- 496 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
Kırmızı Melek
Nefes nefese kalmıştı. Nihayet başarmıştı. O korkunç köpeklerden, gece bekçilerinden, ekip arabasında devriye gezen polislerden...hepsini atlatıp başarmıştı nihayet. Hayatının ışığına, tek dostuna, tek sırdaşına kavuşmuştu. Şehrin en görkemli verici ışığının tepesindeydi artık. Alev alev yanan şehre kuş bakışı baktı. Derin bir nefes aldı ciğerlerine. Içine dolan huzuru hissedebiliyordu. Vücudu bu hisle karıncalanıyordu. Işte buydu, bu his; hayatı boyunca elinden zorla alınan, hiçbir zaman ona layık görülmeyen bu his içindeydi. Verici ışığının yanık sönen kırmızı ışığına bakıp göz kırptı. Sonra yüzünü alev alev yanan şehre dönüp;
- Bana hayatı dar eden şehir,ah be kahpe şehir. Böyle alev alev bir şenlik havasına bürünmüş neyi kutluyorsun? Gidişimi mi kutluyorsun? Kutla haydi durma! Rahat et artık..al senin olsun beni sığdıramadıgın bu koca hayat....diye bağırdı.
Tekrar arkasını dönüp kırmızı ışığına baktı. Yine tüm görkemiyle yanı başındaydı. Gözlerinden boncuk gibi yaşlar dökülüverdi.
- Başardım bak sana geldim. Söz vermiştim biliyorum. Hiçbir çıkar yol kalmadığında en son çare olarak gelecektim sana. Evet artık zamanı geldi. Bunca yıldır hayaliyle yaşadığım o an geldi.
Yere oturdu. Ayaklarını korkuluklardan aşağıya sarkıttı. Cebimden; bir şişe, küçük bir çay bardağı, peçeteye sarılmış bir salkım üzüm ve bir parça beyaz peyniri çıkarıp hemen yanına yerleştirdi.
- Evet. Tıpkı hayal ettiğimiz gibi bak. Son bir kadeh ve en sevdiğim mezeler...peynir ve üzüm...peynir ezine hem de en sevdiğimden koyun ezine...çatal mı? Çatal sevmem bilirsin. Peyniri elinle yedikten sonra parmaklarında kalanı yalayacaksın ki tüm o tadı iyice özumseyeceksin...damağında ki tadı uzun süre hissedeceksin. Tadını alamadığımız her şeye inat eder gibi...
Çay bardağına rakısını doldurdu ve kaldırıp verici ışığına doğru " şerefe" diyerek bir dikişte içti. Bir tane üzümü ağzına attı ve birazda peynir...Tıpkı sevdiği gibi parmaklarını yaladı ve o tadı ağzına mühürledi...
- eeee eski dost hatırlar mısın ilk tanışmamızı? Ne çok zaman geçti üzerinden, ne çok insan, ne çok acı...ama sen hep buradaydın ve benimleydin. Daha çocuk denecek yaşta para kazanmak zorunda kaldığım için çalışmaya başlamıştım, hatırlarsın. Içkici baba umursamaz anne...bildik hikaye...salaş, izbe, pislik yuvası o restorant mutfağındaki hikayem böyle başladı iste. Oyun oynamam gereken o yaşta boyumdan büyük bulaşık yığınlarıyla oynadım. Mendebur aşçıbaşıda cabası...sürekli dayak, hakaret ve...ve zulum...
Yine böyle bir gün "hızlı ol hızlı ol..seni küçük pislik" haykırışları arasında iş yapmaya çalışırken, keskin bir acı ile irkildim...bulaşıkları yıkadığım o beyaz köpüklü su birden kıpkırmızı bir kan gölüne dönüşmeye başladı...korkudan sesimi bile çıkaramamıştım, elimde saplanıp kalan cam parçasına bakarken...ağlarsam eğer daha çok dayak yerim diye korkudan gözlerimde dönüp kalmıştı gözyaşlarım...Mendebur aşçıbaşı elimi görüp bağırmaya başlamış beni köşedeki sandalyeye fırlatır gibi oturtmuştu...elimi sarmaya çalışırken " seni küçük pislik şimdi bu bulaşıkları kim yıkayacak ...diye bağırıyordu." Işte o an fark ettim...mutfakta onca zaman durup duran küçücük pencereyi. Çürümüş pervazı, dökülmüş boyaları, çürümüş ciğerlerine inat bana ihtiyacım olan havayı veriyordu. Sonra sen geldin...gecenin içinde yanıp sönüyordun...kırmızı bir melek gibi...büyülenmiş gibi sana bakıyordum...acımı bile unutmuştum. Mendebur aşçıbaşının sesi bile duyulmaz olmuştu. Sanki benim için yanıp sönüyordun. Sanki benim için kanıyordun. Hayatında ilk defa benim için üzülen biri varmış gibi hissetmiştim...
