- 693 Okunma
- 10 Yorum
- 2 Beğeni
BUGÜN GÜNLERDEN HEM BARIŞ PINARI HAREKATI HEM DE MUDANYA ATEŞKES ANTLAŞMASI
Sınırlarımızın ötesinde Fırat Nehrinin doğusunda Türk Silahlı Kuvvetleri bir operasyon gerçekleştiriyor. Kimilerine göre bir savaştır bu. Savunma bakanımız ise savaşın devletler arasında olacağını oysa karşımızda bir devlet olmadığı için yapılanın savaş değil bir temizlik operasyonu olduğunu söylüyor.
Savaş veya operasyon, adının sanırım çok da önemi yok. Önemli olan Türkiye Cumhuriyeti Devletinin böyle bir harekatı niçin yapmış olduğudur ve maalesef ülkede sadece sade vatandaşlar değil, bu ülkenin yönetimine talip olanlar içinde dahi bu operasyonun niçin yapıldığını, Türk ordusunun Suriye’de ne işi olduğunu anlamayanlar var.
Evet en çarpıcı soru şu: ‘’Türk ordusunun Suriye’de ne işi var?’’
Bu soruyu soranlar maalesef Atatürk’ü çok iyi anladıklarını, herkesten daha çok anladığını iddia eden insanlardır. Oysa Atatürk 1923 de vermiştir bu sorunun cevabını...Evet evet ta 1923 de Bizzat Mustafa Kemal Suriye’de ne işimiz olduğu sorusunun cevabını ‘’ Kırk asırlık Türk Yurdu yabancılar elinde esir bırakılamaz’’ Diye vermiştir.
1921 De Fransa ile imzaladığımız Ankara Antlaşmasıyla Hatay Fransızlara bırakılmadı mı? Kendi ellerimizle imzaladığımız bir antlaşma ile Hatay’ı Fransızlara bizzat kendimiz bırakmadık mı? O halde 1923 yılında Suriye’de ne işimiz vardı? Neden Mustafa Kemal Atatürk ‘’ Kırk Asırlık Türk yurdu Yabancıların elinde esir bırakılamaz’’ Diyordu ki?
Ya da soruyu şöyle sorayım: Mustafa Kemal de ‘’Suriye’de ne işimiz var?’’ Deseydi bugün Hatay bir Türk toprağı olabilir miydi?
Peki biz Suriye’de tam olarak ne yapmaya çalışıyoruz ve bunu yapmaya çalışırken karşımızdaki engeller nelerdir?
Bu sorunun cevabını da bugün gerçekleştirmeye başladığımız Barış Pınarı Harekatından hiç bahsetmeden vermeye çalışacağım.
Bugün 11 Ekim...Yani Mudanya Ateşkes antlaşmasının 97. Yıl dönümü.
Bu tarih elbette ki içi yana yana ‘’evet’’ diyenler ve onlarla aynı düşüncede olanlar için hiç bir mana ifade etmeyecektir. Kim ya da kimler için bir mana ifade edecektir peki? Şu anda içinde yaşadıkları vatanın bağımsız bir ülke olmasındaki ilk adımın bu antlaşma olmasının farkında ve bilincinde olanlar için bir mana ifade edecektir.
Kurtuluş Savaşımız sürerken Ateşkes antlaşması isteği ilk kez İtilaf devletleri tarafından 1922 yılı Mart ayında dile getirilmiş, Türkler ve Yunanlılar arasında yapılacak bir ateşkes için arabuluculuk yapmak istemişlerdir ancak Mustafa Kemal Atatürk Yunan ordusu, Anadolu ve Trakya topraklarını en fazla dört ay içinde boşaltmazsa bunun mümkün olmayacağı cevabını vermiştir.
Özellikle İngiltere’nin estek köstek yapması, Yunan ordusunun işgal ettiği topraklardan çekilmek gibi bir niyetinin olmaması üzerine Büyük Taarruz kaçınılmaz olmuş ve bilindiği gibi 30 Ağustos 1922 de zafer kazanılmıştır. Türk ordusunun İzmir ve Bursa’yı geri alması bu harekatın daha da ileri noktalara taşınacağının sinyallerini verdiği için müttefikler 23 Eylül’de TBMM ye bir nota vererek Doğu Trakya ve Boğazlar bölgesinin barış antlaşması imzalandıktan sonra boşaltılabileceğini, o zamana kadar Türk ordusunun durmasını istediler, şayet durmazsa Türkler için vahim sonuçlar ortaya çıkacağı tehditinde bulundular.[ Aynen bugünkü gibi... ]
Neticede 4 Ekim 1922 de Mudanya ilçemizde ülkemizi işgal etmiş devletlerin komutanları ile barış masasına oturduk. Türkiye’yi İsmet İnönü, İngiltere’yi Harrington, Fransa’yı Charpy ve İtalya’yı Monbelli adlı generaller temsil ediyordu. Yunanistan temsilcisi Mazarikis doğrudan katılmamıştı toplantıya.
