AMAK-I BAHR (Denizin Derinlikleri)
Bir zamanlar baş uçlarda çiçek açardı şiir kitapları. Kitaplıklarda meltem rüzgarları estirirlerdi. Hayallere nüfuz etmiş, sevdanın, aşkın, mutluluğun… ya da hüznün, sılanın, ayrılığın şarkılarını söylerdi.
Sonra diğer kitaplar geldi. Sevda yelleri esmez, yağmur hüzün damlalarını damlatmaz oldu. İşte o zaman bizim Kabuklu’nun hikayesi başladı.
Bizim Kabuklu, kırmızı yanaklı, sevimli ve akıllı bir çocuktu. Şiir gezegeninde mutlu mesut yaşarken, arkadaşlarıyla ağaçların arkasına saklanmadan, yeşillikler arasında koşup oynarken birden kendini denizin kenarında buluverdi. Daha önce gezegeninde var olan bir şey değildi bu. Önce irkildi, şaşırdı. Ağaçların yapraklarında oluşan su birikintilerinin bir araya gelmiş, neredeyse gezegenini yutacak kocaman bir su birikintisiydi. Korkmuştu ama merak da etmemiş değildi. İlkin denizi kucaklayarak onu avuçlarının içine almak istedi ama bunun mümkün olmayacağını görünce denizin kendini kucaklamasına izin verdi. Derin bir nefes aldı ve denizin derinliklerine işte böyle daldı.
Kabuklu artık denizin dibindeydi. Arkadaşları da yoktu. Ancak burada da arkadaş bulabilirim düşüncesiyle dolamaya başladı.
- Ahh! Dikkat etsene, görmüyor musun beni? Sesiyle kendine gelen Kabuklu, yanlışlıkla ahtapotun ayaklarından birine bastığını fark etti.
- Özür dilerim ahtapot kardeş. Ben buralarda yabancıyım da...
- Hımm. Demek yabancısın.
- Evet. Aslında kendime konuşacak, denizi bana anlatacak bir arkadaş arıyordum. Sen benim arkadaşım olur musun?
- Tabiyki olurum. Bak görüyorsun deniz etrafımızdaki gibi oldukça yeşillik bir yer. Burada yeşil yosunlar yaşar. Bazen balıkların da buradan gelip geçtiğini görürsün.
Ahtapot böylece Kabuklu’ya içinde bulundukları yeri anlatıp dururken vakit de epeyce ilerledi. O geceyi ahtapotla beraber yeşil yosunlar arasında geçirdi. Ertesi sabah uyandığında arkadaşının gitmek için hazırlandığını gördü.
- Gidiyor muyuz? Demeye kalmadı ki ahtapot oradan ayrıldı. Tabi Kabuklu’da yalnız kalamazdı
onu izlemeye karar verdi. Onun arkasından ilerledikçe denizin yeşillikten ibaret olmadığını kumulların, taşların, karanlıkların ve farklı renklerde bitkilerin de olduğunu fark etti. Kabuklu tüm bunlara şaşkın şaşkın bakarken takip ettiği arkadaşını da kaybediverdi. Bu koca deryada tam bir arkadaş bulmuşken nasıl kaybederim diye hayıflanıp üzüldü. Denizi keşfetmek için ilerlemekten başka yapacak bir şey yoktu. Ancak gördükleri karşısında aklıda epeyce karışmıştı. Ahh nerede kaldı kendi gezegeni. Orada var olan rüzgarlar su damlaları burada yoktu. Tam bu düşüncelere dalmışken koşarak kendisine doğru gelen bir balık sürüsü gördü. Ne olduğunu anlamadan endisini de sürüklemeye başladılar.
- Arkadaşlar durun hele ne oluyor, nereye koşuyorsunuz böyle? Haydi durun da konuşalım. Hem size soracaklarım var. İçlerinden biri
- Duramayız. Görmüyor musun herkes koşuyor. Herkes koşarken biz duramayız.
- Ama niçin koşuyorsunuz ki?
- …
Neyseki balık sürüsü artık onu sürüklemekten vazgeçmişti. Bu sırada epeycede yoruldu.
- Şu taşın üstüne oturup dinleneyim. Deyip taşa yönelmişti ki tanıdık bir ses
- Ahh ne kör çocuksun sen böyle diye seslendi.
- Afedersiniz sizi göremedim.
- Belli oluyor.
- Ben buralarda yeniyim. Bir arkadaşım oldu tıpkı sizin gibi ama onu kaybettim. Sanırım yolumu da kaybettim.
- Üzülme dedi ahtapot. Burada yol diye bir şey yoktur. İstediğin yöne gidebilirsin ancak önemli bir husus var her gittiğin yöne ayak uydurmalısın.
Arkadaşına benzeyen ahtapotun kayalıklar arasından süzülüp giderken arkasından bakan Kabuklu arkadaşını bulamayacağını anlamıştı. Anlamıştı anlamasına da ahtapotun son sözlerini anlayamadı. Artık aklı iyice karışmıştı. Tekrar derin düşüncelere dalmış yürürken küçük bir balığın kayalıklar arasında gizlendiğini fark etti. Onu gördüğüne çok sevindi. Hemen yanına gitti.
- Merhaba ben Kabuklu, seninle tanışmak istiyorum. Arkadaşım olur musun?
- Merhaba Kabuklu ben de Turi.
- Merak ettim de neden buraya gizleniyorsun? Arkadaşlarınla oyun mu oynuyorsunuz?
- Hayır Kabuklu. Biz bu taş duvarlarının arasında durmak zorundayız. Dışarıya çıkarsak hayatımız tehdit altına girer. Bizden büyük balıklar var mesela Rokf bizim özgürce dolaşmamıza izin vermez.
Bizimkinin aklı daha da karışmıştı.
- İnanmıyorum sen bu taşların arasında yaşamaya mahkum musun yani! Oysa denizde çok güzel yeşillikler, çeşitli renklerde alanlar var.
Turi, buranın Kabuku’nun gezegeninden çok farkı olduğunu ona nasıl anlatabilirdi ki…
Kabuklu Turi ile taşların arasında sığmayacağını anladı. Arkadaşına veda edip oradan ayrıldı. Deniz ürkütücüydü. Yürürken etrafında bir sürü balıklar, süngerler, deniz anaları vb yaratıklar gelip geçti. Ama hiç birine arkadaşlık teklifi etme cesareti bulamadı. Nihayet yorgun bir şekilde kırmızı alglerin bulunduğu bir alana geldi. Kendince bir karar verdi. Artık bir yere oturacaktı. Oturduğu yerden deniz canlılarını izleyecek ve deniz hakkında böylelikle bilgi sahibi olacaktı.
Kabuklu’nun daha görmediği köpek balıkları vardı. Küçük ama güçlü piranalar vardı. Onlarla karşılaşınca kafasındaki karışıklık düzelir miydi acaba!!!
Amak-ı Bahr’dan berrak bir zihinle Şiir Gezegeni’ne geri dönebilecek miydi?
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.