- 369 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Yolcular
Genç bir öğretmendi. Okulu bitirmiş ve sonra askerliğini yapmıştı. Çok beklemeden hemen mesleğine başladı.
Her sabah okuluna gitmek için sabah erken kalkıyor, otobüse binip şehre gidiyordu. Kendisi köyde oturuyordu. Bekârdı. Annesiyle birlikte yaşıyordu.
Annesi, hep ona layık güzel bir kız ile evlenmesini istiyordu. Her eve geldiğinde de köyde saymadığı kız kalmıyordu. “Şu olsun”, “Bu olsun” diye…
Kendisi her defasında gülüyordu. Annesini çok sevdiği için de onu üzmek istemiyordu. “Kısmetse olur” diyordu hep. “Vakti gelmeyen gül açılmaz” diyordu annesine. “Vakti gelince de ne yaparsan yap, gül tomurcuklanır ve neticesinde bütün güzelliği ile açıverirdi birdenbire.”
O gün dersi bitmiş okuldan erken çıkmış ve otobüse doğru yürümüştü. Terminale geldi. Bilet alıp otobüse bindi. Koltuğuna oturdu. O kadar çok yorulmuştu ki hiçbir şey yapmak istemiyordu. Sadece oturup dinlenmek istiyordu.
Birkaç dakika sonra yolcular gelmeye ve otobüse binmeye başlamışlardı. Kendisi koltuğa oturmuş, başını da cama dayamıştı. Düşünüyordu öylece. Okulu, öğrencileri eve gidince yapacaklarını düşünüyordu.
Annesini düşündü. Eve varınca, yine, kendisini evlendirebilmek için başlayacaktı bütün kızları saymaya. Onların özelliklerini tek tek sıralayacak ve birine “Evet” demesi için ikna etmeye çalışacaktı.
Güldü kendi kendisine: “Bütün anneler böyle mi?” diye düşündü. “Neden çocuklarını kendilerine bırakmıyorlar? Neden bu işlere hep karışıp, kendi istedikleri olsun istiyorlar?” dedi kendi kendine…
Otobüsün hareket saati yaklaşmıştı. Son yolcular da bindi otobüse. Şoför de geldi biraz sonra. “Biletler lütfen” dedi. Uzatılan biletleri alıp tek tek yırttı ve geri iade etti. Sonra şoför mahalline oturup aracı çalıştırdı. “Hastahane tarafında yolcumuz var. Oradan gideceğiz. Yol biraz uzayacak. Hepinizden özür dilerim” dedi. Yolcular pek fazla aldırmadı bu söze. Nasıl olsa yol uzundu. Yol, birkaç dakika uzamış ne çıkardı?
Yavaş yavaş hareket etti otobüs. Terminalden dışarı çıktı. Yol, araçlarla dolu idi. Öğle çıkışları, okul çıkışı olduğundan, trafik, oldukça yoğun oluyordu bu saatlerde. Onlarca, yüzlerce araç, yol boyunca endam gösteriyordu.
Taksiler, otobüsler, okul araçları sıra sıra idi… Okul otobüslerinde ise hareketlilik en üst derecede idi. Öğrenciler yerlerinde duramıyor; adeta birbirleriyle savaşıyorlardı. Birbirlerine silgi atan, kalem atan, kâğıt atan öğrenciler ile dolu idi hep. Nasıl da bağırıyorlardı öyle? Yırtınıyor gibiydiler sanki… Otobüs şoförleri de onların bu hallerine alışmışlar hiçbir şey demiyordu onlara. Dikiz aynasından sessizce izliyorlardı adeta. Arada bir aşırı olanları uyarıyordu sadece… Uyarıyı alan öğrenci de yerine oturuyor, bir süre sessiz kalıyor ama birkaç dakika sonra yaramazlığa başka bir şekilde yeniden başlıyordu…
Yolda birkaç yolcu daha aldı şoför. Bunlar ya kendi tanıdıkları; ya da aynı yöne giden yolcular idi.
