- 333 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
GÜZEL BİR RAST GELİŞ
GÜZEL BİR RAST GELİŞ
Yaz bitimiyle sonbaharın gelişi ve Kıbrıs’tan dönüşüm. Özlenen sanat günlerine kavuşma, deniz mevsimini geride bırakırken. Güz mevsiminin yaprak dökümünden mi, yoksa bahar tutkusundan yaz coşkusuna da veda etmekten mi bilinmez hüzün mevsimine giriyoruz sanki sonbaharın doğadaki değişimiyle. Eylülle başlayan duygusallaşma, yoğunlaşma ile yine bu mevsimle başlar edebi üretimler, sanatsal faaliyetler. Sanatın bir güneş gibi ışıdığı, yetmemesine rağmen; sanat adına çeşitli etkinliklerin yapıldığı güzel bir şehir İstanbul! Şiir, resim, heykel, müzik, tiyatro ve birçok edebi dalda yapılan toplantılar, söyleşiler. Bilgi ve iletişim çağında her gün bilgi akıyor İstanbul’a. Her gün dünyanın çeşitli kentlerine bilgi akıyor, sanat akıyor sanatı aşk olarak benimseyen yüreklerden. Kültüre ve sanata önem veren insan önce kendini yetiştirmeye başlar, sonra edinimlerini sanatın güneşi doğrultusunda, gelecek nesillere, insanlığa hizmeti borç bilerek kendini sanata adar. Sanatın büyüsüyle, coşkusuyla fethedilmeyi kim istemez ki! Sanatın büyüsüyle yaşamak kadar güzel bir duygu olabilir mi? Bu büyüleyici duygular ki yaratıcılık dürtüsü uyandıran, hayal gücünü güçlendiren, sanat aşkını geliştiren güzelliklerin hepsi… Keşke, sanat kolları yeterince sarıp sarmalayabilseydi kırılgan yürekleri. Keşke; çağdaş sanat, toplumsal yaşam bilincini, insan gelişimini biçimlerken, karanlığın zehrini akıtabilse sonsuza dek…
Beyoğlu’nda; on beş günde bir, Pazar akşamları yapılan; Öykü yazarımız, Cafer Hergünsel başkanlığında, Ahmet Tığlı şairimizin yönettiği ‘Yazın sanat’ söyleşisine derin bir haz ve içimdeki tatil boyu edinimleri paylaşma heyecanı içerisinde gittim. Bu toplantılara ara ara katılan, edebiyatçı üstat Beyazıt Kahraman’dan; sohbet arasında, tatildeyken panayırda seyrettiğim ‘Zeyibekiko’ müziği ve oyunları hakkında bilgi istedim. Tabi ki kafamdaki soru; Yunanistan ve Güney Kıbrıs’ta çalınıp oynanan birçok ‘ Zeibekiko’ oyunlarının kökenliydi. Bu soru üzerine üstadımız; beni ve iki şair arkadaşı daha ODTÜ Lokalindeki edebiyat üzerinde konuşmaların yapıldığı bir etkinliğe davet etti.
