- 592 Okunma
- 2 Yorum
- 1 Beğeni
KUYRUKSUZ YILDIZ...
Soyut imlerin yüreğe nifak sokan başkaldırışı biraz sıra dışı olmanın da alametifarikası.
Zencefil yüklü çaydanlık ve tırnağında mavi ojeler günün üstelik tüm kayıtsızlığa aldırış etmeden uzandığımı soluk püsküllü halı.
Bir redife sığınan şair belki de içini kemiren geceden yana derdi ezkaza örtünmekse sevdalı bir şarkıyla göğün de derinden iç geçirdiği zambak zamanı ölümler kırsalında bulutların derken devasa bir lanet sözcükler feveran edip de sarı buklelerine güneşin yıldızların dadandığı.
Arnavut kaldırımında gidip gelen beyitler ve gün yüzlü bir aşkın devre arası, her sakıncalı duyguyu ıslah etmek adına sevgiye mola veren bir derviş de değil üstelik uçuşan hurafelere kimlik kazandıran bir zabıt memuru işkillendikçe parmakları daktiloya uzanan seksenlerin mağdur düşleri ve kırılgan şarkılar.
Büyümekse azat edildiğimiz.
Sürünmekse sevdayla nakşettiğimiz heceler.
Kekremsi gölgenin bir maruzatı var ya da yok yine isyanını dindirip süt liman bir sevdayı satırlara yığıyor elbette nankör insanoğlu, tatminsiz hayatın sancağına damlayan kanları silmekten aciz belki de alnındaki lekeleri ısrarla görmezden geliyor.
Külbastı mı aşkın satır arasında ıslanan gözlerin açlığını gideren yoksa hoyrat bir kısrak mı dizginleri boşalmış…
Göçebe zihniyetler.
Yaftalanmış kadından arda kalan yırtık gelinlik.
Terliği kayıp misafirin belki de taziyelerini sunmaktan yorgun düşmüş melekler.
Kehanetleri ihbar eden yarım ağız bir kilit şifresini unutmaya programlanmış bir robot elbette efkarın telvesi bulaşmış dudaklarına yiten gün ve bitiminde kibirle beyan ediyor dokunulmazlığını.
Sözcük balyalarına hükmeden kalem ne kindar ne zalim sadece yazdığını teyit etsin diye şairin ağzına bakıyor ve gölgesinden sızan irinle yasını tutan her bakir dize sefalete banıp da şiirlerini duyguların tekmiline hükmediyor.
Fıtratın yakalandığı fırtına ve yer değiştiren harfler.
Bir mimoza demeti prangalarına asılı kalan tohumlar uçuşmayı dört gözle bekliyor, devasa bulutlarda kuş sürüleri: ne geçkin yaşı şiirlerin ne de gergin ruhu endamlı öykülerin.
Sevdalı ritmi ile günü pışpışlıyor Tanrı ve ötekileştirilen her kuluna sahip çıkıyor.
Gözleri illa ki kan çanağı iblisin, künyesinde lanet salkımları, tutarsız iklimden nemalan bir toz bulutu kumunu boca eden çocuğun kovasında midyeler saklı incilerin peşine düşen balık adam.
Köhne bir balıkçı teknesi maruzatını beyan ederken su alan her aşk masalı ibaresini yok sayıyor özlemin.
Kurusıkı gülücükler damlıyor gecenin şehvetli dudaklarında örtünen yıldızın da saklı tuttuğu o vaveyla elbette hıçkıran mazlumun sürrealist tablosuna banıyor hüznünü.
Ne geçit veren.
Ne de geç kaldığını inkâr eden.
Sivri dilli şiirler kuru iklimlerin kaynak yaptığı saçlarında güneşe hükmediyor sözüm ona ne de olsa saçakları bir ayrıntı göğe kat çıkan merdivenlerde sızan bir sarhoş gibi yazdıkça artıyor hüznü şehrin ve şairine lanet okuyor şiir:
Ne vardı bizi bu sayfaya alet ettiğin?
Ne vardı bir lügatin sayfalarından arakladığın?
