- 413 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
TÜRKMEN KADINI GÜLŞAD
TÜRKMEN KADINI GÜLŞAD
Türkmenistan, Aşkabat kentinde güzel, huzur dolu yıllarını yaşadı Gülşad, yıllar öncesinde. O zamanların anılarını süsleyen sevinçlerin, güzelliklerin, iyi şeylerin yanında acılar örgüsünün motifleri de vardı elbette omuzladığı yaşamda. Erdemli bir yaşam sürdürmeyi ilke edinirken, yaşamın zorlu savaşımında olumsuz etkenlere direnç göstermek, umutların gizemine bağlanarak evlilik yolculuğunda yuvasının kadını olmayı yapısına göre başarmıştı. Gönül açıcı, güneşli, ruhu ısıtan anıların büyüsü, geçen yıllardaki yaşama tutkusu yüreğinde gül gül açmaktaydı. Gel gör ki; değişim rüzgârları, filizkıran fırtınaları neleri koparmıyor, neleri kırıp
geçirmiyordu ki yirmi birinci yüzyılda. Yaşamın güçlüklerini eşiyle göğüsleyerek geçirdiği o güzelim yıllara ne olmuştu gerçekten. Eşinin şehir hayatındaki taşkınlıkları, alkolizme yenilmesi, münakaşaların, kavgalara dönüşmesi, yuvasında sislerin, dumanların, karabulutların çöreklenmesi gecikmedi. Kadın etkeni de (aldatılma) girince araya soluğu Kuzey Kıbrıs’ta almasına neden olmuştu Gülşad’ın.
Kuzey Kıbrıs’ta son zamanlarda: Türkmenistan’dan; hastalara ve yaşlılara bakmak için gelen işçi sayısında artış görülüyordu. Kimi erkek kimi bayan çeşitli işlerde çalışmak için, yurtlarını terk edip işçi olarak benimsedikleri Kuzey Kıbrıs’a akın ediyorlardı adeta. Bu akına, akıntıya kapılanların birisi de yaşadığı sorunları noktalamak adına Türkmen Kadını Gülşad idi. Sabır, hoşgörü, isyan, direniş, başkaldırı, iyi kadını oynama, hiçbirisi işe yaramadı. Sonuçta, yaşanılan aşılmaz bir yuva krizinden, baş edemediği aile sorunlardan dolayı arkadaşlarının desteğiyle ve de yönlendirmesiyle kendisini Kuzey Kıbrıs Lefkoşa’da bulur. Evinin kadını iken, işçi olarak ta buralara gelip işe başlaması, ağır bir hastaya bakıcılık yapması onu derinden yaralar. Gerçek şu ki; şehir kızı olarak köye gelin gitmek dahi onu derinden sarsmış, köye evlendikten bir süre sonra eşini ikna edip büyüdüğü şehre dönerek aile yaşamını öyle sürdürmüştür. Yatılı olarak işe alındığı epey varlıklı Hasan Melih Bey’in evinde ilk bir hafta işe alışma, deneme süresi bitmiş, kırılganlıkların ezikliğinde kendi iç dünyasıyla baş başa kalmıştı Zübeyde Nine’nin bakıcısı olarak…
Gülşad, kendisine verilen özel odasında yatağına uzanıp çoğu kez eski yaşamını geçirirdi usundan. Aşkabat’tan köye gelin gitmeyi istemese de kuzenin arkadaşı olan Ataş Muhammedov ile evlilik için tanıştırıldığında onaylamasının nedenlerini düşünürdü. Yakıcı bakışları, can alıcı çapkınca gülüşü ve de masum duruşu etkilemişti Gülşad’ı. Kendisinden dört yaş küçük olmasının yanında uzun boylu, yakışıklı, meslek okulu mezunu, kültürlü oluşu, köyde üç evi, aileyi geçindirecek parlak bir işi oluşu da evlenmelerine etken oldu bir yerde. Eşi kumral, pembe yanaklı güven verici görünümü yanında sessiz, az konuşan biriydi. Gülşad ise esmer, uzun boylu zayıf; çok parlak bir görünümü olmamasına karşın iyi bir aile kültürü yanında o günün kent kültürüyle de yetişmişti. Arkadaş canlısı, sohbeti seven, özverili ve paylaşımcı bir yapıya sahipti.