Beyoğlu Öğretmenevi nezih bir yer; orta katında her ayın üçüncü Çarşamba günü yapılmakta olan, katıldığım şiir etkinliği sona erince akşam ilk kez gideceğim diğer etkinliği düşünmeye başladım. Beyazıt Kahraman Üstadın önerisiyle ben ve iki şair dost saat on dokuzda başlayacak olan bu toplantıya gittik. İçimde çözemediğim kekremsi bir heyecanla öğretmenevinden çıktım, Taksim otobüs durağının az ilerisindeki adresi arayıp buldum. Asansöre binip dördüncü kattaki salona süzülerek usulca geçip bir masaya oturdum. Diğer iki erkek şair arkadaş da yan masada yer bulup oturdular. Bina eski, tarihi, güzel bir yapıya sahipti, derneğin bulunduğu bu geniş apartman dairesinin tam karşısında ise nefis, görkemli bir ‘ Gezi Parkı’ manzarası vardı. Gezi Parkı olaylarında, kendi özünü korumak için, sisteme karşı çıkışta, sembol olan, direnişçilere koynunu açan eşsiz bir parktır. Taksim’in nefes alma, kitap okuma yeridir bir yerde. Sonbahar altın yapraklarını saçlarınıza dökerken, karşıdaki boğaz manzarasına karşı çay- simit yanında romantizmi düşlemek ayrı bir güzelliktir. Çok güzel sıcacık duyguların yüreğe dolması içimi rahatlatınca buraya ilk geliş çekingenliğim de sonlanmıştı. İçerisi tıklım tıklım doluydu; kiminin elinde bira, kiminin elinde şarap kadehi önlerindeki fıstık, leblebi çerezleriyle sohbetin deminde edebiyat, dostluk kaynatıyorlardı. Birlikte geldiğimiz şair arkadaş üç kadeh şarap söyleyince önüme kırmızı şarap geldi. Derin bir nefes alırken “çerez olmadan beyaz şarap olsa hadi neyse, acaba içimi kaynatır mı?” Diye düşünürken yanı başımda oturan bir genç bayan yanında getirdiği leblebi paketini açıp; “Alır mısınız? Şarapla iyi gider, lütfen çekinmeden alınız”! Deyince önce beynimden geçenleri sanki okumuş gibi kızarıp utandım, sonra teşekkür ettim. Yüzüne baktım ki, uzun kirpikli, iri gözlü, güzel alımlı kırk yaşlarında bir bayandı. Onun da yanı başında kırk beş yaşlarında bir bayan daha oturuyordu. Belli ki arkadaştılar. Kadehimden ilk yudumladığım şarapla, leblebiye elimi uzatırken, arkadaşıyla cıvıl cıvıl konuşan bu bayana; dostça davranışından, yüzündeki ışıltıdan etkilenmiş olacağım ki ona doğru hafifçe eğilerek:
- Teşekkür ediyorum, çok sağ olunuz pek makbule geçti, ben de Kıbrıslıyım şiir yazmaya çalışıyorum. Dedim. Nedense Kıbrıslı olduğumu pat diye söyleyiverdim.
. – Benim dedem de Kıbrıslı. Çok insan tanır onu.
-A, öyle mi, ben Baflıyım.” Diyerek sözü uzatınca
– Aaa benim de dedem Baflıydı. Dr. İhsan Ali, belki de tanırsınız…
İkimiz de; hiç beklemediğimiz bu güzel tesadüfi rastlantıyla yüz yüze bakışıp gülüşler sergilerken ister istemez gizemli bir şaşkınlık yaşadık, nereden nereye varmıştı bu günkü gizemli çözümsüz esrik heyecanım diye düşündüm. Tanışma bitince bana öykü kitabını * Güzel tesadüfi rastlantılara* tümcesiyle imzaladı. Ben de ona yeniden karşılaşacağımız bir zamanda şiir kitabımı imzalayıp vereceğimi söyledim. Annesi Dr. İhsan Ali’nin kızlarından Ülkü Hanımdı. Geçmiş zaman dilimlerinde basından tanıyordum annesini. Dedesi “Dr. İhsan Ali”, Baflı olup da tanımayan yoktu… Baf Köylülerine her zaman desteği olan, her zaman sağlıkla ilgili halk sorunlarına yürekten el atan, özverili, çok ünlü bir doktordur dedirten, anlatılarla efsane olmuş isim yapmış bir doktorumuzdu yaşamınca.( 1904 – 1978)
