlük var. Teşekkür etmeyi bıraktığımız, ’teşekkür edilmeli’ fikrini kafamızdan/kalbimizden kovduğumuz şeyler dünyamızda sıradanlaşıyor, detaylaşıyor, önemsizleşiyor. Sonra eylemlerimiz onların kıymetli varlıklarını kollamaz hale geliyor. ’Ne mutlu ki’ler ’hep öyle olagelen’lere dönüşüyor.
Tıpkı bağ sahibi gibi yapıyoruz. "Gitmez bu elimizden!" sanıyoruz. "Ne yaparsak yapalım gitmez." Fakat kazın ayağı öyle değil. Fakat öyle olmuyor. Dipsiz Göl’ün binlerce yıllık ömrünü bitirmeye bir dozer bir kepçe yettiği gibi yıllardır süren evlilikleri bitirmeye de bir kem söz bir kem tavır yetiyor. Aynı umursamazlık onun da cansuyunu kurutuyor. Başlarken mutluluğu ne kadar dipsiz görünürse görünsün. Birazcık özensizlik yetiyor akışını bozmaya.
Evet. Her kötü hikayenin bir öncesi var. Farkedilmemiş bir öncesi. Uyanılmamış bir öncesi. Bardağı taşıran son damladan öncesi. Cansuyunu kurtarmak isteyenlerin buraya geri dönmesi gerekiyor. Belki biraz bu yüzden İslam şükretmeyi hayatın en önemli parçası olarak aşılıyor. Elhamdülillah. Şükrediyoruz. Etmeliyiz. Çünkü yokluğu kıyametimizi yaklaştırıyor. Kıymetini unuttuğumuz herşeyi kurutmaya teşneyiz. Bizi kendimizden de korumak lazım.
YORUMLAR
Her kapı şükre açılıyor. Fakat öyle yüzeysel değil, alabildiğine derin, alabildiğine samimi bir şükür... Bilinçaltına şükretmeyi öğretmesi gerekiyor insanın. Önce olduğu gibi kabullenmeli. Sonra olan için şükretmeli.
Kaleminize sağlık Ahmet Bey.