********
Ayla, gelen telefonla annesinin hastanede yattığı haberini alınca İstanbul, Suadiye’den hemen Sabiha Gökçen Havaalanına oradan da Lefkoşa’ya uçtu… Annesi, beyne pıhtı atması sonucu felç geçirmişti ama yapılan erken müdahale sonunda iyiye doğru gidiyordu. İki hafta sonra, eve çıktılar. Annesinin bakımını üstlenen Ayla iki ay sonunda İstanbul’a geri döneceği için bakıcı aramaya koyuldular abisi Haluk’la. Sonunda bir Türkmen bayana emanet edip annesini, Türkiye’ye döndü. İki hafta geçmesine rağmen usu hala Kıbrıs’taydı. Kaldığı süre esnasında hastane gözlemleri, halkın sosyal yaşam içindeki değişimleri, bir film şeridi gibi, yaşamın bütünü hakkında edinimleri…
Yaşamın bir yüzü de doğan, büyüyen, gelişen insanın yaşlanma evresidir. Yaşlılık, insan hayatının kaçınılmaz bir sürecidir, * yetersizlik süreci*. Bireyin, kişisel bakım hizmetini yapamaması, kendisine yetersiz kalması...Günümüzde sosyal, ekonomik, tıbbi, bilimsel ve teknolojik değişimlerin sonucu olarak dünyanın yaşlı nüfus oranı artmaktadır. Gelişmiş ülkelerde yaşlılara dönük sosyal sağlık hizmet uygulamaları vardır. Yaşlılara yönelik sosyal politikalarda sosyal güvenlik alanında emeklilik sistemi işlemektedir. Bu düşünceyle toplumsal sorunların arasında önemli bir yeri vardır yaşlılığın. Gerek hastahanedeyken, gerekse evde hasta bakımı, yaşlı bakımı devletin yetiştirdiği elemenlar olmalı. Bu da ancak hasta ve yaşlı bakımı kursları açıp elemanların yetişmesi gerek. Engelilnin öz bakımı, koruyucu bakımı...
Dünya genelinde olduğu gibi, ülkemizde de birçok evde 65 yaş üstü; yaşını başını almış hasta, engelli, yaşlılık sorunları olan nice insan var. Ve bu nedenle, bakıma gereksinme duyulan yaşlıların hemen hemen bakıcılarının büyük bir kısmı yabancı uyrukluydu. Kuzey Kıbrıs yaşlı, hasta bakımı Türkmen bayanların kültür seviyesi, iyi olmasına karşın işçi olarak Kıbrıs’ın sıcacık güneşli evlerinde, Akdeniz’in masmavi büyüsünde para için çalışıyorlardı. Saçlar meçli, yüz, göz bakımlı, pürneşe kahkahalarla; sanki eğlenceden dönüyormuş gibi Anadolu kadınlarının yanında süslü püslü izne gitmelerini tekrar tekrar usundan geçirip durdu. Düşüncelere dalıp gitti, okul yıllarında az mı çalışmıştı işçi olarak tatillerde. O zamanlar Rum -Türk karışık yaşıyorlar, Rumlar daha çok şehir işlerinde, memuriyette; Türkler ise köy, yol, emek işlerinde çalışıyorlardı… Yabancı işçiler var mıydı yetmişli yıllarda, sorusuyla cevapsız kaldı. Bu konuda anımsadığı tek şey; köyündeki yaşlı insanlara kızlarının, gelinlerinin, torunlarının ya da komşuların bir biçimde bakmasıydı…
Birçok iş alanındaki işçiler üzerinde gözlemledikleri şaşırtmıştı Ayla’yı. Lokantadaki garsonlar, marketlerdeki çalışanlar, otellerdeki elemanlar gün geçtikçe yerlerini yabancı işçilere bırakıyorlardı. Kuzey Kıbrıs’ta, az iş olmasına rağmen; Türkiyeli işçilerden boşalan yerleri; Türkmenistan, Kazakistan, Pakistan, Afrika kökenli işçiler almaktaydı. Türkmenistan’dan gelen erkekler inşaat sektöründe, kadınların çoğu ise ki yaş ortalaması kırkın üstünde, daha çok yaşlılara, hastalara bakıp para kazanıyorlar. Türkmenler de diğer işçiler gibi, yasaların verdiği haklardan yararlanıp kazançlarını kendi ülkelerinde değerlendiriyorlar. Bu durum öyle ileri duruma geldi ki neredeyse ülkenin çeşitli kentlerinden büyük bir kısmı yurt dışında çalışıyor hale geldi. Ayla, bu