Konuşmacı, İzmir’den gelmişti, “ Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatında Roman” konulu söyleşisini bitirince yeniden sohbet fırsatı bulduk. Yakında veraset işlemleri için annesiyle Kıbrıs’a gideceğini söyleyince aklıma Ulus Irgad Bey geldi. Dr.İhsan Ali ile ilgili çalışmaları vardı, bir yazar olarak çok engin bilgileri olduğunu düşündüm. Facebook adresine yönlendirdim. Bir tesadüf daha; meğerse Ülkü Hanım ve Ulus Beyin annesi de sınıf arkadaşı imişler. Bu yönlendirme sonunda bana teşekkür ettiler. Göç olgusunu yaşayan insanlar olarak araya giren zamanla onca hasret, onca özlem birikmişti yüreklerde. Bu rast geliş sayesinde de, uzun yıllar sonra iki arkadaş birbirlerine yakından kavuşacaktı…
Mutlu ederek mutlu olmanın gizemini, hazzını derinden yaşayan, tadan biri olarak bu güzel, tesadüfi rastlantı sonunda sonsuz mutlu hissettim kendimi. Öyle ya, genç bir öykü yazarı benim topraklarımda doğan, ün yapan köylümün torunuydu. Öykü yazarımızın annesi ile sınıf arkadaşı olan Öğretmen ve yazar olan arkadaşımın annesi bu sayede birbirlerine şimdilik sanal ortamda kavuşmuştu. Bu gelişmeler olup biterken bir yandan da anı sandığımda naftalin kokulu sayfalar oynaşmaya başladı. Doğup büyüdüğüm, Dağaşan- Vreçça köyüne, ta çocukluk yıllarına taşıdı yakan bir özleyişle buğulu ruh dünyamı. Baflı olup da Dr, İhsan Ali Beyi hemen hemen tanımayan, sağlık için tedavisine başvurmayan yoktu…
*****
İlkokul Birinci sınıfın ilk yarıyıl tatili için karnemi alıp eve geldim. İçimde sevinç kuşları cıvıldaşırken, pekiyiyle aldığım karnemi aileme gösteremedim. Babam köy işleri yanında çoğu kez, yorgancılık mesleğinden dolayı köy dışında oluyordu. Annem de her zamanki gibi evde yoktu. Okul dönüşü beni karşılayan bir annem yoktu, çünkü ev işlerinin yanında köy işleriyle uğraşıyordu. Bu burukluğu yaşarken; sağlık açısından kendimi iyi hissetmediğim için meyilli avluya uzanım uyuyakaldım. Akşamüstü dönüş seslerinin giderek arttığı bir sırada uykulu halimle etrafıma bakındım annem ve kardeşlerim henüz gelmemişlerdi. Bulantım, hafif ateşim vardı. Kay edip rahatladığım bir sırada babam geldi.
“Bu ne hal, annen seni tarlada bekleyecekti bildiğim, niye gitmedin annene yardıma” dedi. ‘Hastayım’ desem de babam; eşek sırtındaki semerden odunları çözüp indirme peşindeydi. Az sonra koyunların ve keçilerin çan sesleri, kuzuların melemeleri ardından avlu şenlenmişti. O kadar yavru arasından keçi ve koyunlar nasıl da yavrularını, yavruları da analarını koklaşarak anında buluyordu… Sevimli kar beyaz kuzucuklar, küpeli küpeli oğlacıklar, memeye saldırıp süt emerlerken çıkardıkları mutluluk sesleri bir başka hazdı, bir başka yaşam karesiydi o çocukluk yıllarında…
Şubatın ilk günü orta ve lise öğrencileri, tatil için köyde olurdu. Erik, badem, şeftali çiçeklerinin açtığı, köyün gelinlik giydiği güzel aylardan biri şubat... Evlerde elektriği, suyu olmayan fakat bitki örtüsü zengin mi zengin, bağ bahçe ürünleriyle bir başkaydı köyüm. Dağlar arasında yemyeşil, suyu, verimi bol, yaşam güçlüğüne rağmen her çeşit gıda ürünleriyle insanı doyuran… Tatilin başladığı bu ilk gün; annem hamur yoğurup taş fırında pişirilen ekmek yapımı için evdeydi. Çamaşır yıkamayı da aradan çıkarıyordu evde olduğunda. Toprak küpteki küllü suyu ile kalıp sabun ve tokuçla (tokaç) taş plakada yıkanan çamaşırlar ne de güzel kokardı.