Trafikte ağır ağır ilerleyen otobüs, Hastanenin önünde uygun bir yerde durdu. Kapı açıldı. Önce yaşlı bir adam girdi. Etrafa şöyle bir baktı. Boş koltuk aradı. Öğrencilerden de hiç kimse kalkıp “Buyur amca buraya otur” demiyordu.
Garipsedi bu durumu. Neden hiçbir öğrenci kalkıp yer vermiyordu bu yaşlı adama? Belli ki yorgundu. Belli ki takati kalmamıştı yürümekten, ayakta fazla durmaktan… Arkada gördüğü boş koltuğa doğru yürüdü.
Öğretmenin tam yan tarafında bulunan koltuk tamamen boştu. “Burası boş galiba” dedi. Öğretmen: “Evet. Boş. Oturabilirsiniz” dedi. Yaşlı adam elindeki eşyaları bırakıp “Sağol evladım. Bunlar şurda dursun, ben, şimdi geliyorum” dedi ve otobüs kapısına doğru geri yürümeye başladı.
Kapıyı açtı. “Gel kızım” dedi. İçeri 20 yaşlarında genç bir kız girdi. Upuzun saçları vardı. İçeri girerken vuran rüzgârın etkisiyle nasıl da dalgalanmıştı bu saçlar. Çok güzel görünüyordu genç kız. Beyaz bir bluz ve kot pantolon giymişti. Ayağında da marka bir spor ayakkabı vardı. Sessiz ve sedasız bir şekilde bindi otobüse. Babasının arkasından yürüdü. Yavaş yavaş ilerledi koltuğa doğru. Babası yer gösterdi: “Buraya otur kızım” dedi. Kız, kendisine söylenileni yaptı.
Koltuğa geçip oturdular. Kız, pencere tarafına, babası iç kısma oturdu. Hiç konuşmadılar. Otobüs hareket etti. Kız, camdan etrafı izliyordu. Şehrin güzelliğini hatmediyordu adeta.
Genç öğretmen, ister istemez otobüse yeni binen baba ile kıza baktı. Babası geri çekilince kızın ay gibi parlayan yüzü göründü. Genç öğretmen elinde olmadan kıza baktı. Bu kadar güzel bir yüzü daha önce hiç görmemişti. Hayranlıkla baktı bu güzel yüze gizli gizli…
Kız, kendi halinde dışarıyı izliyordu. Geçen araçlara bakıyordu. Tek bir kelime dahi konuşmuyordu.
Beyaz bluzu içinde yüzü kıpkırmızı görünüyordu. Genç öğretmen, yine elinde olmadan yan tarafa baktı. Adam, neredeyse uyuyordu. Kafası, aşağı doğru bir düşüyor ve hemen geri doğruluyordu. Kız, babasına baktı. Bir şey demedi. Babası uyanıklık ile uyuma arasında gidip geliyordu. Kız ise kendi dünyasındaydı sanki… Sadece pencereden dışarısını seyrediyordu…
Genç öğretmen, bir kez daha baktı yan komşularına. İşte ne olduysa bu anda oldu. Kız ile göz göze geldi. Kızın masmavi gözleri, sapsarı saçları arasında o kadar iri, o kadar güzel görünüyordu ki genç öğretmenin yüreği sızladı. Göz göze gelince hemen gözlerini kaçırdı. Utandı adeta…
Birkaç saniye aradan sonra tekrar bakışlarını yavaş yavaş o yöne çevirdi. O da ne? Kız da kendisine bakıyordu. Hem de hafiften gülümsüyordu…
Kızın o gülücüğü kuvvet verdi genç öğretmene… Cesaret geldi yüreğine…
Yoksa duruverecekti yüreği… Davul gibi çalıyordu… Kalp atışları nasıl da hızlanmıştı öyle? Ne oluyordu? Neydi bu durum böyle? Kalbi patlayacak gibi atıyordu. Sesini otobüstekilerin duymasından korktu. Daha önce hiç böyle olmamıştı…
Tekrar bakışlarını kaçırdı genç kızdan…
Acaba hala kendisine bakıyor muydu genç kız?