konuda usunda bin bir soruyla yoğrulurken, bir an Türkmenistan tarihini düşündü: Okudukları kadarıyla; dünya medeniyet merkezlerinden biri olduğunu anımsadı. Doğal kaynaklarının zenginliği yanında, kültür zenginliği açısından kahramanlarla dolduğunu. Bunlardan; Oğuz Türklerinin efsane bilgesi, “KORKUT ATA” ( Dede Korkut) ve tarihin sayfalarında yer alan nice halk bilgesi… Eflatun Cem Güney’in çalışmalarında * Dede Korkut Masalları*, bu yönden çok büyük önem taşımaktadır. Türkmenistan, 1924 yılında Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin egemenliğine girdi. 1991 yılında ise Sovyetler Birliğinin dağılmasıyla bağımsızlığını kazandı. Bağımsızlığını kazanan Türkmenistan, birçok konuda şaha kalmışken, birçok şey yolunda giderken, doğal gaz bedava iken halk geçim zorluğu mu çekiyordu ki başka ülkelere işçi göçü yaşıyordu…
*****
Gülşad altı ay Zübeyde nineye bakıcılık yapabildi. Ülkesinden ayrı, eş, kız, oğul, torun hasretiyle yanması yanında oğlunun işlerinin bozulması nedeniyle oğlunu ve gelinini Kuzey Kıbrıs’a getirtmek zorunda kalmıştı. Bu sorunlarla boğuşurken; yerleştirme, iş bulma, çalışma izni alma derken işinden de oldu. Aslını düşününce, sorunlar karşısında savaşım yetisi çok kuvvetli değildi. Yaşamın acı yüzünü tanımasına karşın alıngan bir yanı da vardı. Yeterince direnç gösteremeyip ileride pişmanlık duygusu yaşayacağı bu güzel işten ayrıldı. Yeniden iş arama, yeniden çalışma izni, yeniden sigorta işlemleriyle uğraşırken buldu kendini. Gülşad’ın Kıbrıs’a çalışmaya gelmesinin ardından, kocasının da Türkiye’de iş bulup yerleşme durumu huzurunu kaçırıp, iç dünyasını altüst etmekteydi. Aldatılmayı kabullenmese de kadın olarak, eşinin içki, kadın konusunda tutar bir yanı yoktu. Eşi Türkiye’de, kendisi, oğlu, gelini işçi olarak burada… Neyse ki evli olan iki kızı ve torunları yuvalarında sorunsuz olarak yaşamlarını sürdürmekteydiler. Kadın olarak kendi sorunlarını düşünecek, ağır yalnızlığın çöküntüsüyle baş edecek, sabırlar örecek ne çok geceler, ardı sıra sorularla sabahı sabah edecekti. Beş yılını bu dolmayan boşluklarda doldurdu ve yine iş aramaktaydı…
Ayla ile Gülşad’ın tanışması bir tanıdığın yönlendirmesiyle oldu. Ayla’nın annesi Sevdiye Hanım’a bakıcı olarak işe başlaması uzun sürmedi. İki elinin teriydi, kazanacağı paraydı Gülşad’ın umut penceresindeki ışık. Ülkesinde oğlundan olan torunlara dünürü baksa da, büyük kızı ilgilense de her zaman gözlerinde tütüyorlardı, hasretleri yakıyordu özlem özlem. Sesleriyle, coşkularıyla uyanıyordu kimi sabahlar. Ayni özlem ve yakıcılık, oğluyla gelinini de tutuşturmuş olacak ki çok dayanamayıp arkalarında dünya sorunu bırakarak ülkelerine geri döndüler. Onların dönüş yapması yalnızlığının da artmasına neden olmuştu. Bal gibi biliyordu ki, oğlu yine tutarsız yaşam biçimi nedeniyle işsiz kalacak ve yeniden Kuzey Kıbrıs’a geri dönecekti. Sonuç olarak düşündükleri oldu ve kısa bir zaman sonra oğlu ve gelini yeniden işçi olarak Kıbrıs’taydılar. Zaman akıp gidiyordu ve çalıştığı bu yeni işinden memnun olmasına karşın hiçbir şey onu avutmuyordu. Hep mutsuzluk krizleriyle boğuşuyor, kendini tam anlamıyla işine de veremiyordu. Yarı aptal, bön bön bakışlarla, elinden düşmeyen iki cep telefonuyla ( Türksell ve Telsim hattı olarak) yakıtı bitmiş araç gibi iteleyerek geçirmeye başladı günlerini. Kızının