İmgeler…
Belirteç.
Ayracı mı öykünün sezilerinde gölgelerin fink attığı ve ıssızlığa ıslık çalan bir isyan mezarlıklar illa ki firar eden ruhların mekanı kulübesinde sırlarını misafir eden mezarlık bekçisi belki de ölülerin en yakın sırdaşı.
Ya yaşayan ölüler? Hani firar etmek ne kelime fidanların solduğu bir coğrafyada dua ile beslenen şanlı bir mazi ve yetim mizaçların sükûnuna hücum eden göreceli simsarı ömrün de yenildiğine binaen etik olmayan en varsa eften püften bahanelerle uydurdukça uyduruyor hayat hikâyesini ve kaybolmanın nabzını tutan bir araz gibi de arayıp duruyor başını hikâyenin.
Koyu gece.
Kuyruksuz yıldız.
Duvağı yırtık gelin mademki kaçtı nikâhtan uyumak mı uymak mı hayatın düzenine ve sür-git hezeyanlardan uzak kalmak adına bir başına düşmek mi yollara ne de olsa özgür ruhların konçertosu hazan mahsulü düşlere peçe takan kâhin ve şimdi diri bir heceyi daha şiire dâhil ederken düşünüyor şair:
Sahi, heceler mi ruhu huzura kavuşturan yoksa ruh mu sessizliği giyinip de azat ettiği tüm harfleri Araf’ta bırakmışken ve nankör bir imge takılıyor gözüne şiirin de kimliğine ters düşen bir bakış açısıyla karalıyor yazdıklarını şair en azından karalandığına delalet tek ipucu kalmayacak geride kalemini kırıp da darağacına astığı her şiiri sonsuzluğa uğurlarken…
Kabul görmezliğin rotası tayin edilen duvarların boşluğunda köhne çerçeveler ve onların da içi boş tıpkı şebeke sistemi çökmüş bir alt yazı az sonranın vakur hikmeti ile öncesini lav eden içli heceler.
Tonlaması yeknesak bir sızı ile çağırıyor geceyi: gecede saklı sükûn ise ısrarcı ve kör noktasında şimşekler çakıyor akıl denen dehlizin.
Seferberlik ilan eden duygular kurusıkı bir çöküş aşkın hizaya getirdiği hangi sefil kulsa ısrarla mimliyor özlemi bir de delişmen gözlerinde bulutlar uçuşuyor tüm kuşların sahiplendiği limanlar var belki de hecelerin halay çektiği şiir başlıkları ne de olsa şairin titrinde söylemler saklı ve beyhude olduğunu bilse de yazıyor dizeleri peşi sıra.
Bir nirengi noktası az sonra hücuma geçecek seslerin de dolduruşa getirdiği yeryüzü bir minvalde çökecek belki de heceleyecek sevdalı yüreklerden gelen coşkuyu mimleyen tanrısal yetiler adeta insanların izdihama neden olduğu ve insancıl özlemler göreceli dağlarda kar bulutları oynaşırken hoşluk yükleniyor yüreğin kıyılarına dadanan martılar.
Bir düş’e takılı kalan aklın da hünkârı ve görkemli beyitler fısıldıyorlar içlerinden taşan niyazı da yere göğe serpiyorlar.
Dokunuşlarda saklı yaralar.
Yamalı giysilerinde ölümcül çiçekler dikenleri ile aşılıyorlar insanlığı belki de o ulvi coşku ile yatışıyor sinirler ve peyda olan mevsim topluyor eteklerini ki soytarı bir gülüşün de kahramanı satırlar bir içimlik şiirlerde sızıp kalıyor şair belli ki bir ömürlük açlığını hala bastıramadı satırlarda kardığı duygularını da söndüremedi ve işte zuhur eden sessizlik gölgeli bir aydınlıkta aslında karanlığı mimliyor şiirler ve gökten damlayan vaveyla elbette sükûnun ferine yenik düşüyor gece ve izdiham.
