- 590 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
564 – TATLI HEYECANIM
Onur BİLGE
Tatlı Heyecanım,
Eylülü ekimi bitti hayatın. Çimenler sarardı, saçlar ağardı. Yapraklar toprağa döküldü, onlar omuza… Rengârenk çiçeklenen bahar yaz nerde? Kara bulutlarla karardı dünyam. Göklerimde uçan tek kuş kalmadı, neden hâlâ deli deli esiyor rüzgâr? Bundan sonra gelsin yalnız yağmur, kar!
Zamanı unuttum seni görünce. Yaşlanmayan gönlüme kandım, sevip sevileceğim sandım.
Behey benim durulmak uslanmak bilmeyen delişmen kalbim! Acıyacaksın, şikâyet sana yakışmaz. Ne kadar zor olsa da yanıp kor olacaksın! Akkor olacaksın, kül olacaksın! Bundan böyle az söyle çok çarp! Öyle ılgıt ılgıt atmak neyine!
Bahar bana geldiğinde ben para peşindeydim. Sağ elime gelen solu görmedi. Yaz nasıl geldi geçti, anlayamadım! Çalışmaktan gözüm çiğdem çiçek görmedi. Gamlı aralık evveli… Avuç avuç tazelik, kütür kütür körpelik, tarifi imkânsız güzellik sendeydi. Ne göz göze gelebildik gönlümce, ne de elim eline tutkuyla değdi.
Gamlı sonbahar sonuna savrulurken, ölü yapraklar gibi, ıpıslak gözlerle her yeri, her şeyi puslu görüyorum. Güzün efkârlı deminde, gözlerimin dinmeyen neminde ağır çekim çürüyorum.
Bir ilkbahar ışıltısıydı gözlerin, yüzün kristal pırıltısı… Ne kar beyaz olabildi gözlerinin akı gibi, ne bulutlar, ne buzlar… Ne gökyüzü öyle maviye dönebildi, ne de Aşkdeniz laciverde, gözbebeklerinin janjanlandığı gibi…
Buz tutmuş yüreğime ılık ılık vurdu güneşin. Canıma can kattı gülümseyişin. Gönlümden kardelenler fışkırdı art arda… Kışa doğru çiçek umdum hayattan. Takır takır dolular yağdı çıplak kafama.
Sır versem güldürecektim kendime elleri. İçime kapandım, sessizce ağladım, için için yandım. Deseydim, ansızın harlanacaktım!
Seninse başında kavak yelleri… Her yer gül gülistan, dağ taş yemyeşil, çiçekler renk renk… Kuşların kanat çırpıyordu göklerinde… Yemişler yerlerde… Benimse yaram biteviye kanıyordu, derinde, depderinde…
Yapraksız dallarımın suyu çekilmiş. Omuzlarım çökmüş, sırtım bükülmüş. Kollarım umutsuz eğilmiş yere, dizlerimin canı çekilmiş.
Dolunay utanmış güzelliğinden. Yanakları kızarmış, bulutların arasına saklanmış. Banaysa yasaklanmış Ay/sima. Uzaklaşmış da uzaklaşmış…
Gün boyu senden bir esinti bekliyorum. Yanan yüreğime birazcık ferahlık… Uykusuz gecelerimin bedeli olsun, telefon sohbetimiz birkaç dakikalık… Kararan gecelerin akabinde kararan gündüzlere bir huzme ışık, bir parça aydınlık… Şöyle doya doya konuşabilsem, üstü kapalı da olsa anlatabilsem sana duygularımı!
Hayır hayır, anlatamam! Öyle ya da böyle, imkânsız! Rahatlama pahasına o denli yerlere serilemem! Değil bahsetmek, çıtlatamam bile!
Ah! Başım beynim dönüyor, düşüncesinden bile. O an nasıl yaşanırdı acaba? Ölebilirdim heyecandan!
Seni candan seven bu utangaç adam çaresiz… İki arada bir derede… Bitip tükenmez gelgitler içinde saçmalamakta… Yanakları al al, avuçları ateş… Kan değil lav akıyor damarlarında…
Düşünüyorum da… Mutlaka nutkum tutulurdu! Ellerimi koyacak yer bulamazdım. İki yana sallasam… Göğsümde kavuştursam… Arkama bağlasam… Ceplerime sokardım en sonunda… En güvenli yer orası… Zangır zangır titremeye başlayacağım, biliyorum. Ellerim tir tir… Dizlerimin canı çekilmiş… Böylesine bir heyecan nasıl gizlenir!