aracı olmasıyla İstanbul’da çalışmakta olan eşini görmeyi kabul eder. Dört günlük izin tatilinde İstanbul seyahati, eşiyle barışması iyi gelmişti Gülşad’a. Eşinden gördüğü maddi, manevi ilgi de ruh dünyasını az da olsa iyileştirmişti. Girne’ye yakın sahil şeridinde denize karşı, Sevdiye Hanım’ın evinde çok rahattı, kendi evi gibiydi, iş konusunda sorunsuz geçiyordu zamanı. Günler geçtikçe, gurbet elinde çalışıyor olması, oğlunun tutarsız yaşam sorunları onda ağır bunalımlara girmesine neden oluyordu ara ara. Ruhunda ne fırtınaların estiğini açık etmese de, sekiz ay çalışmasına karşın, sudan nedenlerle, yıllık iznini kullanma krizine yakalandı. Çalışarak biriktirdiğini, banka hesabına yatırdığı dolarları, kendi ülkesinde çift katı Türkmenistan Manatı’na çevireceği duygusuyla yatıp kalkıyordu. İzin konusunda, yasalar gereği, bir yıl dolmadan yıllık izin kullanamayacağını bile bile bu hayalle kafa tuttu bir süre Sevdiye Hanım’ın oğlu Haluk Bey’e. Oğluyla gelinin arası pekiyi gitmiyordu, bu nedenle aklı başında değildi. İçini döküp, derdini tam anlatmadığı için iş yerinde de huzuru kalmamıştı. Gülşad; diğer göçmen işçiler gibi, izin günlerinde de çalışarak günlük harcamalarını karşılıyordu. Bakıcı maaşındaki parasını ise dolar hesabında biriktirmekteydi. İşçi olarak buralara gelip çalışan tüm kadınların, erkeklerin yaşamı kolay değildi. Arkadaş buluşmalarında aile boşluğunu dolduracak sohbetler yapsalar, anılarını paylaşsalar da zordu yaşamları. Bayanlar erkeksiz, erkeler, eşsiz, bir başına, yalnızlık kadranında, kızlarından, torunlardan, akrabalardan, yakınlarından uzakta olmak kolay değildi… Parçalı aile günceleri yazılıp kayda geçiyordu, zor bir yaşam savaşı vermekti, bir başka ülkede aile bütünlüğü olmadan çalışanlar için. Tam on bir ay dolmuştu ki eşini görmek için yeniden Türkiye’ye gitme hayalleri, bir fırsat yakalayıp yıllık izne çıkma hayalleri büyüsüyle yanıp tutuşmaya başladı. Haftanın üç dört gününde eşiyle yazışmaları, telefonlaşmaları varken bir ara yedi günün ardından eşinden hiç haber alamaması huzurunu kaçırdı. İstanbul’daki akrabasını ve iş arkadaşını aradıysa da eşi Ataş Muhammedov’dan hiçbir haber alamamıştı. Oğluna dert yandıysa da” amma da abartıyorsun anne “ deyip kestirip atmıştı oğlu. İçine çöreklenen yılan semizlemekteydi saatler ilerledikçe…” Kesin başına bir hal geldi, kesin kötü bir şey var, olmaz, bu işte bir terslik var” diye diye stresten strese girdi. Bu gerginlik nedeniyle yüzüne lekeler bastı. Zayıf bedeninde neredeyse kudret kalmamıştı. Tek çare İstanbul’a gidip eşini arayacaktı. Eşinin, içki içme sorunu yanında Türkiye’de kaçak işçi olarak çalışması usundaki kuşku ve ‘acaba’ sorularını alevlendiriyordu…
*********
Ayla, arkadaşını kıramayıp Kıbrıs’a baharın güzelliklerini de görmek için iki haftalığına tatile geldi. Tatile geleceğini annesine sürpriz yapmak istediği için bildirmemişti. Annesiyle hoşbeşten sonra Gülşad’ı sordu. “ Dünden Türkiye’ye, kocasının peşine gitti kızım” yanıtını aldı. Üç gün üzerine Gülşad’tan beklenen haber gelmişti. Kocası Ataş Muhammedov trafik kazasında vefat etmiş, onu Türkmenistan’a götürüp defnetmesi gerekiyordu. Haluk Bey’e durumu iletip yıllık izin kullanarak, gereken işlemleri elçiliğin de yardımıyla tamamlayıp bitkin bir halde, adeta şokta, yarı ölü olarak eşinin defni için ülkesine gitti.