Kâfir imgelerin tezahürü ve sistematik çalışıyor gecenin sayacı yine de takılı kaldığı her özneyi özveri belliyor devasa gölgesinde şiirsel bir yalnızlığa denk düşen şehrin surlarında evsizler ve yetim hıçkırıklar bağnaz suskunluğu bastırıp isyana dönük yüzü ile ölüme meydan okuyor.
Kehanetler yıllanıyor.
Şerbetli yürekler yeniden ve yeniden sevdalanıyor.
Sırların tuzağına düşen bazense sinen yalnızlık.
Lahit benzeri kubbeleri ölümcül teyakkuzu ile mimlenen bir şehir sakini oysaki görüntü itibari ile nazenin bir yoldaş belki de devrik tümcelerin yoldan çıkmış öznesi yine de edimlerinde küheylan söylemler saklı: andıkça maziyi kanı daha hızlı akıyor gecenin.
Bir mizansen yoksunu o devasa resim ve her zerresinde kan saklı görünmezliğin hicvine yenik düşen de bir ışık huzmesi, kar taneleri ne düşkün ne de suskun sessizliğe değil havaya ve boşluğa meydan okuyorlar gerçi kışa yıl var yaz’ın sefasını süren sayfiyelerde gölgelere bağdaş kuran çimenlerde saklı olsa da hüzün üşümüşlüğün de daniskası her rüzgârı içine çeken şiirsel dokunuşunda hüznün, şair illa ki kaybediyor kimliğini ve saklandığı kozasında imler yeşeriyor bir tutuklu bir de tutkulu iken sevdayı kürediği şiirlerinde yosun tutmuş acılardan da illa ki nemalanıyor.
Renklerin isi.
İzdihamın nefesi.
Şüheda düşler ve boşa düşmüş şiirler illa ki.
Kadın belki de rüştünü ispat etmekte zorlanan.
Ve aşk illa ki cebelleşen.
Dehlizlerde cereyan eden göçebe sevinçler ve kursağına takılı ölüm fermanı bir yekte bir de seyrüseferinde duyguların muradını dillendiren.
Varlık ne kindar ne kinaye yüklü.
Sevda ise maruzatlarını getiriyor dile bir bir.
Ayrılıkta saklı hümayun ve kabarık satırlar tek dokunuşla sönüyor elbette havasını alıyor mutluluk rüzgârı tam da dağıtacakken yeri göğü inleyen ferman dile geliyor.
Kundaklanan göğün hüzün yüklü çeperi.
Aşkın feryadı.
Sistematik bir yorgunluk ne zamanki şair küfesini boşaltsa ve arkasında iz bıraksa.
Tekeri kırık deyişlerin; endamı coşkulu da serzenişlerin.
Külliyen zarar olsa da aşk.
Külfeti dağları da aşsa.
Aşka dönük yüzünde şiirin şiirsel bir vaveyla adeta okunmayı bekleyen dizeler: tek solukta yazılan bir gecede sızıp da kalan ölüm meleğinin rükû ettiği her selamı şair içine çekerken aşk diye ve mecrasında bilinmezliğin şerh düşüyor Tanrı:
Kaç öğünse tüketilen göğün de münferit dilekçesi elbette coşan rüzgârın sürüklediği her heceyi firar eden duygularla eşleştiren şair ve bitmeyen hüznü ama duvağında hayatın umut ve bitimsiz sevgi saklı.
İmza: yaşamak çok güzel hem canımız daha ne kadar yanabilir ki?
Sevgiyle…
YORUMLAR
Gülüm Çamlısoy
Selam ve saygılarımla
Çok sağ ol
Ya yaşayan ölüler? Hani firar etmek ne kelime fidanların solduğu bir coğrafyada dua ile beslenen şanlı bir mazi ve yetim mizaçların sükûnuna hücum eden göreceli simsarı ömrün de yenildiğine binaen etik olmayan en varsa eften püften bahanelerle uydurdukça uyduruyor hayat hikâyesini ve kaybolmanın nabzını tutan bir araz gibi de arayıp duruyor başını hikâyenin.
Koyu gece.
Kuyruksuz yıldız.
Yüreğine sağlık arkadaşım sevgilerimle...