4 Ekimde başlayan görüşmeler uzadıkça uzuyordu. 6-7 Ekim tarihinde Türk heyetinden Binbaşı Seyfettin Bey ‘’Eğer Trakya boşaltılmazsa yeniden çatışmaya devam ederiz’’ Deyince ortam gerildi. Özellikle Harrington fena bozuldu.
Bundan sonra yaşananlar aslında bugün yaşananlardan pek de farklı değildi.
Ne mi yaşandı. Seyfettin Bey’in hatıralarından yazalım:
“Müzakerelerin üçüncü günü, baş murahhassımız İsmet Paşa, karşısındaki İtilaf Devletleri Delegelerine: ‘’Trakya ne zaman tahliye edilecek?’’ Diye sordu.
Harington :- Sulhun imzasından sonra.
Mombeli : - Sulhun imzasından sonra ama hükümetime sorarım.
Charpy : - Hükümet’im herhangi bir zamanda tahliyeye muarız değildir, dedi.
İsmet Paşa, bu cevaplardan mutmain olmadığını belirten bir ifade ile: ‘’Biz Mudanya Konferansı toplanıncaya kadar ordularımızın harekâtını durdurmaya söz vermiştik. Bu gün üç gündür buradayız. Toplanıyoruz. Memleketimizin ne zaman tahliye edileceği henüz malum değildir. Binaenaleyh Türk ordusu serbestîsi harekâtını iktisab etmiştir.’’Deyince General Harington’un rengi attı.
-Ordularınız yürürse Müttefik askerleri ile benim askerlerimle karşılaşacaktır ve içtinab-ı gayr-ı kabil( Kaçınılması mümkün olmayan ) bir felaket yeniden vücut bulacaktır. Şimdiye kadar cihan-ı umumi efkârı sizin lehinizde idi, bu suretle tekrar aleyhinize dönecek.[ Tehdit ve şantaj...Bugün yaptıkları gibi...]
İsmet İnönü cevabını verir:
-Siz generaller, muzaffer bir ordunun heyecanını durdurmaktaki manayı anlarsınız. Türk Milleti ordusunu, vatanını düşman ayağı altından kurtarmaya memur ettiği kara gündür. Burada toplanıyoruz, fakat hala memleketimizin ne zaman tahliye edileceği malum değildir. Yurdunu düşmandan kurtarmaya memur bir orduyu umumi cihan efkârı elbette mesul addedemez(Yurdunu düşmandan kurtarmakla görevli bir orduyu dünya kamu oyu elbette sorumlu sayamaz.) [Bugün de işte bu cevabı veriyoruz. ]
Türk Devletinin, etrafını saran bunca fazla kuduz köpeğe rağmen tehditlere, şantaja, blöfe aldırmadığını ve gerekirse savaşa devam edeceğini anladılar sonunda. Nitekim Llyod George,( İngiltere Başbakanı) Mudanya Ateşkes antlaşmasından sadece beş gün sonra 16 Ekim 1922 de şöyle diyordu: ‘’Türk gibi birinci sınıf savaşçı insanlara karşı, blöf yapmayı tecrübe etmek iyi değildir. Bu oyun ancak korkaklara tatbik edilebilir.’’
Mudanya Ateşkes Antlaşması 11 Ekim 1922 de imzalandı. Şartlarını tek tek yazmayacağım. Ancak bu antlaşma ile Milli Mücadelenin silahla yürütülen faslı sona ermiş, Doğu Trakya ve İstanbul savaş yapılmadan teslim alınmış, Türk-Yunan sınırı büyük ölçüde çizilmiştir.
Antlaşmanın imzalanmasından sonra heyetler birbirlerini tebrik ettiler. Harrington, Türk delegeleri içinde bulunan Asım Paşa’nın elini sıkarken, “Artık dost olalım, sulh yapalım ve savaşlar bitsin”,dedi. Asım Paşa ise “Bu sizin elinizdedir. Hakkı, adaleti, eşitliği kabul ettiğiniz gün bütün dünya rahata kavuşur. Biz sadece kendimizin değil, dünyadaki bütün mazlum milletlerin haysiyet ve istiklal kavgasını yaptık.” Diye cevap verdi.
