- 341 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Kork hayalleri kalmayandan
Hep asık suratla dolaşılmaz ya. Bazı bazı rutinin dışına da çıkmak lazım. Aynen. Kıvamında bir çılgınlık herkese iyi gelir. Aynılık yarımca bir ölümdür. Ölüden diriyi çekip çıkarmak gerekir. Ben de bazen "Hadi biraz neşeleneyim!" diyorum. (Ooo, seni çılgın, neyin peşindesin?) Şu dudaklar kollarını bir açsın. Hayatı bir kucaklasın. Bir ’daha çok’ olmaya çalışsın. Ha? Ne? Kaslar mı? Yanaklarımın potansiyelinden eminim. İşin o kısmı tamam. Çünkü eskiden neşeli birisiydim. Çok gülerdim. Şimdi neden olmasın? Fakat...
Fakat olmuyor. Neşemi tutuşturacak bir amaç bulamıyorum. Ne günlere kaldık. Cık, cık, cık. Cümle NLP uzmanlarını tavşanlar kovalasın. İltifat azığına fena alıştık. Dudaklarım bile motivasyon bekliyor. Bu da ister-istemez yanaklarımı şu fikre götürüyor: Neşenin bile bir amaca ihtiyacı var. Yarınsız duygulanılmaz. Öylesine neşelenilmez. Ânı yaşamak yaşamın yalnızca ândan ibaret olmadığını bilmekle mümkün olur. Yani bir beklentiye ihtiyaç vardır. Tastamam fotoğrafının çekilmesine de gerek yok. Bir düş flûluğunda gülümsesin yeter. Ce-eee... İnsan hayalden olsa bile beklentilere tutunur. ’Sonra’ tüm neşelerin anasıdır. ’Sonra’ tüm endişelerin de anasıdır. ’Sonra’ tüm duyguların anasıdır. Peki bu duyguların babası kimdir? Demek benim hayallerim de azaldı. Dudaklarımı sağa-sola kovalayacak kadar bile gücüm kalmadı.
Hayalleri kalmayan insanlardan korkarım aslında. Kendim bile olsa korkarım. Cinnet bir adım ötesidir. Her duygunun kendi fiziği var. Burası yeni bir fiziğin başlangıç yeridir. Yukarıda çıkacak yer kalmadığında insan aşağıları çözüm olarak görmeye başlar. Ümidin şevklendirmediğini yeis omuzlar. Gülümsetmekte necat bulamayanların ağlatmaktan medet umdukları çok olmuştur. Zalimlik, ama şerirce bir zalimlik, hiçbir iyi niyeti olmayan bir zalimlik, içinde aldanma olmayan bir zalimlik, bile-isteye zalimlik, tam bu noktadan doğar. Zira insan bazen çevresindekilerini iyiliğini isterken de onlara zulmedebilir. Mümkündür bu. Fakat ben yukarıda bundan bahsetmiyorum. Karanın karası bir zalimlikten bahsediyorum. Tıpkı İblis’in sahip olduğu türden. Ne kadar ömür verilse kinin peşinde tüketecek türden. Kalbini nefretten alıkoyamayan cinsten.
İyi niyet insanı zulümden kurtarmaz her zaman. Ne ki muhatabının kalbinden geçenleri yoklamadın, iradesine saygı göstermedin, ’ne istediğini’ sormadın, o zaman ’dayattıklarınla’ ona zulmetmiş olabilirsin. Çünkü iyi niyet de insanın kendi dünyasındaki renklere göre inşa ettiği bir cennettir. Tozpembesi onun pembesidir. Ötekinin cenneti başka olabilir. Evini panjurlu istemeyebilir. Allah’ın onda hangi esmasını nasıl oranlarda tecelli ettirdiğini bilemezsin. Sendeki oranla ondaki oran eşit olamayabilir. Kaplumbağayı, gerçi yapamaz ya, kırlarda koşturmak ona elemdir. Bir kediden papağan gibi kafeste yaşamasını bekleyemezsin. Hoş, papağandan da beklememelisin ya, neyse.
Şimdi elimde yalnız beyaz sayfalar var. Evet. Huzurlarınızdayım. Ama siz yokken huzurlarınızdayım. Huzurlarınızdayken de ben yokum. Hayatımın sayfasını öyle-böyle doldurdum. Çok temiz yer kalmadı. Sıkışma hissinden anlıyorum. Tevbe ediyorum ya. Ne çare. Yine de zaman geri alınamıyor. Çok bastırarak yazmışım. Silgimin gücü izlerini yokedemiyor. Küçükken de böyleydim. Hatalarım hep gözüme gözüme batardı. Yanlış yazdığım tek harf için sayfayı yırtıp yeniden başlardım. Defter canavarıydım. Bu arada bilgisayar teknolojisine gecikmiş bir teşekkürü hemence sunalım. Yoksa bu titizlikle yazar olamazdım. Eğer o hakikaten silinebilen beyaz sayfalar sunmasaydı. Teşekkürler!
Öhöm! Dağıldık resmen. Başa dönelim: "Neşeme bir amaç bulamıyorum." Ah canım benim. Yazıyorsun ya. İlla çıkılmaz kuyular da olacak. Okura kenarından kenarından bir ’dertlerin aşkınlığı’ hissi yaşatılacak. Peki bu yazıya nasıl bir amaç buldun? el-Cevap: Bu yazıya bulduğum amacın da bir düş flûluğunda olduğunu söylersem herhalde artık şaşırmazsın arkadaşım. Bu yazıyı kendimden kendime bir sesleniş olarak, kalbimden kalbime bir teselli olarak, benden bana doğru gösterilmiş bir iyi niyet gösterisi olarak kabul ediyorum. Aferin o halde bana. Yakışır çünkü bana. Nasıl oluyor bu iş? Şurada kelimelerle oyalanırken varlığa benzer birşeyler ortaya çıkıyor. Metin kollarını açıyor. Bu varlık taşınabiliyor. Epeyce de latif. Yazıcıdan çıkmadığı sürece ağırlığı bile yok. Ama var. Ona sarılıyorum. ’Daha çok’ olmayı başaran herşeyde bir tebessüm var.
Varlığa hizmet etmek insanı bir şekilde rahatlatıyor. Hayır üzere yaratılmış kainatta varoluşun bir parçası olmak, aslında, büyük uyumu da bir köşesinden yakalamak demek. ’Kün’ emrinin ellerinden tutmak demek. İşte bu bana iyi hissettiriyor. Tutuyorum ellerinden. Bir halay halkasına girmiş ama ritmini yakalayamamış şaşkın psikolojisinden kurtarıyor. Şimdi ahenk-bozan değilim. Duamız olmadan bir ehemmiyetimiz yok. Duaysa önce bir ümit işidir. Dilenince olabileceğine inanman lazım. Sonra dikkat işidir. Dilenecek şeyler olduğunu farketmen lazım. Sonra yara işidir. Bazı şeylerin eksik olduğunu hissetmen lazım. Daha yolun başındayım. Göğsümde bir eksiklik var. Üstelik büyüyor. 37 yaşındayım. Hayaller Dante, fakat ne biliyorum, belki de Cahit Sıtkı Tarancı’yım. Dilimi korkuyla ağzımın içinde gezdiriyorum. Yanaklar duruyor. Ama tebessüm içime kaçıyor.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.