Aman Allah’ım ne kadar da güzeldi öyle!
Daha önce böyle güzel bir sarışın görmemişti. Ne iş yapıyordu acaba? Keşke o da öğretmen olsaydı… Olabilir miydi? Neden olmasındı… Ne kadar güzel olurdu öğretmen olsaydı. İkisinin de öğretmen olması ne kadar güzel olacaktı. İdeali idi bu. Yaşı müsait görünüyordu. Giyimi gayet modern idi… Besbelli ki okumuş, kültürlü biri idi… Hareketlerinde hiçbir falso görememişti şu ana kadar…
Acaba evli mi idi? Çok gençti. “Bu yaşta evlilik pek olmaz” diye düşündü. İşte tam o sırada ellerine bakmayı akıl etti. Zira evli veya nişanlı ise parmağında mutlaka yüzük olurdu. Çaktırmadan dönüp kızın ellerine baktı. Ama elleri görünmüyordu kızın. Ellerini birbirine kavuşturmuş karnına doğru çekmişti. Sanki gizlemişti ellerini görünmesin diye.
Öğretmen, genç kıza olan bakışlarını, birkaç kez tekrarladı ise de; genç kız, duruşunu hiç bozmadı. Ta ki babasının başı öne doğru düşünceye kadar. Uyuma evresi içinde olan babasının başı yine öne doğru düşmüş ve bu düşme sonunda irkilerek doğrulmuştu. Kız da bu hareket sonucu istemeyerek doğrulmuş ellerini ileri uzatmıştı.
Elleri bembeyazdı. Hiçbir şey yoktu. Özgürdü parmaklar. Parmakları esir alan bir halka yoktu. Sevindi genç öğretmen bu duruma…
Hayaller kurmaya başladı kafasında… Belki evleneceği kız bu idi? Kim bilebilirdi?
Annesi geldi aklına. Şimdi kızı görseydi “Hemen bunu isteyelim sana” derdi. Beyaz gelinlikler alınırdı. Eşyalar, çeyizler alınırdı. Ev bir güzel dizilirdi…
Tatlı düşüncelerle öğretmen, kızın bulunduğu tarafa bir kez daha baktı. Kız, hala hafiften gülümsüyordu kendisine bakarak. Öğretmenin kalbi duracak gibi oldu. İnanamıyordu. Bu güzel kız, kendisine bakıyor ve en içten bir şekilde, masumca, sevgi ile gülümsüyordu. Kendisi de ister istemez hafiften gülümsedi…
Kızın vereceği tepkiye odaklandı. Ama kızdan hiçbir tepki gelmedi. Sadece gülümsüyordu hafiften… Otobüs hareket ediyordu yolunda… Bir bilinmeyene gidiyordu sanki…
Genç öğretmen hayallere dalıp gidiyordu. Bu kız olabilir miydi evlenmek için yıllarca hayalini kurduğu güzel? Kim bilir belki de bu kızdı yıllarca düşlerini süsleyen… Belki de bu kızdı yıllarca beklenen…
Neden olmasındı? İşte hanım hanımcıktı… Endamı yerinde, boyu posu yerinde güzel, şirin, tatlı, sevimli bir kızdı… Annesinin tam da istediği bir tipten biri idi…
Ah bir de konuşsa da sesini duyabilseydi… Kim bilir ne kadar güzel sesi vardı. Bu kadar güzel bir yüze sahip olan genç bir kızın, mutlaka sesi de güzeldi. İnce, tiz bir sese sahip olduğundan adı gibi emindi. Yanılmazdı… Yanılmak istemiyordu…
Otobüs sessizce, yavaş yavaş yolunda ilerliyordu…
Ne kadar yol gittiler, ne kadar zaman geçti öğretmen bilmiyordu. Zaman kavramını unutmuştu sanki… Aklı başından gitmişti işte…
Birden yaşlı adamın sesi ile irkildi: “Şoför Dörtyol Köyü’nde ineceğiz” dedi…
İşte o anda kız başladı konuşmaya: “Hayır baba. Hayır baba.”