Evet efendim, demek ki neymiş? 30 Ekim 1918 Mondros Ateşkes antlaşmasından 11 Ekim 1922 Tarihli Mudanya Ateşkes Antlaşmasına kadar sadece kendimizin değil bütün mazlum milletlerin haysiyet ve istiklal kavgasını yapmışız. Bugün de yaptığımız şey işte budur. Yani ‘’ Suriye’de ne işimiz var?’’ Sorusunun cevabı tam olarak budur. Buna ‘’ Kürt etnik temizliği’’ Diyen de olacaktır ‘’ Suriyelilerin g.tünü kurtarma operasyonu’’ Diyenler de... Buna ‘’ Arz-ı Mev’utu gerçekleştirmek için Mehmetçiği kırdırmak’’ Diyenler de olacaktır ‘’ Amerika’nın belirlediği sınırlar içinde onun isteği doğrultusunda yapılan bir operasyon’’ diyenler de...Onlara aldırmıyoruz. Arap birliği bizi kınamış da efendim Filistin dahi bu kınama içindeymiş de bunlara da aldırmıyoruz. Aynen tehditlerle, şantajlarla, blöfle durdurmaya çalışanlara aldırmadığımız gibi... Aynen şairin dediği gibi:
Biz biliriz bizim işlerimizi
İşimiz kimseden sorulmamıştır.
Kılıçla, mızrakla, topla, tüfekle
Başımız bir kere eğilmemiştir.
YORUMLAR
Değerli hocam, duyu biçimleri kişileri (ister istemez) kategorize etmemizi sağlarken, meseleleri değerlendirme, daha doğrusu nesnelliğini gerektiği gibi görme ve biçimlendirme imkanını da verir...
Bu operasyonu en başta milyonlarca insanın güvenliği açısından değerlendiremeyenlerin, bu yazıdan anlaşılması gereken güvenlik kaygısını anlamaları, onun sonucunda ortaya çıkan Türkiye Cumhuriyeti'ni (Bunun için geçmişte mücadele edenleri) anlamaları ve bu duyuyu sergilemeleri kolayca beklenemez...
Onlara göre şehitler vermeye devam etmenin; köylerin ve kentlerin terörize edilmeye devam etmesinin; yolların kesilip kamyonların yakılmasının, şantiyelerin basılıp emekçilerin kurşunlanmasının; öğretmenlerin, doktorların, ambulansların vurulmasının; yaylaların üretimden yoksun bırakılmasının, kısaca koca bir ülkenin kaosa boğulmasının onların şeytani duyularına göre bir anlamı yoktur...
Şimdi suçlama kabiliyetleri neyi sergilerse sergilesin...
Çünkü pratik, yani şahitlikler, gözlemler, izlenimler onları başka türlü tanımlamayı mümkün kılmıyor...
Şahsen bugüne kadar onların içinde insanca bir duyu sahibine, erdem sahibine, çelişkileri gösterildiğinde anlayanına, bir tevazuyla hak teslim edenine, velhasılı "Biz bu milletin aşığıyız" diyenine rastlamadım...
Ah, keşke Atatürk gibi biri olsaydı!...
Selam ve saygılarımla.
Merhaba,
Verdiğiniz tarihi bilgiler çok değerli için teşekkür ederim.
Yazınızdaki ifadenize istinaden ben de Atatürk'ü anlayamayanlar olarak ötekileştirdiğiniz tarafta oluyorum sanırım.
Ordu mensubu değerli kahramanlarımız, vatan sevgilerini ciğerlerine doldurup ölümü göze alarak oradalar. Ancak gelen ve aralarında bebeklerin de oluğu sivil ölümü haberlerini de düşünmek lazım. Onların günahı ne? Bunları düşününce insan sormadan edemiyor ordumuzun oralarda işi ne diye...
Buna cevap ararken konuyu Atatürk'e kadar taşımaya gerek yok. Bugün gelinen noktanın Atatürk veya o dönem ile alakası bulunmamaktadır. Emperyalist ve siyonist güçlerin her zaman o topraklarda gözü olduğu herkesin malumudur. Bugün yaşananlar o dönemlerin farklı uygulaması gibi olduğu ortak noktalar fazladır.
Operasyonun amacı sizin ifade ettiğiniz ve Atatürk üzerinden cevabını verdiğiniz (Kırk asırlık Türk Yurdu yabancılar elinde esir bırakılamaz) yaklaşımı ise bu durumda bu bir operasyon değil başka ülkeyi fetih etmek için yapılan emperyal bir saldırı konuma gelir. Her ne kadar bölgenin önemini vurgulamış olsanız da açıklamanız bu yaklaşımı akla getirmektedir. Sizin de anlatmak istediğiniz gibi bunun yapılan operasyon amacı ile alakası bulunmamaktadır.