******
Sevdiye Hanım, Ayla ve Gülşad’ı tanıyanlar, bu haberle derinden sarsılsa da yapacak bir şey yoktu. Bu büyük kaybın, acının tarifi hiç yoktu. Bir an için de olsa Ayla: ‘Ne garip şu dünya düzeni diye geçirdi içinden. ‘ şu işe bak, kadın yıllık izin diye tutturdu bir yıl çalışma süresi dolmadan’. Olacak şey miydi? (Kafasındaki o erken izin kullanma düşü gerçekleşiyordu). Gülşad, ağır bir sarsıntının sonunda da olsa eşinin defni için yıllık izne çıkarak memleketindeydi. “ Tanrı insanların kaldıramayacağı acıları, sarsıntıları yaşatmasın kimseye”! Diye ellerini açıp dua etti içi ürpererek…
Gülşad’ın yaşadığı o ağır sarsıntıdan sonra bir ay üzerine memleketinden dönüp yeniden işe başlaması Sevdiye Hanım’ı ve dolayısıyla Ayla’yı da çok sevindirdi. Tatilini uzatan Ayla gönül rahatlığıyla evine, annesini yeniden Gülşad’a emanet edip İstanbul’a dönüyordu sonunda.
Gülşad,’ın ruh dünyası eskisi kadar iyi olmamasına karşın iki yılını doldurmuştu Sevdiye Hanım’ın bakıcısı olarak. Anne gibi bağlandı ona, çok şeyleri aşarak. Artık emeklilik hesapları yapmaya başlamıştı. İte kaka oğlu ve gelini de işlerine devam ederlerken gelini aniden Türkiye’de iş bulup oğlunu terk etti. Bu durum oğluyla ilgiliydi çünkü onun da yaşamında, alkol, kadın ve gece yaşamı, bazı geceler eve gelmeme durumları vardı. Çok genç ve güzel olan gelini akrabalarına sığınarak sonunda İstanbul’da işe başlamıştı. Aradan altı ay gibi bir zaman geçince Gülşad’ın oğlu Omar, iyice ruh bunalımına girer ve alkolün verdiği cesaretle; havaalanına gitmek üzere araba hırsızlığına yeltenir. Araba sahibinin şikâyeti üzerine, çok kısa bir zaman sonunda kamera görüntüleri sayesinde yakalanır. Eşinin tam acısı hafifleyecekken oğlu hapse düşmüştü. Gülşad’ın dünyası bu kez oğlu yüzünden kararmıştı… Ne olacaktı, bu işin sonu! Yasalara göre Kıbrıs’tan sınır dışı edileceği söylenmişti ona…
*****
Sorgulama, mahkeme, evrak takip etme Gülşad için zor ve yorucu bir durumdu, oğlu için sık sık izin alıp gerekenleri üç ay takip etti. Sonunda oğlu hapisten çıkıyordu Kuzey Kıbrıs’tan ülkesine zorunlu olarak gönderilme kaydıyla. Yardım için başvurmadığı kapı, olasılıkları sorgulamadığı durum kalmamıştı Gülşad’ın. Bir arkadaşının önerisiyle içi gül gül oldu. İşlenen suçtan dolayı sınır dışı edilirken memleketine gönderilmesi için oğlunun uçak biletini devletin kesmesini kabul etmeyecekti. Yolculuk Kuzey Kıbrıs’tan Türkiye üzerinden olacağı için, Gülşad oğlunun biletini Türkiye’ye kadar kendisinin kesmesi önerildi. Bir şans olarak havalimanında giriş yaparken, kontrollerde polis eğer sınır dışı şart oldu, Türkiye’de de kalamaz demezse, Türkiye’ye girişini onaylarsa ülkesine Türkmenistan’a gönderilme durumu sonlanacaktı. Bu olasılıkla tutuştu Gülşad’ın ana yüreği, oğlunun son güne kadar hapisten çıkmasını Kuzey Kıbrıs’tan sınır dışı edilişi söz konusu da olsa…