Benden altı yaş büyük olan küçük teyzem ve kuzenim de annemi ziyarete geldiler. Bahçemizdeki ağaçta iri, sapsarı, güneş rengi turunçları görünce büyük bir coşkuyla toplayıp turunç macunu yapmaya koyuldular. İçleri çıkarılıp kabuklarının üzeri rendelenen turunçlar beş altı parçaya ayırıp lüle lüle kıvırıp ipe diziliyor sonra da suda bekletiliyordu macun için. İçimde derin bir hararet vardı. Atılacak olan o ekşi turunç içlerini alıp alıp yedim. Teyzem, annem; “dokunacak sana be” dediyseler de pek dinlemedim. Akşama doğru bayağı fenalaştım. Sabahı zor ettik, gece birkaç kez kay ettim ateşim daha da çıktı. Köy otobüsüyle babam beni Dr. İhsan Ali Beye götürdü.
-Çocuk kızamık geçiriyor, fark etmediniz mi? Dün ne yedi acaba, kızamık içe vurmuş iyi ki getirdiniz.
Kızamığın belirtilerinden kırmızı lekeler, yediğim turunçlardan dolayı kırmızı döküntüler çıkamamıştı. İğne yaparken acımasını istemezsem, nefes alıp vermemi öğütledi. Sonra da babama tavsiyelerde bulundu. Pekmezi sulandırarak, bol bol bağ pekmezi şerbeti içmemi önerirken ilaçlar verdi. Böylece ilk kez doktor görüp ilk kez iğne acısını da tatmış oldum. Çekirge misali yerinde duramayan bana, dinlenmem söylenmişti doktor tarafından. (Appiduri), ‘hiç yerinde duramazsın’ der dururdu annem. Hiper aktif, aşırı hareketli bir çocuktum, annenim değişiyle beş erkek çocuğuna bedelmişim…
Kasaba- Baf’tan akşam eve dönünce dedem geçmiş olsun için ziyaretime geldi. Ona da bir şeyler almıştı babam kasabadan. “ Ha be Musa İhsan doktora mı götürdün çocuğu, o çok eyi doktordur. Hatırlarsın Ahmet’i nasıl eyileştirdi. Hem de bize yardımda bulundu.”
Üç kız kardeş bir ağızdan; “hadi baba anlat bize yeniden” diye ısrar edince; kaç kez dinlediğimiz amcamla ilgili yaşanılan bu anıyı babam yeniden anlatmaya koyuldu.
******
“ Amcanız çok kötü hasta oldu be çocuklar, nenenizin deneyimleriyle, konu komşunun bilgileriyle amcanızın iyileşecek durumu olmadı. O zamanlar köyde otobüs de yoktu. Cilinya köyüne kadar beş altı mil yürüyeceksin, ya da eşeğe binerek köye kadar gideceksin. Bu köyde eşeğini bir Rum tanıdığa emanet edip akşama geri dönünce de eşeği alıp Vreçça’ya döneceksin. Çok çileler vardı çocuklar o zaman, yaşantı şimdiki gibi değildi, çok zorluklar çekerdi insanlar. Amcanız hasta olduğu için onu eşeğin sırtına bindirdik. Ben hem de deden yayan Kilinya’yanın toprak yolunu tuttuk. O zaman dedenizi bütün Rumlar tanırdı. Yorgancıydı ya sık sık çağırırlar yastık, yatak, yorganlarını diktirirlerdi. Kilinya’dan otobüse binip; Baf - Kasaba’ya vardık. Üçümüz birden doğru İhsan Ali doktorun yanına gittik. Muayeneden sonra iğne yaptı. Çok çok üşütmüş, tekrar getirmeniz gerekiyor delikanlıyı dedi dedenize. Ben ve dedeniz soğuk duşa girmiş gibi şaşaladık bir anda; dedeniz:
“ -A, şeker oğlum, bir bilsen halimizi, . Baf’tan Kilinya’ya oradan da o çamurlu yollardan karanlıkta git eşekle Vreçça’ya; tomofil yok ki köye kadar, üstelik bu fukaralıkla... Sonra ayni eziyeti sabahtan yeniden çek geri gel. İlaç varsa ver de biz idare edelim doktor bey, olur?” Derken yüzünü kaplayan utangaçlık, mahcupluk ve üzünçle doktorun karşısında ezildi adeta.