Babası: “Korkma kızım. Evimize gidiyoruz.”
Kız: “Hayır baba. Evimiz geride kaldı. Evimiz geride kaldı.”
Babası: “Evimiz kızım.”
Kız: “ Burası bizim evimiz değil. Oraya gitmeyelim baba.”
Babası: “Geldik kızım. Evimize gidiyoruz. Evimiz burası.”
Kız: “Hayır baba, hayır. Evimiz geride kaldı. Oraya gitmeyelim. Ne olur gitmeyelim. Geri dönelim. Evimize gidelim baba. Ne olursun!”
Babası: “Kızım köyümüze geliyoruz bak. Evimiz köyde. Annen evde seni bekliyor. ”
Kız bağırmaya, ağlamaya başlar: “Yalan söyleme baba. Evimiz geride kaldı. Burası bizim evimiz değil. Orada yine bana iğne yaparlar. İlaç verirler. Ne olursun geri dönelim baba. Gitmeyelim oraya.”
Kız, artık o kadar yüksek sesle ağlamaktadır ki otobüsteki herkes o yöne dönmüştür. Baba, kahrolmuş bir vaziyette: “Yapma kızım, ne olur yapma. Canım kızım, biricik kızım üzme beni. Bak geldik köyümüze. Hadi evimize gidelim”
Kız ağlayarak “Hayır baba hayır. Oraya gitmeyelim. Orada beyaz elbiseli adamlar var. Beni bekliyorlar. İğne vuracaklar. İlaç verecekler. Ben, oraya gitmem baba. Ne olur beni oraya götürme. Anneme götür beni. Annem beni sever, beni korur baba.”
Baba, kahrolmuş bir vaziyette: “ Tamam işte kızım. Annene gidiyoruz. Sana söz veriyorum bak. O beyaz elbiseli adamlara seni bir daha götürmeyeceğim. Evde biz bakacağız sana…”
Otobüs yavaş yavaş yolun sol tarafına geçer. Şoför “Dörtyol!” diye bağırır.
Adam kıza dönerek: “Hadi kızım. Geldik. Evimize gidelim.”
Kız ağlayarak “Valla da burası ev değil, billahi de burası ev değil. Bizim köy geride kaldı.”
Baba. “Kızım vallahi evimiz burası Dinle beni. Ben, hiç sana yalan söyledim mi?”
Kız: “Bak baba eğer yalan söylüyorsan yemin ederim bir daha seninle gelmem”
Baba: “Tamam canım kızım. Tamam. Öyle olsun. Hadi inelim.”
Kız ayağa kalkar. Yavaş yavaş kapıya doğru yürümeye başlar. Baba etraftaki kendilerine merakla bakanlara: “Rahatsızlık verdiğimiz için hepinizden özür dilerim. Kızım hasta. Onu her ay hastaneye tedaviye götürüp getiriyorum. Allah, kimsenin başına böyle bir şey vermesin” diyor ve gözlerinden süzülen yaşları saklamaya çalışarak otobüsten aşağı iniyorlar…
Kapı kapanıyor. Otobüs ağır ağır hareket ediyor. Yaşlı adam ve kızı otobüsün gerisinde kalıyor.
Genç öğretmen, pencereden dönüp son kez baba ve kıza bakıyor. Baba, kızını kollarıyla sarmış büyük bir şefkat içerisinde karşıya geçirmeye çalışıyor…
Öğretmen, içi buruk bir şekilde öylece kalakaldı…
Ağzından hiçbir ses, seda çıkmadı… Öylece donup kaldı…
Neye uğradığını, ne yaşadığını bir türlü anlayamadı…
Gözleri hep geride kaldı…
“Kadere bak” diyebildi içinden…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.