Yırtık gibi görünsem de çok çekingen biriyim ben. Hele karşı cins söz konusu olduğunda… Acemi âşıklara dönerim. İstanbul çocuğu olduğum için çoktan kabak çiçeği gibi açılmış olmam gerekirken karanlıkta kalmış akşamsefaları gibi dürülür bükülürüm. O her önüne gelenle can ciğer kuzu sarması olan Necmettin gider, yerine bir sümsük geliverir.
Yumruk için de kullanılan bu kelime, akla gücü kuvveti getirirse de aksine zafiyet ifade eder. Bir erkeği küçültecek, erkini sıfıra indirecek, hatta yerin dibine sokacak ne kadar sıfat varsa söylenebilir onun için. Ne aptallığı kalır, ne pısırıklığı… Tembel, miskin, uyuşuk… Artık ne dersen de! Elimde değil, öyle biri olurum ben de. Mıymıntı mı mıymıntı, sünepe mi sünepe…
Evet evet! Sünepeyim ben. Kelimenin tam anlamıyla sünepe! Öyle olmasaydı her sevdiğim kızı elimden kaçırır mıydım!
Benim böyle olmamın sebebi öncelikle içinde yetişmiş olduğum dar gelirli ailenin tutucu zihniyeti… Yakın çevremdeki kıtipiyoz insanların tesirini de unutmamak lazım. Kıt kanaat geçinmekte olan, çoğunluğu mektep medrese görmemiş insanların arasında böyle olmayacak da nasıl olacaktım ya?
Yaşıma başıma bakıp, beni bir şey zanneden, tenezzül edip ziyaret eden, adam yerine koyup fikrimi soran kimselere karşı hiç de öyle olduğum söylenemez. Aksine o zaman filozof kesilirim! İstediğim gibi atar tutarım! Tam isabet ettirdiğim de çok olmuştur yani. Mesela ailevi sorunlar, iş ve aşk konusunda çekinmeden ahkâm keserim. Uzmanlık alanımdadır onlar.
O anda bambaşka bir Necmettin geçer oturur karşılarına. Bazen dirseklerini dizlerine dayayarak onlara doğru eğilir, gözlerini gözlerinin içine diker, çok önemli sırlar veriyormuş gibi konuşur da konuşur. Bazen de adeta aşağılar karşısındakileri. Sandalyesine kurulur, ayak ayaküstüne atar, alır eline piposunu, başı yukarıda, havalı havalı duman çeker, havaya püskürtür.
Aşağılık kompleksindendir belki, önem verildiği anda aslan kesilivermem. Özlediğim şeydir, adamdan sayılmak. Onca zaman ezildikten sonra, normal değil mi? Kendimi bildim bileli hor görürler beni, ayak işlerinde kullanırlar. Hiçbir zaman patron falan olamamışımdır mesela. Üstüm başım düzgün olmasa da arada sırada, tam fırsatını bulmuşken, şöyle kalantor adamlar gibi kasılmak benim de hakkım değil mi?
Zaten bana o payeyi verenler, ortaokullu liseli gençler… Arada sırada yetişkinler de olmuyor değil. En çok kendisini övenlere gıcık oluyorum! Neymiş efendim mimarmış, mühendismiş! Neymiş efendim falan yerde müdürmüş! Bana ne senin amirliğinden memurluğundan yahu! Hava atacak beni mi buldun! Hah, işte o zaman cinler periler başıma üşüşür!
Hele o bütün dünyayı gezdiğini ballandıra ballandıra anlatan adam vardı ya! Ne kadar kızmıştım ona! Benim çok arzulayıp da yapamadığımı, ne kadar yaşarsam yaşayayım, ömrümün sonuna kadar asla yapamayacağım bir şeyi yapmış! Bir de övünmeye başlamaz mı! Kıskançlık damarım kabardı, tepemin tası attı!.. Şu memleket şöyleymiş, bu memleket böyleymiş… Şuranın şusu meşhurmuş, buranın busu… Kadını erkeği, sanatı, kültürü, ekonomisi… Falan filan da filan da falan… O kadar memleket görmüş, her yeri şehir şehir gezmiş, deniz okyanus geçmiş bir şey olmamış ya… Elimden gelse bir yudum suda boğacaktım Alimallah! Kovmadıydım ama kovmaktan beter ettiydim adamı!
En çok da senin adam yerine koyup da karısı olduğun adama kızıyorum! Elime geçirsem, tahtakurusu gibi ezeceğim, hırsımdan! Neyse! Yine başlamayayım! Zaten bu gece de uyku tünek yok bana! Şu anda sen mışıl mışıl uyuyorsundur ama.
İyi uykular, tatlı rüyalar…
Sünepe”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 0564
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.