Yürekte heyecan tavan yapmış, tedirginlik, gerginlik tavan yapmış. Gelen, o beklediği telefonla, oğluyla birlikte gitmesi, şansını denemesi gerekiyordu. Son hızla uçuş biletlerini, kesti, Türkiye’ye giriş şansını denemek için yola koyuldu oğluyla Gülşad. Oğlu annesine karşı mahcup, yeminler, tövbeler ederek Türkiye’ye yerleşirse her bir taşkınlığa son vereceğini, bu acı olaydan ders aldığını tekrarlayıp duruyordu. Lefkoşa - Ercan Havalimanı’nda kontroller yapıldı, uçaktaki yerini alınca, bir kora oturmuş gibi bedeni yanıyordu. Sanki lav şelalesi kaplamıştı tüm bedenini, her bir hücresi yanarak kanıyordu sanki. Yorgun ve uykusuzdu, Tanrının bir İlahî lütfu olduğunu geçirdi içinden, bu kadar acıdan sonra yüzünün artık gülmesi gerektiğini duyumsadı. Tanrıya sığınarak gözlerini yumdu, umutlara sarılarak öylece gömüldü koltuğuna.
Oğlu Türkiye’ye giriş yapabilse dünyası aydınlanacaktı. Tabi ki olanlardan ders almışsa, huzura ancak kavuşacaklardı. Eğer sınır dışı edilip Türkmenistan’a gitmek zorunda kalacaksa oğlu işte o zaman soru yağmurları, kriz fırtınaları altında olmayı asla istemezdi doğrusu. Bir ara kendi durumunu düşündü. Evlense miydi acaba? Kıbrıslı, emekli bir adam talip olmuştu aracılarla ona. Sekiz yaş büyüktü ondan, kısa boylu, koyu esmerdi, çoluk çocuğu vardı, bunu göze alabilecek miydi? Oğlu Türkiye’ye giriş yapabilse dahi gelini ile barışmazlarsa, onun da oğlunun peşine düşmesi mi gerekecek? Oysa ne güzel alışmıştı Sevdiye Hanıma ve bu olasılıkla bu işten de ayrılma ihtimali düşüncesi içini derinden daha da acıttı…
Her karanlığın bir aydınlığı olması gerekiyordu, yaşanan acıların tatlıya ermesi gerekiyordu. Gülşad artık huzuru bulabilecek miydi? Mutluluğu yakalayabilecek miydi bu denli acılardan sonra? Kadın olmak, ana olmak bu kadar mı zor muydu yaşamda? Sonrasında üstlendiği sorumluluklar rahat bir nefes aldırtacak mıydı ona? Özveriyle, emeğiyle, yaşam savaşımı bu kadar ağır olması gerekiyor muydu? Yoksa temelli ülkesine dönüş mü yapmalıydı? Eşinin vefatı sonunda üç yavrusuna babalarından kalan üç köy evini pay etmişti ama çocuklarının ve de torunlarının; yaşam düzeylerinin daha yukarıda olması, torunların iyi okullarda okuması fikriyle yurt dışında çalışma konusu vardı. Ne çok düşünce yarış yapıyordu usunda adeta Gülşad’ın. ‘Bazen zaman su gibi akar, bazen de zaman geçmek bilmez’! Diye düşünürken pilotun son duyurusu yankılandı kulaklarında: “- …Yollarına ait, şu şu sefer sayılı uçağımız, İstanbul, Atatürk Havalimanı’na inmiştir…
Gülşen Şenderin
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.