- 660 Okunma
- 0 Yorum
- 3 Beğeni
573 – ÇİROZ
Onur BİLGE
“Alkatraz Kuşçusu,
Roman beni iyice sardı. Bir solukta okudum. Birkaç yıl önce filmini de seyretmiştim. Nevin’le gitmiştik. Burnumdan getirmişti! Tam kendimi filme kaptırıyorum, bir laf ediyor. İlgilensen ayrı dert, ilgilenmesen ayrı dert! Vır vır da vır vır, zır zır da zır zır… Yahu kadın! Bir dur! Bir dinlen!.. Yarım saat bari sus!
Neymiş efendim, bu film film miymiş, neden bunu seçmişim, başka film yok muymuş, bize neymiş elin mahkûmunun hayatından, kuşundan, şusundan busundan, zaten siyah beyazmış da, çekim hep aynı yerde yapılmış da, ne anlıyormuşum ki ben bu yabancı filmlerden! Daha neler neler… Bari hepsini birden söylese de bitse, şu benim arka arkaya sıraladığım gibi! Ne gezer! Beş dakika arayla… Dır dır da dır dır… Kurulu saat gibi mübarek! Onun bile tepesine basarsın, susar. Bunu gel sustur da göreyim!
Adamın biri benim gibi bezmiş hanımının dırdırından. Yakasını da kurtaramıyormuş elinden. Tatil günü falan, o nereye, o da oraya… Bir gün adam balığa çıkmak istemiş. Kadın ondan önce hazırlanmış, kapıya dikilmiş. Çaresiz beraber gidecekler. Gidene kadar Sabır Sabır Ya Sabır… Gittikleri yer, kalabalıktan uzakça, sakin bir yer. Malum, deniz kenarı… Sadece rüzgârın ve dalgaların sesi… “Para sesi, su sesi, kadın sesi…” derler ya adamcağız çoktan vazgeçmiş para sesinden. Kadın sesinden de “İllallah!..” demiş. Şöyle derin bir huzur içinde su sesi dinleyecek. Kafa dinleyecek yani, bir tatil günü… Atmış oltasını, kibarca demiş ki karısına:
“Hanım, sessiz ol lütfen. Konuşursan balıklar kaçar. Takılmazlar oltaya. Hava almaya çıktık ya… Hava alır döneriz evimize. Bak şu masmavi denize… Fısıltıyla bile konuşma, ne olursun! Sadece sus ve izle!”
Oysa falezlerdeler. Denizden yaklaşık elli metre yüksekte… Balıklarsa bir o kadar derinde… İnanmış lafazan olduğu kadar da saf olan kadıncağız. Susmuş birkaç saatliğine. Eh, adamın da keyfi yerinde!
Bizimki durdan sustan anlayacak biri değil. Aklı yok ki filmi anlasın! Anlamaya muradı da yok. Oturup bir de açıklama mı yapacağım! Neden anlar ki o! Cak cibirak ağlak Türk filmleri olsun ona, mendil elinde iç çeksin dursun! Ölür müsün, öldürür müsün!..
Neyse ki film bitti. Film de bitti ben bittim! Bir şey demedim ya ağzımızın tadı kaçmasın diye… Zaten ben sustuğum için tepeme çıktı! Çok yüz verdim ya başlangıçta, ablasına inat… Bir dediğini iki etmedim! Şımarttım da şımarttım! Bütün bunlar ondan geldi başıma! Ah, aptal kafam!..
Neden yazıyorum bunları ben! Bunlardan sana ne! Bendeki de akıl işte!
Neyse! Zaten okumayacaksın. Haberin bile olmayacak bu saçmalıklardan. Bir anda olayı tekrar yaşayınca… Daldırdım gittim yıllar önceye…
Ne diyordum? Alkatraz Kuşçusu… Olay, bir adada geçiyor. Gerçek bir hayat hikâyesi… Thomas Eugene Gaddis tarafından yazılmış. Amerikalı yazar bu romanıyla tanınmış.