Sonra hava birden karardı, şimşekler çakmaya başladı. Öyle bir yağmur başladı ki senin dışında kimsecikler dışarda duramadı..ama sen halen yanıp yanıp sönüyordun gecenin içinde...Sanki ben ağlayamadığım için sen tüm geceyi benim için ağlatmıştın...korkudan dökemediğim tüm o yaşları sen döküyordun...hiçbir zaman sahip olmadığım anne kucağı gibi beni asla korumayan bir baba gibi sahip çıkıyordun bana. Işte o günden sonra her şeyim oldun sen...hep yanımda oldun; aç kaldığım tüm gecelerden, yediğim tüm o dayaklardan senin sayende sağ çıktım. Evden kaçmak zorunda kaldığım zaman sen güç verdin bana. Soğuktan tir tir titrerken sen ısıttın beni ışığınla.
Ah benim kırmızı meleğim tüm acılara seninle göğüs gerdim. Tek dayanağım oldun...o izbe sokakta bayılana kadar dayak yerken, tüm ruhumu parçalayarak...soğuk taşlar üzerinde masumiyetimi içimden söküp alırken o sarhoş pislikler...öylece hareketsiz yatarken ben...gözlerimi kapatmadan sadece sana baktım...Yine oradaydın benim için kan ağlıyordun yine...o geceden sonra 1 ay yattığım hastane odamda, asla -bir daha çocuk sahibi olamayacağımı- söylerken doktor...pencereden bana uzandı ışıkların... sonrası ve buraya kadar olan her dakikada sen oldun o günden sonra...
Kimse anlamadı senin benim için ne anlama geldiğini, kimseye söyleyemedim. Bir defasında gece çalıştığın mekanda müşterilerle içki içerken " tek bir isteğim var; şu verici tepesinde son bir kadeh rakı içmek...demiş bulundum...
O iğrenç ağızlarıyla " yavrum...." diyerek kahkahalar içinde başladıkları cümleyi dinlemedim bile. Sonra seni sadece kendine sakladım.
Ah be kırmızı meleğim...
bir sen oldun beni dinleyen, bana değer veren,bana sahip çıkan. Şu dünyada huzur diye bir şeyin varlığını bana sen tattırdın. Ama artık o yanıp sönme arasındaki karanlık varya...o karanlık artık tüm hayatımı kapladı. Artık o kısacık gelen karanlık beni ele geçirdi. Bu yüzden sana geldim.
Sözümü tuttum; direndim...ve artık son kadehi içip senin ışığına karışma vakti geldi. O zaman haydi tekrar " şerefine"...hep sen benim için kanadın bu sefer sıra bende...
Elini iç cebine attı. Peçeteye özenle sardığı parlak metali çıkardı. Olabildiğince korkusuz ve yavaş haraket ediyordu. Keskin ve seri haraketlerle iki kolunda da bir su yolu açar gibi iki kan yolu açtı, boydan boya. Keskin metali bırakarak öylece uzanıverdi. Buz gibi demirler artık hiç rahatsız etmiyordu, sanki sıcacık bir yatağa uzanmış gibi rahat ve huzurluydu. Tek bir görüntüye sabitlendi bakışları. Göz bebeklerinde son bir resim yanıp sönüyordu. Verici ışığının altında hareketsiz yatarken, gözleri açık kaldı fakat yüzünde tebessüm vardı.
Karanlığın gölgesinde kırmızı bir melek gibi parlıyordu...sonsuz bir huzurla parıldayan kırmızı bir melekti sonunda...
YORUMLAR
Sevgili Black, içimde hüzün bıraktın ve bir film izledim senin gözlerinden.... Kırmızı can alıcı noktayı. Kırmızı kanıyorduk, kırmızı Işıklarda duruyordu trafikte, kırmızıyla unutuyor, kırmızıyla hatırlıyor, zamanı durdurup, acıyı ve gerçeği kırmızıyla yaşıyorduk..... Kırmızı bir melek oluyordu, ekmeği, sevgiyi, şefkati, hayatı ve en nihayetinde acıyı paylaşmayı tercih ettiğimiz sıcak kucak, sığınmış ve yüzümüzün albenisi, bir tek ona gülümsüyordu...
Tam anlamıyla;akışıyla,öykünün vurucu anlatımıyla beni çok etkiledi bu hikayen....
Ve finale yaklaşırken
"Sözümü tuttum; direndim...ve artık son kadehi içip senin ışığına karışma vakti geldi. O zaman haydi tekrar " şerefine"...hep sen benim için kanadın bu sefer sıra bende..."
Yaşamın içinde yer bulamayan o çocuk kalp, beton, ışıklı bir vericiye, yaşamdan alacaklı olduğu halde, borcunu ödeyip, çekip gitmeyi seçiyor....
Bu bölüm ve yazının bütünü çok başarılıydı...
Tebrikler...
Bitimsiz sevgimle...
Sitare....