Ancak günümüzde yaşananlar; emperyalist ve siyonist emellerin merkezi olan BOP projesi kapsamında ve BOP eş başkanı sıfatıyla sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın "Emevi Camiinde namaz kılacağız" demesi ile fitili ateşlendi ve bugün çatışmaya girdiğimiz ypg'lilerin desteği ile Süleyman Şah Türbesinin gece yarısı gerçekleştirilen Şah Fırat Operasyonu ile Türkiye'ye taşınması ile devam etti. Ki yukarıda İnönü'nün mücadelesini ve dirayetini yazmışsınız. Bir de şimdikilere bakın yurt dışındaki tek vatan toprağımızı şimdi çatışmaya girdiğimiz kişilerle birlikte İŞİD'e terk ettik. Türbemizi kaçırdık.
(http://www.hurriyet.com.tr/dunya/ypg-sah-firat-operasyonuna-destek-verdik-28271808)
Sonrasında Esed yönetimin zayıflığından faydalanıp ABD desteği ile belli bir noktada konuşlanan teröristleri temizlemek adına Barış Pınarı Operasyonu başlatıldı. Arada yaşanan ve ABD ile Rusya arasında gidip gelmeler, rencide edilmeler, siyasi baskılar, manipüle edilen konuları yazarak zamanınızı almak istemiyorum.
Gelinen noktada operasyon yapılması kararında doğru bulduğum noktalar çok fazladır. Ve neticede operasyon başladığı için artık kimsenin karşısında durması anlamsızdır. Yapabileceğimiz tek şey hiç bir vatandaşımız ve askerimizin burnu bile kanamadan yuvasına geri dönmesi için dua etmektir. Hangi ülkenin ne dediğinin de önemi bulunmamaktadır.
Zaten karşısında olan kesim bellidir. Emperyalist ve Siyonist düşünceye sahip olanlar ve onların ülkemizdeki siyasi kanadı olan kitlelerdir...
Operasyon konusu; olayların başlangıç ve gelişme süreçlerini atlayıp, günümüzdeki sorumluları unutup, her şeyi cumhuriyetimizin kuruluşuna ilişkilendirerek cevaplayamayacağımız bir boyuttadır.
Selam ve saygılarımla...
aranızdaki muhabbetten haberim yoktu hocam
uyarınız için teşekkürler şiiri sildim yazınızdan
Bir önceki yorumumda bahsettiğim gibi
Bu sonuçlara bizi getirenlerle
Kurtuluş Savaşı Kahramanlarının Kıyası
sizin gibi Tarihçi Bir Şahsiyete nasıl desem
bir türlü bir çerçeve bulup oturtamıyorum
eleştirim kısaca bunadır
saygılarımla
Blöf işi zaten bir Hristiyan ve Yahudi taktiğidir. Aldatmanın en hasını, yalan söylemenin en hasını onlar her zaman yapmıştır, yine de yaparlar... Tıpkı geçmişte ki 1 Nisan Aldatmacası gibi, tıpkı Srebrenitza'da Sırp Katillerinin yaptığı gibi, daha bir dolu örnek var da ilk aklıma gelen bunlar... İçimizde ki pisliklere gelince bu Kurtuluş Savaşı zamanında da oldu, şimdilerde de oluyor. İt ürür kervan yine yürür, onlara edilecek yegane laftır... Bizi kınayan içeride ve dışarıda her kimse önce aynada kendilerine baksınlar, sonra ağızlarına kelam alsınlar... Asım Paşanın orada söylediği sözün aynısı burada da geçerli... Biz sadece kendimiz için değil, ezilen, horlanan bütün insanlar için oraya girdik, ve bu işi de bitirmeden çıkmayacağız inşallah... Kutluyorum güzel yazınızı Sami Hocam...
Saygılar hocam
Olayları sonuca göre okursak yazı güzel
Ancak... Buralara Nasıl Geldik diye irdelersek
Yazınız boşlukta boğulmaya mahkum olur
asıl tartışmaların odak noktası zurnanın zırt dediği nokta da işte burası
1:16:58 AM zamanında düzenlenmiştir.
muslumbayram tarafından 10/11/2019 2:21:26 PM zamanında düzenlenmiştir.
sami biberoğulları
Bir Dünyevi denen vatandaş benden şiirlerine ve yazılarına yorum yapmamamı rica etti. O gün bu gündür ben de onun ne şiirini ne yazısını okurum.
O bakımdan senden de ricam o vatandaşın yazdığı şiiri yorumdan kaldırmandır.
Bana kendi cümlelerin ile, kendi yorumlarınla geldiğin müddetçe her zaman başımın üstünde yerin var.
Selam ve saygılar.
Biz biliriz bizim işlerimizi
İşimiz kimseden sorulmamıştır.
Kılıçla, mızrakla, topla, tüfekle
Başımız bir kere eğilmemiştir
Asla da eğilmeyecek Allah'ın izniyle.
Teşekkürler, değerli Sami Hocam.
Söz konusu vatansa gerisi teferruat.
Her daim saygılarımla değerli hocam.
Elbette aldırmıyoruz ve aldırmayacağız da.