On dokuz yaşında Alaska’da işlediği bir cinayetten hüküm giyen Robert Franklin Stroud, Kansas’taki Leavenworth Federal Cezaevi’nde bir gardiyanı bıçaklayıp ölümüne sebep oluyor ve ömür boyu tecrit hapsine çarptırılıyor. Üçüncü sınıf bir eğitim aldığı halde çeşitli kitaplar okuyarak, deneyler yaparak, tecritte kuşları inceleyerek kendisini geliştiriyor, kuş hastalıklarıyla ilgili yazılar yazıyor ve o konuda ihtisaslaşıyor.
Alkadraz Hapishanesi, San Fransisco Körfezi’nde Alcatraz Adası’nın üzerinde çok sıkı korunan bir hapishane… Buraya Kansas’ta Leavenworth Hapishanesi de deniyor. Bakımsızlıktan berbat bir halde… İçinde yaşanacak gibi değil!
Zaman zaman kendimi buluyorum o menhus olayların içinde. Daha doğrusu, kendimi kaybediyorum.
Benim yaşamakta olduğum yer de tecritten farklı değil. Hayatımın, bir mahkûmun hayatından hiçbir farkı yok. Onları mahkûm eden yasalar, beni mahkûm edense aşk…
Ben de mahkûmum burada. Yarı açık cezaevinde… Tek göz evin içinde hücre hapsinde… Kuşlar yerine gençler geliyor yanıma. Bir de birkaç yakın arkadaşım… Arada ben de çıkıyorum dışarıya. Gezip dolaşıp yine hücreme dönüyorum. Çıksam da bir şey değişmiyor ki! Seni yanımda götürüyorum. Seni ve olanca sıkıntımı…
Bu aşkın sıkıntı olacağını düşünmemiştim. Tadına aldanmıştım. Onun için bırakmıştım mayalanmaya… Bu kadar kabaracağını, taşacağını da ummamıştım.
Nereye yönelsem, benden önce benimlesin. Ben gitmeden varıyor, varlığımı sarıyorsun.
Gülle gibi yüreğime zincirlisin. Vazgeçilmez birisin.
Bir yılda on dört mahkûm çıldırmış, orada. Percival, et satırıyla elini bileğinden kesmiş, arkadaşından diğer elinin de kesilmesini istemiş. Kaçmaya kalkışan Borman, tam boğulacağı anda vurularak öldürülmüş.
Zaman zaman bu mahkûmların yerine koyuyorum kendimi. Hatta bazen müdürün, gardiyanın yerine… Onların halleri de diğerlerinden farklı değil. Suç işlemedikleri, hüküm giymedikleri halde aynı havayı soluyorlar.
Düşündükçe delirmenin eşiğine geliyorum! Bir el feda etsem ne değişecek! Ya da iki el birden… Eli kesip atabilir insan, belki bir cinnet anında ama yürekte yer eden birini kesip atmak imkânsız!
Çoğu zaman mutlu ediyor beni sevmek, daha dahasını istiyor, ihtirasa varıyorum! Bazen de o kadar bunaltıyor ki, yüreğimden söküp atmak istiyorum! Aşkla nefret, arzuyla bıkkınlık tahterevalli oynuyor, içimde. Hangisi baskın gelse, dayanılır gibi değil! Şeytan diyor ki öyle zamanlarda:
“Artiz Ağacı ne güne duruyor? Kadın Yarı da öyle… Ağaç da var, ip de var. Tavan da var, sandalye de… Daha nice yollar var. Saysam da bilirsin, saymasam da. Demokrasilerde çözüm tükenmez.”
Bu zamana kadar öyle olaylar geldi geçti ki başımdan! Yine de pes etmedim, direndim. Ne olursa olsun, yılmadım. Bu kitap beni fena halde etkiledi. Adı geçen herkesin yerine kendimi koyuyorum birer birer. Zaten bunalımdayım. Sıkıntım had safhaya varmış. Bir de onların yükü yükleniyor omuzlarıma, kaldıramıyorum!
