- 451 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
Kur'an 'kelepir gezegen' arayışlarımıza ne diyor?
Nisa sûresi 78. ayetine verilen mealleri karşılaştırdığınızda şöyle farklılıklar dikkatinizi çekiyor. Anlatmak için bazı meallerden alıntı yapacağım. 1) Diyanet İşleri Meali: "Nerede olursanız olun, sağlam ve tahkim edilmiş kaleler içinde bulunsanız bile, ölüm size ulaşacaktır..." 2) Suat Yıldırım Meali: "Nerede bulunursanız bulunun: Sağlam, yüksek kulelerde, (hatta eflâke ser çeken) gökteki yıldız burçlarında bile olsanız, ölüm mutlaka size yetişir..." 3) Ümit Şimşek Meali: "Nerede olsanız ölüm size yetişir—isterseniz yüksek kulelerde veya semânın burçlarında olun!" (Bir de aynı manayı ’şato’ kelimesiyle vermeye çalışanlar var.) Yine hazırlayan heyetteki isimlerden birisinin Ümit Şimşek olduğu Nesil Yayınları mealindeyse şöyle deniyor: "Nerede olsanız ölüm size yetişir, isterseniz tahkim edilmiş kalelere veya gökteki yıldızlara sığınmış olun..."
Kelamı elbette öncelikle Rabbimizin buyurduğu gibidir. Amenna. Mealler meallendiricinin anlayış/dil kabiliyetleriyle sınırlı ’anlatma çabaları’dır. Fakat, eğer ’semadaki burçlar’ veya ’yıldızlar’ ile ifade edilen manalar da ehl-i sünnet ve’l-cemaatin tefsir usûlünce ’murad olunabilir manalar’ ise, yani anlaşılanda bir yanlışlık yoksa, insan heyecanlanıyor. Çünkü sanki 14 asır evvelinden bugünün ’bilimkurgu dünyasına’ verilen bir mesaj da işitiliyor. Ne demek bu? Onu biraz daha açmayı deneyeyim:
Bugünlerde birçok sinema yapımında artık dünyadaki hayatın sonuna yaklaşıldığı, insanlığın hırsla dişleye dişleye elmasının sonuna geldiği, saygısızca bozduklarıyla kıyametine "Yaklaşsana güzelim!" diye seslendiği konu ediliyor. Çare olarak da ’yıldızlara kaçmak’ gibi bir tasavvur işleniyor. Hatta ’gibi’si fazla oldu. Düpedüz kaçmaya yer arıyoruz artık. Kelepir gezegen bulsak hemen çökeceğiz. Bohçalarımızı çoktan topladık. Aynen. Gerekirse sakinleriyle bile savaşırız. Ellerinden yurtlarını cart diye alırız. (Dünyada da yapmadık mı bunu?) Bu teoriler şimdilerde o kadar çok filmde işlendi/işleniyor ki artık misal vermeyi gereksiz görüyorum. Mutlaka içlerinden bir tanesini izlemişsinizdir.
Peki bütün bu ’bilimkurgu’ veya ’bilimhayal’ veya ’hayalkurgu’ların sebebi ne? Bende oluşan cevap net. Ayet-i kerimenin 14 asır önceden söylediği gibi herşey: Ölüm korkusu. Evet. Ölmekten korkuyoruz. Dünyanın sonu çevresel felaketler eliyle daha bir görünür oldukça bu korkularımız artıyor. Dağılacağı bir gaflet alanı kalmadıkça birikiyor. Kollektif bir hal alıyor. Hep beraber korkmaktan hep beraber kurulan hayaller yeşeriyor. Bu hayallerin avcılığını da sinema sektörü yapıyor.
Birey birey kurduğumuz hayaller beyazperdede toplanıyor. Sadece hayallerimiz mi toplanıyor beyazperdede? Hayır. Ümitlerimiz de. ’Belki?’lerimiz de. Yapamadıklarımızın yapılabildiği kurgular korkularımıza iyi geliyor. Ancak, ne kadar hayal biriktirirsek biriktirelim, işin hakikati hâlâ Rabbimizin bize haber verdiği gibi: "Nerede olsanız ölüm size yetişir, isterseniz tahkim edilmiş kalelere veya gökteki yıldızlara sığınmış olun..." Öyle ya. Hangi kaçış ölümü engelleyebilir ki? Yerini değiştirir o kadar. Fakat, ne yazık, bu hakikatin filmi yapılsa herhalde diğerleri kadar izleyeni bulunmaz. Bu noktadan bakınca ayetin ahiri körlüğümüzü çok manidar sorguluyor: "Bunlara da ne oluyor ki sözden anlamıyorlar?"
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.