Doktor yüzümüze derin derin baktı. Sonra; ‘bir çare buluruz, burada bekleyiniz’ diyerek çıkıp gitti. Az sonra geri döndü.
“Haydi, rahatla Hasan Dayı sorunu hallettim. Sana ve delikanlılara handa bir oda tuttum. Bu geceyi orada geçireceksiniz. Parası ödenmiştir. Yarın yeniden getir delikanlıyı, çünkü yeniden iğne yapmam gerekiyor üstelik de ilaçları var. Bir kez daha muayene etmeliyim Ahmet’i”.
Babamın gözleri buğu buğu; göz pınarlarından sızan yaşlarla anılarını yeniden yaşarken, “Çocuklar böyle doktor az bulunur, hem çok anlardı hastalıklardan üstelik muhtaç olana yardım etmeyi çok severdi. İster Türk, ister Rum olsun fukaralara para almadan bakardı. Ondaki ilaçlardan verir, hatta parasıyla ilaç aldığı dahi söylentileri var. Öyle parada pulda gözü yoktu. Çok insana eyiğiği tokundu, İyi kalpli ve merhametliydi çok”. Diye de ilave etti.
*****
Doktor İhsan Ali; böyle duyarlı birisi idi sonuçta, Baf köylerindeki insanlara sonsuz iyiliği, sonsuz yol göstericiliği oldu. Yaşanan siyasi olgular sürecinde Kıbrıs Türklerine çok faydası, olmuştur. Birçok hasta insanın sağlığına sağlık kattı. Kıbrıs’ın konumundan dolayı siyasi olaylara, söylemlere adı karışsa da, Rumcu, vatan haini damgası vurulsa da haksızca, O; Baf köylüleri için, Kıbrıs için gönlünde yatan konum ve de farklı algı potansiyeli ile çok faydalı olmuştur insanlığa. Bir vatansever, bir Kıbrıs sevdalısı olarak gönlümüzde hep yaşayacaktır. Kanlı hesaplaşmaların, türlü türlü oyunların oynandığı, Enosis krizlerinin devamında; Kıbrıs Adasında iki toplum arasında kan dökülmemesi, barış gelmesi için yüreği hep çarpmıştır. Atatürkçü, Kemalist ve anti sömürgeci idi. Yaşamınca, Kıbrıslılık ateşiyle, düşüyle süslemiştir dünyasını…
Rastlantısal, güzel bir rast gelişle Müjde Hanımı, daha sonra da annesi Ülkü Hanımı yakından tanımak ve çok eskilere taşınmak anılarla güzeldi. Ah ki ah zaman! Yaşam bohçasında, sandığında sakladığı naftalin kokulu anılarımızı gözyaşlarımızla bize tazelerken ne de erdemli döndürüyor çarkını…
Anı sandığının açılmasıyla, zaman içerisinde yolculuklar kimi hüzün, kimi de sevinç gözyaşları döktürüyor insanoğluna. Bir tarih vardır sayfa sayfa dokunan, bir yaşantının taşıdığı tortuların demi vardır tüm yüreklerde tadına varılamayan… Zaman en iyi ilaç derler ya, nelere kadir oluyor çoğu kez. Göç olgusunu yaşayan biz gibi nice insanları nerelere sürüklüyor. Hele hele tesadüfi rast gelişlerle ne yaşanmışlıkların su yüzüne çıkmasına neden oluyor. Hangi farklılıkların derinliklerini algılamamızı sağlıyor! Direncin ateşinde ne başarılara imza attırıyor acılar imbiğinden. Sanat insanları birleştirici, bütünleyici bağlar sağlayan bir etken çoğu kez. Çoğu kez de tesadüfü rastlantılarla, medya iletişimleriyle yeniden kavuşmalara aracı, büyülü, ışıltılı köprü gibidir bir yerde. Mutluluğun kekremsi tadını tekrar tekrar yaşatan, ‘kavuşmanın Türküsü’ gibi sıcacık güzel bir rast geliş…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.