Görünüşte hantal, kaba saba biriyim ama o kadar yufka bir kalbim var ki benim, biyografi değil, baştan sona kurgu olduğunu bilseydim de aynı olurdu benim halim.
Alkadraz’a dönelim! Müdür Harvey’in, seksen altı maddelik hapishane kurallarına uyulmasından ve onları arttırmaktan başka derdi yokmuş. Robert Stroud, idam kararı beklerken hapishane avlusunda yere düşen bir hasta kuşa bakmaya başlamış. “Çiroz“ adını verdiği bu kuşun tedavisi devam ederken, onun idam kararı, ömrünün sonuna kadar hücre hapsiyle değiştirilmiş.
Stroud, baskılara boyun eğmemiş. Gardiyanın önünde eğilmemiş, o mutluluğu kimseye tattırmamış. Kuralları eleştiren yazılar yazmış ve yakalanmış. Müdür o notları ele geçirip okuduktan sonra kuralları hafifletmeye başlamış. Mahkûmların ayaklarındaki demir gülleler çıkarılmış. çizgili giyecekler, şiddet ve işkence kaldırılmış. Onun yerine maddi tahakkümler getirilmiş.
Hapishane müdürü başka yere verilmiş. Yerine gelen Younger, Stroud’un Çiroz’a kazandırdığı maharetleri, akrobatik hareketleri izleyince onun daha çok kuş bakmasına izin vermiş.
Zamanla hücresinde yüzlerce kuş olmuş. Bir gün, Çiroz’u salıvermiş. Fakat bir bahar günü Çiroz ona dönmüş.
Onu geri getiren ilgi ve sevgi miydi? Güven ve huzur muydu? Yoksa dışarıdaki şartların ağırlığı mıydı? Mutlaka bunlardan biri veya tamamı, bence… Sence hangisi olabilir? Sen de buraya dönsen, acaba hangi nedenle geri gelirsin?
Ne yazık ki kısa bir süre sonra Çiroz ölmüş. Ortaya çıkan o salgından diğer kuşlar da hastalanıp ölmeye başlamışlar. Fakat Stroud, kendi bulduğu ilaç ve tedavi usulleriyle onları iyileştirmeyi başarmış. Giderek buluşları kuşların ve kümes hayvanlarının hastalıklarının tedavisinde kullanılmaya başlanmış.
Yetmiş iki yıllık hayatın elli üç yılı tecritte, hayata sımsıkı bağlı, yaşama ve yaşatma arzusu içinde geçmiş.
Önceki hapishaneden nakledilirlerken mahkûmlar her tarafı kapalı olan trende, kırk dereceden fazla sıcaklıkta nefes alamaz hale gelince Stroud, trenin camlarını kırarak rahatça oksijen alınmasını temin etmiş, o nedenle, en hafifi bir ay katıksız hücre hapsi ve tüm sosyal haklardan mahrumiyet olan disiplin cezasına çarptırılmış. Yine bu tür her girişimi sonucunda aynı cezayı almış ama yılmamış, boyun eğmemiş. Çünkü onun için verilecek hiçbir cezanın hükmü kalmamış.
Ölmüş eşek kurttan mı korkar! Adamı asacaklar, marangoz hücresinin önündeki avluya idam sehpası kuruyor, bir de eline kıymık batmasın diye merdivenin tırabzanını titizlikle, özene bezene zımparalıyor. İncitmeden asacaklar. Umuru duymuyor! Kurdukları gibi söküyorlar. Vadesi yetmeden kimse can vermez.
Benim de vadem yetmemiş olmalı, Alkadraz Kuşçusu. Arada sırada tesir altında kalarak intihar hayalleri kursam da yaşamaktan vazgeçemiyorum.
Yine de hayatı çok seviyorum. Çünkü hayatımda sen varsın! Sen hayatımı güzelleştiren en önemi ve en güzel şeysin!
Çiroz çok hasta, Stroud. Onu tedavi etmek istemez misin?
Çiroz”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 573
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.